Cami cemaatinin kendisine aldığı bisikletle Türkiye turuna çıkan Mustafa Ndiaye, namı diğer Musti Kusti, 3 ay süren turda neler yaşadığını Gerçek Hayat dergisine anlattı. Ndiaye, 6 bölgede 35 şehir gezdiğini, içlerinde en çok Bingöl ve Ordu’yu sevdiğini ifade ediyor. Türk insanının misafirperverliğini çok sevdiğini söyleyen Ndiaye, bu misafirperverliğin bölgeden bölgeye değiştiğini belirtiyor. Mustafa Kutlu’nun hikâyelerindeki insanları birebir gördüğünü söyleyen Ndiaye, “İyiler Ölmez’de anlattığı insanları gördüm ve Türkiye’nin farklı yerlerinde onlarla beraber yaşadım” diyor.
– Bisiklete binip Türkiye turuna çıkmak, özellikle bu toprakları tam manasıyla tanımayan biri için zor bir karar olsa gerek. Bu kararı niye aldın? Amaçlarına ulaşabildin mi?
Öncelikle ben 7 yıldır Türkiye’de yaşıyorum. Biliyorsun ki Türk halkı medyadan öğrendikleri dolayısıyla Afrika’yı yanlış tanıyabiliyor. Bu yanlış bilgileri düzeltmek, halkın içine girip onlarla kaynaşmakla Afrika’dan gelen birinin onlarla birebir muhabbet etmesiyle olur diye düşündüm. O yüzden gideyim, milletle kaynaşayım, Afrika’dan gelen biri olarak birinci ağızdan orada olup bitenleri anlatayım, hem bana da katkısı olur diyerek bu kararı aldım. Yaşadığım mahalle sakinleri projemi duyunca para toplayıp bana bisiklet almış. Böylece yola çıktım. Amacıma da bisikletimi alıp yola çıktığım an ulaştığımı düşünüyorum. Çünkü çok geniş kitlelerle buluşma imkanı buldum ve bazı insanların bakış açılarını değiştirebildim. Bunun kolay olduğunu düşünmüyorum. Mesela artık kimisinin aklında Afrika’ya tatile gitmek var.
10 KİŞİYLE KONUŞMADIĞIMDA İÇİM DARALIYOR
– Kaç şehre gittin, nereleri gezdin?
Yaklaşık 35 şehre gittim. Karadeniz, Doğu, Güneydoğu, Akdeniz, Ege ve Marmara bölgesini gezdim. Sadece İç Anadolu bölgesini ve Doğu’daki bazı şehirleri gezemedim. Gittiklerim gayet güzeldi.
-Yolda ne gibi zorluklarla karşılaştın, seni en çok ne zorladı?
Genelde iletişim kuramadığım yerlerde bayağı zorlandım. Seyahatin amacına ulaşmadığını düşünüyordum. Bir gün içinde 10 kişiyle konuşamıyorsam içim daralıyordu. Çünkü günü dolduramadığımı düşünüyordum. Turistik bölgelerde iletişim kurmakta zorlandım. Antalya’dan Ege’ye bağlanan kısımlarda. Sahil kısmından gittim. Oralarda her şey turizm ve para üzerine kurulu. Tabi bu da oradaki köylere gittiğimde bitiyordu. Bu sebepler beni biraz zorladı, yoksa fiziksel olarak zorlandığım yerler çok da önemli değil.
ESNAFTAN ZARAR GELMEZ
-Şehirler ve içinde yaşayan insanlar hakkında tespitlerin oldu mu?
Oldu, bazı şehirlere gittiğinde hiç takmıyorlar, görmediklerinden de değil. Bazı şehirlerde insanın üzerine düşüyorlar. Şu dikkatimi çekti: Her yerin esnafı iyiydi. Esnaftan zarar gelmez. Her yerin ama. Kötü yerlerin bile esnafı iyidir. Esnaf adam parayı elde etmek için zorluk çekiyor. Bu sebeple zorluk çekenin halinden anlıyor.
-Seni bu gezide en çok etkileyen olaylardan bahseder misin? En az üç olsun ama.
