İsrail tarafından hazırlanıp, ABD tarafından koruma altına alınan ‘yüzyılın anlaşması’ adı altındaki ihanet planı önceki hafta kamuoyuna açıklandı. Buna göre ABD İsrail işgalini meşrulaştırarak, Mescid-i Aksâ’nın da içinde bulunduğu Kudüs’ün tümünü İsrail’e veriyor. Filistin’e ise işgalin kapsamı genişletilerek devam edeceği, İsrail’in sözünden çıkmazlarsa 4 yıl sonra uyduruk bir Filistin devleti vaadinde bulunuyor. 7 milyon Filistinli mültecinin geri dönüş hakkı mesele bile edilmiyor. ‘Bitmeyen İhanet’ kitabının yazarı Prof. Dr. Berdal Aral’la yüzyılın anlaşmasını uluslararası hukuk bağlamında konuştuk. “Filistin bir devlet olduğuna göre meşru müdafaa hakkı vardır” diyen Aral, İslam ülkelerinin Filistin’e her türlü askeri destek vermesi gerektiğini dile getiyor. Ancak bunu yapabilecek bir ülkenin olup olmadığının takdirini ise siz okuyucularımıza bırakıyoruz.
‘Yüzyılın anlaşması’ ne anlama geliyor?
Yüzyılın anlaşmasına, İsrail’le ABD arasında Filistin sorununun İsrail’in istediği şekilde çözülmesi için gizli görüşmeler sonucunda ortaya çıkan bir uzlaşma demek lazım. Bu uzlaşma sayesinde İsrail Batı Yakası’nın çok önemli bir bölümünü ilhak ediyor ve ABD bunu tanıyor. Mescid-i Aksâ’nın da içinde bulunduğu yerler İsrail’in hakimiyetine geçiyor. Kudüs’le alakalı olarak Filistinlilerin hiçbir şekilde egemenlik hakları söz konusu değil. Sadece Kudüs’ün dış mahallelerinden oluşan bir yerleşim yerinin Filistin’in başkenti olması öngörülüyor. Kudüs’ün kadim bölgesini ihtiva etmiyor.
Kudüs de elden çıkıyor buna göre…
Elbette. Doğu Kudüs de elden çıkıyor. Kurulacak olan uyduruk bir Filistin devletinden bahsediliyor ama bu da 4 yıllık müzakere sonucunda oluşacak bir şey. Garanti filan verilmiyor.
Ürdün vadisini de İsrail’e mi veriyorlar?
Bu tek taraflı sözde anlaşmada ABD, Ürdün vadisinin de İsrail tarafından ele geçirilmesini tanıyor. Filistinli mültecilerin dönüş hakkından hiç bahsedilmiyor. Filistin’in herhangi bir şekilde kara sınırlarını ve hava sahasını kontrol etmesi söz konusu değil. Ve tabi Batı Yakası’ndaki Filistin toprakları tamamıyla İsrail tarafından kuşatılacak. Dolayısıyla bölük pörçük topraklar ve bütün bu toprakların askersizleştirilmesi öngörülüyor. Yasa dışı yerleşimlerin çok büyük bölümü kalacak.
Madem kendileri çalıp kendileri oynuyor, İsrail niye bütünüyle Batı Yakası’nı ilhak etmek istemiyor?
Çünkü İsrail halkının çok büyük çoğunluğu Araplarla birlikte yaşamak ve onları görmek istemiyor. Aslında bir bakıma onları küçük adacıklara hapsederek, aynen Güney Afrika’daki ırkçı rejiminin yıllarca yaptığı gibi, tamamen göz ardı ederek, onlara devlet veriyormuş gibi görünüp aslında onlardan kurtulmuş oluyorlar. Eğer İsrail nüfusuna Filistinlileri dahil ederlerse, ileride Filistinlilerin çoğunluğu oluşturma ihtimali olabilir. Gazze’de 2 milyona yakın insan var. Batı yakasında da sanıyorum 3 milyona yakın insan var. Topladığınız zaman nüfus olarak birbirlerine çok yaklaşacaklar.
