Katar’da Türk üssü kurulması İran korkusunu hafifletir

Türkiye-Katar ilişkileri Türkiye dış politikasının en önemli başarı alanlarından biri, belki de en önemlisi diyebiliriz. Ekonomik, siyasal, bölgesel iş birliği alanları­na, son zamanlarda yenileri de eklendi. Türkiye, Katar’da büyük bir askeri üs kurma çalışmaları yaparken, sıvılaştırılmış doğalgaz dediğimiz, LNG anlaşmasını da imzaladı. Rusya ile uçak krizimiz­den sonra, Katar’ın doğalgazda alternatif olması belki yeterli olmaz, fakat psikolojik rahatlığa sebep olduğu yadsınamaz. Peki, Katar bizim için niye önemli veya Katar için Türkiye’nin ya­nında olmak ne anlama geliyor? Katar, son zamanlarda mı bölge ülkelerinin politikalarından ayrışıyordu, yoksa hep farklı bir yol mu izlemişti? Önce­leri Katar’ın ismini bile duymazken, son zamanlarda dünyanın ilgisinin üzerine toplamasının sebepleri ne? Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi olan, ayrıca Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF) Başkanı olarak görev yapan Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’a, kafamız­da dönüp duran bu soruları sorduk. Katar’la ilgili geniş bilgiye sahip olan Kurşun, sorularımızı açıklıkla yanıtladı.

Katar, coğrafyada nerede? Bize biraz Ka­tar’ı anlatır mısınız?

Katar, Arap yarıma­dasında, körfeze doğru uzanmış, ana karası Suudi Arabistan’la birleşen Bah­reyn’in hemen yanı başın­da, haritaya baktığımızda, stratejik bir mevkide kü­çük bir ülke. Bu ülke, ge­nel olarak Arap yarıma­dasının sosyal yapısının hemen hemen aynı özel­liklerini gösteriyor. Katar olarak da düşünmemek lazım aslında. Bu coğrafya, 1550’lerden sonra Osman­lı idaresinde ve bağımsız bir Katar devletinden söz etmek mümkün değil. Bu bölge kendi iç dinamikle­riyle varlık sürdürürken, müteaddit dönemlerde Avrupalıların dikkatini çekmiştir. Büyük bir güçle veya sermayeyle ya da si­yasi bir takım desise ve hi­lelerle bölgeye gelen İngi­lizler, birçok Arap emirini kendi arzuladıkları anlaş­mayı imza ettirmişken, bir tek rıza göstermeyen, Ka­tar’ın idaresiydi.

O zamanlar da di­ğer Arap emirliklerin­den farklılaşıyor muy­du Katar?

Evet, siyasi duruş ba­kımından ayrılıyordu. An­cak Vahhabiliğin bölgede yayılmasına paralel ola­rak, Vahhabilerin de nüfus ve tesirindeydi. Fakat bu­rada Suudi Vahhabiliğin­den farklı tarzda bir vah­habiliğin geliştiğini var sayabiliriz. Vahhabiliği Su­udi Arabistan gibi bir dev­let modeli yapmamışlar. Ama bir dini yaşam biçimi olarak benimsediler.

Katar’la Osman­lı ilişkisi nasıl başla­dı? İlk askeri üssümüz o zamanlar mı kurul­du?

Doğal bir ittifak üzeri­ne başladı. Savaşarak alın­mış bir yer değil Katar. Küçük bir coğrafya oldu­ğundan, bölgede varlığını sürdürebilmek için, büyük bir gücün hamiliğine ihti­yaç duyar. İlk istikrarlı as­keri üssümüzü 1871’de kur­duk diyebiliriz. Bu askeri varlığın temel hedefi, de­nizden gelecek bir tehdi­di engellemeye dönüktür. Yani Katar’ın içerisine bir baskı uygulamak için de­ğil. Bu da uluslararası reka­bete yeni bir boyut kazan­dırır. Durum, İngilizlerin Bahreyn’e daha çok yerleş­mesiyle şekillenir.

Nasıl yani?

Aslında iki ilginç böl­ge meydana geliyor. Bah­reyn’de bir İngiliz nüfusu, Katar’da ise Osmanlı nüfu­su hakim. Bir başka açıdan bakarsak, bunlar Katar’ın oluşma yıllarıdır. Sosyal yapısı itibari ile Katar, gö­çebe unsura dayanan bir bölge. Sadece belli dönem­lerde, inci avı yapmak için bu göçebe unsurlar sahil­lere gelirler. Askeri birli­ğin oraya yerleşmesinden sonraki süreçte de yavaş yavaş Katar’ın yerleşik ha­yata geçmesini sağlayacak alt yapısı gelişmeye başlar.

 

Osmanlı devleti ile İngiltere arasındaki rekabet nasıl sonuçla­nıyor?