Adını “Ayancık çocuklar” koyduğum bir anımı anlatayım ilk önce. Ayancık sahilde çadır kurduğum vakit çocuklarla tanışmıştım. 10-11 yaşlarında çocuklar. Beraber halı saha yaptık, ben onlara hakemlik yaptım. Çünkü bir takıma girip de diğerini bırakamazdım. Sonra bana Ayancık’ı gezdirdiler. Ertesi gün gideceğimi öğrenince aralarında para toplayıp kahvaltılık aldılar. Elime zorla para tutuşturmaya kalktılar. Normalde benim gezim parasız olduğu için teklif ettikleri halde para kabul etmiyorum. Ama çocuklar “ölümüzü gör” gibi sözler söyleyince mecbur aldım. Bu anım beni çok etkilemişti, birkaç saat kendime gelememiştim.
Diğer anıma geçersek. “Melek Ana” vardı Ordu-Ünye’de. Beni sahilde çadır kurarken görmüştü. Çay içiyorlardı, yanlarına gittim. “Selamun aleyküm çayınız var mı?” dedim. Her yerde çayınız var mı diyorum zaten. Sonra çaylarını içtim, espri filan yaptım. Nerde kaldığımı sordu çadırımı gösterdim. Katiyen olmaz dedi, Karadenizli bir de. Ben inatlaşsam da o daha çok inatçı çıktı ve zorla eve götürdü. Gittik bahçelerde ışkın aldık, tırpan vurduk, fındık topladık. Yani bayağı bahçe işi filan yaptık.
BİNGÖL’Ü VE ORDU’YU ÇOK SEVDİM
– Seni bildiğin çalıştırmışlar…
Çalıştırdılar. Beraber amelelik yaptık bildiğin. Ama çok güzel geçti. Onlarla tarlaya gidip gelmek filan bayağı güzeldi. En uzun durağım orası oldu. 4 gün kaldım orada. Güzel yemekler yaptı bana… Ondan sonra Melek Anadan ayrıldım.
Bir de Baran var herkesin bildiği. Bingöl’de tartı ile çalışan bir çocuk, annesi hasta. Ona para götürüyor her akşam. Baran benim yanıma gelip bana çiçek vermişti. Ben de öyle oturuyordum, baktım vaktim var, Baran’a “tartıyı al, gel” dedim. Bingöl’ün içinde dolaşmaya başladık. Bingöl halkı çok fazla siyahi görmemiş, bu yüzden gelip fotoğraf çektiriyorlar. Fotoğraf çektirmek isteyenlere önce tartılın dedim. Tartıldıklarında para veriyorlardı Baran’a. Öyle dolaştık Bingöl merkezinde. Gün sonunda baktık ki 203 liramız olmuş.
-Hangi şehri daha çok sevdin?
Bölgeden bölgeye değişiyor. Mesela Doğu’da Bingöl’ü çok sevdim. Karadeniz’de Ordu’yu çok sevdim. Yani sadece Melek Ana’nın orda olmasından değil Ordu’nun doğasında bir bakirlik var. Karadeniz’in şeffaflığı, saflığı… Yalnızca bir şehri seçmek çok zor, her şehrin farklı bir havası var, enteresan yani.
PSİKOLOJİK OLARAK HAZIRLANSINLAR
-Senin gibi tura çıkacak insanlara ne tavsiye edersin?
Öncelikle iletişimleri çok iyi olsun yani insanlarla iletişim kurduğun sürece, hiçbir sıkıntı çekmezsin. Ama çekinirsen, mesela “aa bunla da konuşamam ki şimdi” dersen o zaman aç kalırsın. Çünkü kimse senin halini bilmez, bu yüzden de gelip bir şey söylemez. Nadiren yanına gelip de “gel misafirim ol” derler. Ama iletişim kurduğun zaman evine götürür yedirir, içirir, yatırır. Bir de uzun tur yapacaklarsa zamanları olsun. Mesela Türkiye’yi dolaşıyorlarsa bir yıl ayırsın. Üç ayda, benim yaptığım gibi dar bir vakitte dolaşmasın. Tadı damağında kalır çünkü. Bütün Türkiye’yi bile dolaşsan tadı damağında kalır gerçi. Böyle olmadı, çünkü görmediğim yerler var, çağıran insanlar var gidemiyorum. Onun dışında yola çıkacaklara tavsiyem, hazırlıklı çıksınlar. Bazen her şey güllük gülistanlık olmuyor.