67 SINIRLARI SORUNUN ASIL PARÇASI
‘Filistin sorunu’ diye bahsediyorsunuz kitabınızda, ‘Filistin sorunu’ diye bir şey var mı? İsrail sorunu değil mi bu?
Önce Filistinlileri bir özgürleştirmemiz gerekiyor, o yüzden bu kavramı kullandım. Filistin sorununu sadece Batı Yakası’nın özgürleştirilmesi olarak görmediğim için, tüm Filistin’in özgürleştirilmesi deme hakkını görüyorum kendimde. Filistin sorunu deyip de 67 sınırlarıyla sorunu görmek, bana göre asıl sorunun parçası, o yüzden İsrail sorunu demek haksızlık olur. Çünkü İsrail sorunu; tüm Filistinlilere zulüm eden, yanı sıra komşu Arap ülkelerine de sık sık saldıran, gerçek anlamda kalıcı barış istemeyen bir devletin sorun olması demek. Amerika’yla her türlü kirli operasyonlar yapan, dünyadaki pek çok baskıcı, ırkçı rejimlerle işbirliği yapan ve hiçbir ahlak kuralı, hukuk kuralı gözetmeyen ırkçı, yayılmacı bir devlettir İsrail. O yüzden İsrail sorunu demek de mümkün ama ben zaten Filistin sorununu tüm Filistin mandasının özgürleştirilmesi anlamında kullandığım için, ayrıca İsrail sorununu kullanmam gerekmiyor bu anlamda. Kitabımda da zaten İsrail’in kendi başına çok büyük bir sorun olduğunu kullandım.
‘Filistin sorunu’ deyince ne anlamalıyız özetle?
Aslında Filistin sorununun dört ayağı olduğunu söylemek mümkün. Birinci ayağı, Batı Yakası’nın işgal altında olması ve oradaki insan hakları ihlalleri. İkincisi, Gazze meselesi, sürekli saldırıya uğrayan ve korkunç bir ambargoya maruz kalan bir yer. Üçüncü ayağı, İsrail vatandaşı olan Filistinliler. Uluslararası akademisyenlerin pek çoğu bunları görmezden geliyor. Oysa orada da sistematik ayrımcılığın olduğunu söylemek mümkün. Mesela Filistinlilerin yaşadığı bölgeler daha geri kalmış, alt yapı çok daha zayıf, onlara karşı keyfi davranışlar, keyfi tutuklamalar söz konusu, devlet içinde yükselme şansları yok, zaten askerlik yapmaları da yasak. Filistin sorununun dördüncü ayağı ise Filistin coğrafyasının dışında yaşamaya mecbur edilmiş Filistinli mülteciler. Bunlar da tabi ki kendi topraklarına dönmek istiyorlar. Ama İsrail böyle bir hakkı tanımıyor. Yüzyılın anlaşmasında da bu geri dönüş hakkı reddediliyor.
OSLO’DA FİLİSTİN DEVLETİ VAADİ YOKTU
Oslo’da yarım kalanları tamamlıyorlar diyebilir miyiz?
Oslo büyük ölçüde hedefine ulaştı aslında. Oslo anlaşması zaten bağımsız bir Filistin devletini öngörmüyordu. Sadece bazı Polyannacılar iyi niyetli olarak bu anlaşmanın zaman içerisinde bir devlet oluşturacağı beklentisine girdiler. Anlaşma Filistin otoritesinden bahsediyordu mesela, Filistin devletinden bahsetmiyordu. Ama o otoritenin yetkilerini artırmasının söz konusu olması beklenmekteydi genel kanaat olarak. Filistinliler İsrail’in varlığını tanıyacaklar, bunun karşılığında İsrail de 67’de işgal ettiği toprakların bir kısmından tedrici olarak çekilecekti. Taraflar pek çok konuda işbirliği yapacak, Filistin Kurtuluş Örgütü özellikle güvenlik konusunda, İsrail’in saldırganlığına karşı çıkan Hamas güçlerine karşı İsrail’le işbirliği yapacaktı. Aslında Oslo anlaşmasının kendisi zaten sorunlu bir anlaşmaydı.