1913 yılında Osmanlı devletiyle İngiltere arasın­da bütün bu rekabeti dü­zenleyecek bir anlaşma yapılır. Bu anlaşma çerçe­vesinde, Osmanlı devleti çok zayıf ve güçsüz olma­sına rağmen, Katar’ın ora­da Osmanlı’ya bağlı özerk bir kaymakamlık olarak kalmasını sağlıyor. Baş­ka tavizler karşılığında bunu kabul ettiriyor. Fakat 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Katar’la birlikte, Körfez böl­gesi İngiliz işgali altına giri­yor. Bu işgallerle Osmanlı idaresi büyük ölçüde ge­ri çekilmiş oluyor. Bu ta­rihten sonra artık bir müs­temleke yönetimi başlar.

 Katar, bir kez da­ha farklılaşıyor

İngiliz işgali nasıl son buluyor?

Buradaki doğal  ­ kaynaklar çok önemli olduğu için, İngilizler bölgeden çe­kilecekleri zaman, öyle bir­den bire çekilemiyorlar. İmtiyazları sağlamlaştırı­yorlar. Bahreyn’de üs ku­rarak, Kuveyt’te kendileri­ni sağlama alarak, henüz oluşmamış Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki şeyhlik­lerle ilişkilerini sağlamlaş­tırarak geri çekilme süreci başlıyor. O zaman da or­taya Katar’ın Birleşik Arap Emirlikleri gibi bir yapı­­nın içinde kalıp kalmama­sı konusu gündeme geli­yor. Katar bir kere daha bunlardan farklılaşmak is­tediğini, bağımsız bir emir­lik olarak varlık göstermek istediğini ortaya koyuyor. Aslında Katar’ın daha son­raki dönemlerde siyaset dışı bırakılması, devre dışı bırakılması, Birleşik Arap Emirlikleri yükseltilirken, Bahreyn yükseltilirken, isminin bile anılmama­sı, biraz da bu sebeplere bağlıdır. Fakat yetmişli yıl­lardan sonra Katar çok da­ha aktif bir şekilde kendi­ni tanıtma gayreti içerisine giriyor.

Neden Katar’ın böy­le bir çabası var?

Zaten sahip olduğu do­ğal kaynaklar küçük nüfu­su çok iyi bir şekilde idare etmesine yetiyor. Zaman içerisinde bölge siyase­tinde de varlık gösterme­ye başlıyor. Bağımsızlık­tan sonra iki temel sorunla karşı karşıya kalmışlar­dı. Bir tanesi uluslararası arenada varlık göstermek. İkincisi de komşularına karşı güvenli bir ülke kura­bilmek. Çünkü kendi top­raklarının üzerinde bazı komşularının ciddi bir şe­kilde iddiaları var. Bu id­dialarda da komşuları bü­yük güçler tarafından ya himaye ediliyor ya da kış­kırtılıyor. Bu yüzden Ka­tar’ın dünya gündemine girmesi gerekiyordu. Şeyh Hamad, idareyi aldıktan sonra bu anlamda hem dış diplomaside attığı adımlar hem de farklı bir yöntem­le kültür diplomasisi yapa­rak, özellikle bölgede hiç duyulmamış spor etkin­likleri yaparak, uluslarara­sı spor müsabakalarını Ka­tar’a taşıyarak, dünyada varlığını hissettirdi. Tabii bir de büyük bir doğalgaz rezervinin ortaya çıkması­nın bunda etkisi büyük.

O zamanlar Türki­ye’yle ilişkileri nasıldı?

O zamanlar Türki­ye’nin sadece Suudi Ara­bistan’la kısmen ilişkisi vardı. Orada büyükelçiliği vardı. Dolayısıyla Türkiye Katar’ın neredeyse coğraf­yadaki yerini unutmuş­tu. 1980’li yıllardan sonra Ortadoğu’ya açılımına pa­ralel olarak elçilikler artı­rılıyor. Kuveyt’te, arkasın­dan da Katar’da bir elçilik kuruluyor, ama sadece bir elçilik olarak varlık gös­teriyor. Katar’la olan ilişki­ler 2000’li yıllardan sonra ciddi bir ivme kazanıyor.

Türkiye mi Katar’ı keşfetti, yoksa Kör­fez mi Türkiye’yi keş­fetti?

 

Bu bir ikilem tabii. Kıs­men Türkiye’nin turizm potansiyeli ve özellikle de Arap ülkelerinde yaşanan bir takım krizlerden do­layı körfez turizminin Mı­sır’dan, Lübnan’dan Tür­kiye’ye kayması, Körfez ülkelerinin, tabii ki Katar­lıların da dikkatini çekti. Ve doksanlı yıllarda Türki­ye’yi tanımaya başladılar. Türkiye de bunu iyi değer­lendirdi. Belki de ilk diplo­matik misyonun hedefle­rinden bir tanesi, turizm gibi bir takım faaliyetle­ri geliştirmek üzerine bi­na edilmiştir. Ama bugün­kü Türkiye-Katar ilişkileri tamamen 2002’den son­ra ortaya çıkmıştır. Çünkü 2003 yılında Amerika’nın bölgeyi işgali sürecinde, ABD askeri Suudi Arabis­tan’ın içinden harekat ya­pamayacağı için, Katar bir ABD üssü haline dönüşe­cektir. İşte bu süreç içeri­sinde ABD’nin Türkiye ile de stratejik ortaklıklar ge­liştirmesi, tabii olarak, Tür­kiye’nin Katar’la da yakın­laşmasına bir başka neden teşkil edecektir.