-Ne lazım oluyor?
Tura çıkacaklar zaten onu bilir, internette tur sayfalarında her şey yazıyor zaten, oradan bakabilirler. Psikolojik olarak hazırlansınlar bence, çünkü bir yere gidersin, rahat bir adamla karşılaşırsın ve moralini bozmaya çalışır…
-Sinirini bozan olaylar olmuş anladığım kadarıyla, o olaylardan da bahsetsen biraz?
Mesela bir kafeye girmek için bisikletimi park etmek istiyorum, adam “devam et, devam et” falan yapıyor. Girme diyor yani. “ Burası herkese açık bir yer değil mi?” diyorum. Sonuçta ben de müşteri gibi oturacağım. “Senin gibi müşterim yok, git devam et” gibi ifadelerde bulunuyor. Çünkü benim üstüm biraz kirli ama oradaki müşteriler sosyete. Adam istemiyor böyle bir görüntü. Ya da hiçbir şey yokken “işiniz yok mu ya” yapan tipler var. “İşiniz yok mu bisiklet alıyorsunuz işkence ediyorsunuz kendinize” diyen tipler. Ona ne, onu ilgilendirmeyen bir şey, sadece moral bozma niyetinde. Bunlara hazırlıklı olmak lazım. Dikkate almazsan hiçbir şey olmaz. İyi tipler de var kötü tipler de var. Kimisi sırf kıskançlık yapıyor. Sadece o an hoşuna gitmemişsindir, artistlik yapar mesela. Çok nadir karşılaşırsın ama öyle tiplerle.
ZORLANDIM MI KÖYLERE SAPIYORDUM
-Peki, Türk misafirperverliğinden de bahseder misin? Çoğu yere gittin sonuçta.
Türkiye’de yerli olan insanların hepsi misafirperver. Ama bölgeden bölgeye değişiyor. Mesela Güneydoğu ve Doğu, Karadeniz’e göre misafirperverlik ve yardımseverlik konusunda daha iyi. Karadeniz, Ege ve Akdeniz’e göre daha iyi. Ege’nin bazı yerlerini kastetmiyorum tabii. Yörükler çok iyi, Kürtler gibi çok misafirperver. Ben deniz kenarından giderken, zorlandığımda direkt köylere sapıyordum. Yörükler oluyordu, beni gördükleri gibi yardımıma koşan insanlar buluyordum. Sahil yolu ile köyler arasında böyle farklar var. Kimi bölgelerde kazançları turizmden olduğu için oradaki adamlar seni doğal olarak görüyor.
-Attığın bir tweette “Mustafa Kutlu serisi okuyan, şiir manyağı” biri olduğunu söylemişsin…
Aslında ben farklı yazarları denemeyi seven bir insanım. Fikirleri bana uysun uymasın okurum. Ama Mustafa Kutlu’nun bende ayrı bir yeri var. Üslubunu çok beğeniyorum. Bırakın Türkiye’yi anlatmasını bizim Senegal’in bile eski günlerini anlatıyor. Çünkü bizim de eski kültürümüz, insanımız, yaşamımız, çevremiz onun anlattığı gibiydi. Çok eski de değil üstelik, 13 sene önce öyleydi. Hala öyle devam eden bölgeler var. Türkiye’de özlenen bir yaşantı var ve bu yaşantıyı Mustafa Kutlu’nun kitaplarından görebiliyoruz. Ama ben bu gezi sırasında Anadolu’yla birebir tanıştığım için daha da sevdim Mustafa Kutlu’yu. Çünkü o kitaplardaki insanlarla karşılaştım. İyiler Ölmez’de anlattığı karakterleri gördüm ve Türkiye’nin farklı yerlerinde onlarla beraber yaşadım.
-Peki, tamamlamak istiyor musun turu?
Bakacağız, belli olmaz, her zaman tur yapmaya imkanı olan bir insan değilim, yapacağım başka işler var. Ama bu ayrı bir şeydi, fırsattı, iyi değerlendirdik ve güzel geçti.