GÜÇLÜ DEVLETLERİN KORUMASI ALTINDA
Uluslararası hukuku hiçe sayarak kafasına göre davranan İsrail bu gücü nereden alıyor?
İsrail’in kurulmasını sağlayan güçlerin başında İngiltere geliyor. Aslında İsrail devletinin orada kurulmasını emperyalist güçler istemişlerdi. Çünkü bölgede onlarla işbirliği yapacak bir jandarmaya ihtiyaç vardı. O coğrafya İslam dünyasının ve Arap dünyasının kalbidir. Yahudilerin Filistin’e yerleştirilme projesi tüm batı dünyasının birlikte desteklediği bir projedir. 2. Dünya Savaşı’ndan önce İsrail’i koruma altına alan güç, büyük ölçüde İngiltere’ydi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ise onu bir tür koruma altına alan hegomonik emperyalist güç ABD oldu. Amerika’nın İsrail’e sürekli destek olmasının başka bir faktörü ise, Amerika’daki Siyonist lobinin güçlü olması. Bir başka konu da İsrail devleti zaten kendisini uluslararası hukuka bağlı görmüyor. Çünkü tanrılarının kendilerine vaad ettiği topraklar olarak düşünüyor bölgeyi. İsrail’in anayasası yok mesela. Sınırları da belli değil. Dolayısıyla İsrail normal değil anormal, uluslararası hukuka kendisini bağlı saymayan, komşu ülkelerle barış içinde yaşamak gibi bir derdi olmayan, yayılmacı, ırkçı bir devlet. Şu anda gücü de var, çünkü hem eğitim düzeyi, hem teknoloji düzeyi son derece yüksek, hem de dünyadaki Siyonist lobilerden gelen siyasi ve mali destek var. İsrail dolasıyla şunu düşünüyor; “Güçlü olduğum sürece gelişmeye ve yayılmaya devam ederim, zaten bu toprakları bana tanrı vaad etti. Bunları uluslararası hukuk çevresinde birileriyle müzakere etmeme gerek yok.” Bunu açık açık söylemiyorlar ama durum bu.
BM, FİLİSTİN’İN DEVLET KURMA HAKKINI TANIYOR
BM Genel Kurulu kararıyla kurulan tek devlet İsrail. Neden İsrail BM Genel Kurulu kararıyla kurulmak zorunda kaldı?
İngiltere mandeter devlet olarak Filistin bölgesinden çekilmeye karar verdiğinde, konuyu BM’ye getirdi. 1947 yılında Genel Kurul’da Filistin’in taksim edilmesiyle ilgili oylama yapıldı. Genel Kurul’da o dönem devletlerin büyük çoğunluğu batılı devletler, Amerika ile işbirliği yapmaya hazır olan güçlerdi. Genel Kurulda ancak tehdit, şantaj ve vaatlerle 3. seferde üçte ikilik oy çoğunluğu sağlanabildi. Oylama sonucunda ‘Yahudi devleti’ ve ‘Filistin Arap devleti’ olmak üzere iki devlet kurulmasına karar verildi. Toprakların yüzde 56,5’ini Yahudilere, yüzde 43’ünü de Filistinlilere verdiler. Halbuki Filistinliler bütün göçlere rağmen o dönem orada, halkın üçte ikisini oluşturmaktaydı. Devlet kurma hakkı onlarındı.
Filistinliler ve bağımsız olan Arap ve Müslüman ülkeler ile Türkiye buna karşı çıkmıştır. Ama dayatma sonucunda bu karar çıkınca, uluslararası hakim güçler de Yahudileri destekleyince, 48 yılında İngiltere orayı terk edince, orada bir Yahudi devleti ilan edildi. Filistinliler buna karşı çıktıkları için zaten bu kararı kabul edip ayrıca devlet kurma girişiminde bulunmadılar. Self determinasyon, yani kendi kaderini tayin hakkı ilkesine göre tüm Filistin’de devlet kurma hakkı Filistinlilerindi. Çünkü çoğunluk esası vardı. Aslında bu Genel Kurul kararı yasa dışıdır. Bağlayıcı değildir bir kere. İkinci olarak da tehdit ve şantaj uluslararası hukuka aykırıdır. Üçüncü olarak da self determinasyon ilkesine aykırıdır.