Türkiye bu riski göze aldı

Katar’la yakınlaş­mamızın sebebi bu mu yani?

Tarihsel ilişkiler ve ta­rihsel süreçte Türkiye ile Katar arasında herhangi bir olumsuz imajın olma­ması, bu ilişkilerin hızlı ge­lişmesine imkan tanıdı. Pürüzsüz bir alan. Bu im­kanı oranın yönetimi Tür­kiye’ye verirken, Türki­ye’deki yönetici yapının, özellikle o zaman Dışiş­leri Bakanı olan Davutoğ­lu’nun gayretleri de bu iliş­kiye ciddi bir şekilde katkı sağladı. Yoksa alanın rahat ve pürüzsüz olması ilişki­leri geliştirmiyor. Tabii bu Türkiye açısından bir kör­fez açılımı olduğu kadar, Katar açısından da körfez­deki sıkışmışlıktan kurtul­ma açılımı oldu.

Onun için mi Katar, Ortadoğu politikala­rında Türkiye’nin yanında duruyor? Yoksa başlangıçtan itibaren diğer Arap emirlikle­rinden ayrışma poli­tikasını mı devam et­tiriyor?

Katar, eğer farklı dü­şünmezse, orada Katar olarak kalması mümkün değil. Çünkü akrabalık bağları açısından diğer Arap kabilelerinden far­kı yok. İlişki, yaşam biçi­mi vs. aşağı yukarı aynı özellikleri taşıyor. Çok da büyük bir nüfusa sahip değiller. Katar, bölge ülke­lerinden ayrışırken, bunu çok zekice yapıyor. Önce­den Osmanlı devletini ar­kasına alarak, orada farklı davranabilme yeteneği geliştirmişti. Türkiye ile iliş­kilerine baktığımızda da, Türkiye’den önce Avru­pa ile geliştirdiği ilişkilerde kendisini tanıtmış, devlet fonlarıyla ciddi yatırımlar yapmış, uluslararası şirket­lerde ortaklıklar kurmuş, kültür diplomasisi oluştur­mak suretiyle kendisini ta­nıtmış. Ama bu yeterli de­ğil, çünkü tarihsel süreç içerisinde Katar, Avrupa için bir müstemleke ya da Avrupa orada bir sömür­geci vasfı taşıyor. Dolayısı ile tarihte olduğu gibi, Ka­tar, arkasında başka bir gü­cü hissetmek zorunda. Bu­na ihtiyacı var. En uygun olan güçlerden birisi de Türkiye. ­­

Türkiye açısından baktığımızda…

Türkiye açısından baktığımızda da, Türkiye bölgede yıllardır bütün Arap ülkeleri ile eşit mesafede durup ilişkiler kurma gayreti içerisine girmiş. Ama bundan istenilen sonuçları alamamış. Bu durumda Türkiye, başka bir riski göze alarak, bazı ülkeleri diğerlerinden ayırıp, onlar üzerinden bölge politikaları geliştirmiştir ki, bence burada seçilen ülke Katar’dı ve Katar’ın seçilmesi isabetlidir. Katar, körfezde Türkiye’nin tarihi derinliğini temsil eder.

Hamilik iddiası değil

Bu anlamda orada kurulması tasarlanan askeri üs doğru mu­dur? Niçin kuruluyor?

Doğru ve isabetli bir karardır. Üsler her zaman savaş amaçlı kullanılmaz, hatta bugünkü dünyamız­da üslerin büyük bir ço­ğunluğu barışı sağlamak için kurulur. Bu bir hami­lik iddiası olamaz. Karşılık­lı eşitlik ilkesi çok önemli. Karşılıklı menfaatler öne çıkıyor. Hem bir denge un­suru hem de bölgedeki muhtemel çatışmaların bir önleyici unsuru olacaktır.

Katar’da başka ülke­lerin üssü var mı?

ABD’nin en büyük üs­sü Katar’da Al Udeid hava üssüdür. 2003’te Irak’ı iş­gal etmek için orada ku­rulmuş olan bir üsttü. Şu­nu kabul etmeliyiz ki, eğer 2003 yılında oralar­da Türkiye’nin üssü olsay­dı, Irak’ın durumu bu ka­dar vahim olmazdı. Çok daha farklı olabilirdi. Aslın­da Körfez’de en büyük teh­dit ve tehlike, İran olarak kabul edilir. Körfez ülkele­rinin bu yaklaşımı, ister si­yasal bir paranoya, ister hakikati yansıtsın, bunu dengeleyebilecek bir gü­ce ihtiyaçları var. Ben ina­nıyorum ki güçlü bir Türk üssünün orada olması, bu korkuyu hafifletir. Gele­cekte barışın tesisinde cid­di ve önemli görevler üst­lenir. Hatta bölgede enerji güvenliği bu üsler sayesin­de sağlıklı bir şekilde yürü­tülürse, diğer Avrupa ve­ya Amerikan üslerinin de azalması mümkündür. ­

Benzer konular