Hâlâ self determinasyon ilkesine göre orada Filistin devleti kurulma hakkı var mı peki?
Tabi ki var. Filistin halkının çoğunluk olduğu için devlet kurma hakkı vardır ve bu hakka Siyonist İsrail tarafından el konulmuştur. Yani Filistin işgal altında olan toprak parçasıdır ve sömürgeleştirilmiştir. Hem çoğunluk ilkesine göre devlet kurma hakkı vardır hem de işgal altındaki halka uluslararası hukuk devlet kurma hakkı tanır. En azından BM de Filistin’in devlet kurma hakkını tanıyor.
ULUSLARARASI HUKUKU DÖNÜŞTÜRMELİYİZ
Uluslararası hukuk diye bir şey var mı peki?
Uluslararası hukuk aslında dünyada var. Genellikle buna uyulmaktadır. Mesela uluslararası anlaşmalara genellikle uyulur, devletlerin hava sahasından uçaklar geçer, kara sularından gemiler geçer, diplomatların dokunulmazlığı vardır. Uluslararası ticari anlaşmalar yapılır, askeri anlaşmalar yapılır, devletler uluslararası örgütler kurabilir, devletlerin egemenliği söz konusudur, devletler yabancılara zarar verirlerse bundan dolayı uluslararası hukuka sorumlu olmaları gerekir, hava hukuku, uzay hukuku, insan hakları diye bir şey vardır, bütün bunlar uluslararası hukukun varlığını gösterir. Uluslararası hukuk yok dersek kendimizi kandırmış oluruz. Fakat biz genellikle ihlalleri haber olarak gördüğümüz için, uluslararası hukuka hiç uyulmadığı izlenimi edinebiliriz. Devletlerin büyük çoğunluğu çoğu zaman uluslararası hukuk kurallarının çoğuna uymaktalar. Bariz bir şekilde taraf tutma var, evet, ama uluslararası hukuku yok sayarak, ben bu oyunu oynamıyorum, küstüm dersek, o zaman zaten bizim mağduriyetimiz katlanacaktır.
Bizim yapmamız gereken direnmek, mücadele etmek, uluslararası hukuku dönüştürmeye çalışmaktır. Mevcut mekanizmaları etkili kullanmak durumundayız. Her şeye karşı çıkarsak o zaman içimize kapanır, bir bakıma orman kanunlarının bize uygulanmasını meşrulaştırmış oluruz. İslam dünyası olarak bazı kurumların kararlarına tepki gösterebiliriz. Benim önerdiğim bir şey var burada, Güvenlik Konseyi soğuk savaştan sonra inanılmaz güçlendi. Mesela istediği herhangi bir devlete karşı çok kapsamlı yaptırım kararı alabilir. Barış gücü operasyonlarına çok geniş yetkiler verebilir. İstediği ülkeye yönelik savaş kararı alabilir. İstediği ülkeyi bölebilir. İstediği uluslararası mahkemeyi kurabilir. Ve isterse bugün herhangi bir devletin yetkililerini uluslararası mahkemeye sevk edebilir.
BM GENEL KURULU İSRAİL’E AMBARGO KARARI ALABİLİR
İsrail’i uluslararası mahkemeye sevk eder mi?
Güvenlik Konseyi’nin bunu yapma ihtimali yok, çünkü ABD İsrail’in koruyucusu. Aslında sadece ABD değil, muhtemelen İngiltere ve Fransa da ABD kadar olmasa da İsrail’e yakın duracaklardır. İsrail’e karşı bir ekonomik ambargo kararı alması, ya da askeri güç kullanması bugün için düşünülemez. Ama onun yerine başka bir mekanizma var; BM Genel Kurulu. Genel Kurul istenirse en azından tavsiye kararı alabilir. Bunun bazı örnekleri var geçmişte.
FİLİSTİN’İN MEŞRU MÜDAFAA HAKKI VAR
Filistin’in BM’de gözlemci olması ne anlama geliyor?
2012 yılında Filistin BM’ye gözlemci devlet olarak kabul edilmişti. Üye devlet değildir, çünkü ABD bunu kabul etmemiştir. Gözlemci olsa da bir devlet olarak kabul edilmiştir. Şu anda Filistin’i tanıyan 140’a yakın devlet var. Yasal olarak Filistin bir devlettir, ama işgal altında olan bir devlet. Sürekli bir nüfusu var, merkezi yönetim var, iyi kötü işleyen bir otoritesi var, bakanlar kurulu var, parlamentosu var, uluslararası ilişkilere girme kapasitesi zaten var, Filistin’le muhatap olan birçok devlet var dünyada. Bir yönetim var ama yeterince etkili olamıyor, çünkü işgal altında. Sınırlarının neresi olacağı belli, en azından Batı Yakası, Kudüs ve Gazze’de kurulması öngörülen bir devlettir. BM’ye gözlemci devlet olarak kabul edilmek, aynı zamanda devletleşmeyi güçlendiren bir başka faktör olarak düşünülebilir. Bundan çıkan sonuç, Filistin’in meşru müdafaa hakkı vardır, çünkü devlettir. Filistin İsrail’e karşı kendini savunma hakkına sahiptir.
Kendini savununca terörist ilan ediliyor ama…
Amerika’nın söylemi bu. Az sayıda batı ülkeleri bu söylemi benimsiyor, çünkü Amerika’yla çok yakın ilişkileri var ve Amerika’nın taşeronluğunu yapmayı içlerine sindiriyorlar. Ama uluslararası toplum ve BM bunu böyle görmüyor.
DÜŞMANIMIN DÜŞMANI DOSTUMDUR
Arap coğrafyasına baktığımızda bunun pek mümkün olmadığını görüyoruz. Yüzyılın anlaşmasının finansörü Körfez ülkeleri oldu. Kral Faysal 73’teki Arap-İsrail savaşından sonra “Biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşadık; yine öyle yaşayacağız” diyerek Batılı ülkelere yönelik petrol ambargosu uygulamıştı. Faysal’ın tutumundan şimdiki Arap yöneticilerinin yüz kızartıcı tutumuna nasıl gelindi?
Soğuk savaş döneminde Arap dünyasında Filistin konusunda daha fazla hassasiyeti olan yönetimler vardı. Soğuk savaşın sonunda demokratik hareketler dünyada evrensel hâle geldiği için, bazı Arap rejimlerinin geçmişte halk nezdinde sahip oldukları meşruiyeti azaldı. Bu rejimler de giderek eski sömürgeci devletlere yakınlaşmaya başladı.
Suudi Arabistan özellikle Kral Faysal’ın ölümünden sonra tedrici olarak Amerikan yörüngesine çok güçlü bir şekilde girdi. Petrolden elde edilen çok yüksek bir gelir vardı, petrol gelirinin önemli bir kısmı Amerika’da yatırıma dönüştürüldü. Pek çok Suud genci Amerika’ya eğitime gönderildi. Ve Amerikalılar tedrici olarak, özellikle Körfez Savaşı’ndan sonra bölgeye güçlü bir şekilde yerleşti ve hâlâ bölgeden çıkmış görünmüyor. Meşruiyet sorunu orada da kendini gösterdi.
Bugün de geldiğimiz noktada İsrail’e ihtiyaçları olduğunu düşünüyorlar, çünkü bölgede İran’ın yayılmacı politikası var. ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığı var. Ayrıca kendi ülkelerindeki İslamcı muhalefete karşı Amerika ve İsrail’in desteğini almaya çalışıyorlar. Bunun yanı sıra Siyonist lobinin Amerika’daki gücünden yararlanmak istiyorlar. Türkiye de bu ülkeler için giderek bir tür düşmana dönüşmeye başlayan ülke hâline geldi. Çünkü Türkiye, Amerikan ve İsrail hegemonyasına karşı çıkan güçlü bir ülke. Onlarla ortak noktada buluşan Amerika ve İsrail’le işbirliği yapmak kârlı geliyor.
Yüzyılın anlaşmasına en yüksek sesle itiraz eden ülke Türkiye, ancak birçok ülke bu projeye karşı çıkıyor. Nasıl bir yaklaşım ve direniş önerisinde bulunursunuz?
Burada yapılması gereken, toplu olarak İsrail’le mücadele etmek. Tek başına İsrail’e karşı güçlü bir duruş sergileme şansı pek çok ülkenin yok. İslam İşbirliği Teşkilat’ı tarafından İsrail’e karşı ambargo kararı alınması gerekiyor. Arap Birliği’nin zaten geçmişte uygulanmayan ambargo kararı var, bu ambargo kararının sıkı bir şekilde uygulanması lazım. Çünkü hiçbir yönetim kendi halkı tarafından açıkca hain olarak görünmek istemez. Eğer Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn gibi ülkeler kendi halkları tarafından hain rejimler olarak görülmeye başlarsa, bunun sonunun nereye varacağı bilinmez. Bu rejimlerin çökme olasılığı da var; çünkü Filistin ve Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir.
İSLAM ÜLKELERİ FİLİSTİN’E ASKERİ DESTEK VERMELİ
Öncü görevi kime düşüyor bu yaptırımları hayata geçirmek için?
Hepsine düşüyor. Arap dünyasında bunun öncülüğünü kimler yapar bilemem ama mesela Kuzey Afrika’da iyi kötü iradesi olan birkaç ülke var. Tunus, kısmen Cezayir, belki Irak yönetimi, belki Sudan. Karşı çıkıyorlar aslında, zaten destekleyenler de açık açık desteklemiyor. Arap Birliği bu plana karşı çıktı, reddettiğini söyledi. Öte yandan mutlaka Hamas’la el Fetih’in bir güç birliği yapması gerekiyor. Ayrı gayrı hiçbir işe yaramaz. Filistin’de şu anda Abbas yönetiminin ciddi bir meşruiyeti yok. Son yıllarda Filistinli entelektüeller, akademisyenler ve muhalif siyasetçiler Oslo sürecinin mimarlarının artık bundan sonra siyasetçi olmasını istemiyor. Filistin’de diriliş stratejisinin ortaya konulmasını istiyorlar. Yepyeni insanların yönetime gelmesini istiyorlar. Filistin bir devlet olduğuna göre meşru müdafa hakkı vardır. Dolayısıyla İslam ülkeleri Filistin’e her türlü askeri destek vermesi gerekiyor. Silah yardımı filan gizliden yapıldı ama açık açık bu hiç yapılmadı. İsrail tekrar Gazze’ye, batı yakasına saldırırsa bu çerçevede kolektif müdafaa hakkı doğar.
İSLAM DÜNYASININ KARARLI OLMASI ÖNEMLİ
Türkiye’nin oraya asker gönderme hakkı var mı?
Tabi ki, bir saldırı olursa gönderebilir. Aslında normalde işgal altında topraklar olduğuna göre saldırı olmasa bile gönderilmesi tartışılabilir. Askeri güç gönderilmesi meşru müdafa hakkına girebilir. Ama tartışmaya yer vermeyecek şekilde net olarak var olan bir hak, eğer yeniden İsrail Filistin’e yönelik kapsamlı bir saldırı yapmaya kalkarsa, o zaman tüm bölge ülkeleri isterlerse kollektif meşru müdafaa hakkı çerçevesinde Filistin devletine destek verebilir.
Yüzyılın anlaşması uygulanır mı sizce?
Filistinliler, Arap dünyası, İslam dünyası çok sağlam bir duruş sergileyip İsrail’e karşı ciddi yaptırımlar getirme çabasına girerse, bunun hayata geçirilme şansı yok. Her şey İslam ve Arap dünyasına bağlı. ABD ve İsrail maalesef uluslararası hukuku kirletiyor. Buna karşı uluslararası toplumun mutlaka işbirliği yapması gerekiyor. Ama sadece kınamakla yetinmemeleri gerekiyor. En az onlar kadar cesur davranıp, siyonist İsrail’e karşı kapsamlı işbirliği yapmaları gerekiyor.