“Müslümanlar kendini nasıl tanımlamalı?” Bu sorunun belki de en az sorulduğu ekonomi alanında çalışan Temel Hazıroğlu, “Katılım ekonomisi” kavramını öneriyor. Müslüman aydınların zihinsel tembellikle Batılı kavramları devşirdiğini söyleyen Hazıroğlu’na göre, antikapitalist gibi kavramlar sapmadan ibaret. “Neden kanaat ekonomisi değil de katılım ekonomisi” sorusunaysa, “Kanaat kelimesi insanın bir hasletini, yaşayışındaki normal bir davranışı, iktisatlı yaşamasını gösterir. Buradan ekonomik bir model çıkarmamız çok zor” diye yanıt veriyor.
Türkiye son 20 yıldır bir değişimden geçiyor, ekonomi de değişimin bir parçası. Siz genel tabloyu nasıl yorumlarsınız?
AK Parti Cumhuriyet tarihi boyunca halka en yakın iktidar olarak görünüyor. Cumhuriyet tarihinden biraz gerilere baktığımızda, yaklaşık iki yüzyıldır yaşanan tartışmaların son dönemde de yaşandığını görüyoruz. Osmanlı’da gerileme kendi açısından bir fetret toplumu oluşturdu. Toplum da kendi içinde “Sıkıntıdan, gerilemeden nasıl çıkarız?” tartışması yaşadı. Türkiye’deki Batı’ya yönelme, o dönem yaşanan içerdeki tartışmanın bir yönünü gösteriyor. Kurtuluş için örneği Batı’dan almalıyız fikri oluştu. Her fetret toplumunda olduğu gibi, burada da bir ana damar kendi dışındakine özenerek içinde bulunduğu sıkıntıdan çıkmaya çalıştı. Başka bir ana damar da kendi değerlerine bağlı kalarak bu krizden çıkmak istedi. Bu iki ana damar, toplumda iki ana çekişmeyi oluşturuyor. Ben bunların birine sol sapma diyorum. Sol sapma kendinden uzaklaşarak başka bir şeye özenme eğiliminde. İkincisi de içe dönük tartışma yürütüyor. Tarihe odaklanarak, kahramanlıklar üzerinden kendi varoluşunu sürdürmeye çalışıyor. Bu da zamana yabancılaşmayı beraberinde getiriyor. Tarihe yaslanmamız iyi bir şeydir ama bizi kurtaran bir şey değildir. Bugünkü insana dokunacak bir dil konusunda zayıf kalıyoruz. Müslüman aydınların fetret toplumunun bu iki ana damarının içinde bir üçüncü damar olarak yine muhafazakâr dile yakın, tarih bilinci taşıyan ama bugüne bir şey söyleyen, insana, topluma, dünyaya ilişkin bir anlayış geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bahsettiğiniz yeni formu nasıl tarif edersiniz?
Geleneğe yaslanmamızı önemli buluyorum. Gelenek bizim açımızdan bir tür kültürdür. İnsanlığın, gerçekliğin var olan değerlerinin bugüne taşınması yaslanacağımız yer açısından önemli bir oturma alanıdır. Ancak geleneğin olduğu gibi kalması bizi tekrara iter. Buna yeni bir halka eklememiz lazım. Yeni bir halka eklemezsek, bugünkü insanı yakalayamayız. Yeni bir dil keşfetmemiz gerekiyor. Onun da yolu insan anlayışını baştan tarif etmek. Yaptığımız tanımın insan doğasına uygun olması lazım. Bir insan tarifi var Batı’da. Doğu’da da var. Bizim Müslüman olarak yeni bir zihin üzerinden bir tarif getirmemiz lazım. İktisatla ilgili tartışmalarda İslami camia henüz bir şey söylemiyor. İlk adım olarak insan anlayışımızı ekonomik insan dışında değer insan olarak yeniden tanımlamamız gerektiğini düşünüyorum. İnsan için dünyanın değeri ve önemi onun tekrar cennete gitmek için uğraştığı yer olmasıdır. Bunu unuttuğumuz anda insan farklı bir tanıma gidiyor, hayat başka bir yere gidiyor.
Siz, kavram olarak katılım ekonomisini önerdiniz…
Evet. Şimdi “katılım bankacılığı” kavramı da tartışılıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız buna bir eleştiri getirdi. Aslında kavramı ilk defa 1997’de önermiştim. Önce katılım kavramı nereden çıktı, bunu izah etmek gerekir. Biz özel finans kurumları olarak çalışıyorduk. 1985 senesinde faaliyete başlamıştık. Klasik bankacılık hizmetleri yanında, yurtdışındaki müşterilerimize akredite açıyorduk. İsmimize bakarak bizi leasing, factoring şirketi zannediyorlardı. Bunlar bankayla karşılaştırılmayacak oranda şirketler. İkinci sorunu da teminat mektubu vermek noktasında yaşadık. Ereğli, Tüpraş, Petkim gibi büyük firmalar teminat mektuplarımızı kabul etmiyordu. “Özel Finans Kurumu” olarak anılmamızdan kaynaklanan sıkıntılar gündeme gelince, “Bunu nasıl aşarız” diye düşünmeye başladım. Esinlendiğim kavramlar kâr, zarar ve katılım hesapları oldu. “Katılım bizi izah eder” diye bir öneri getirdim. O dönemde çok kabul görmedi.
Peki ya bankacılık yasası?
Bankacılık yasası ayrıdır, 1999 yılında özel finans kurumları bir çare olarak Bankacılık Yasası’na dâhil olmak gayreti içine girdik. İlk olarak “Yasaya katılım bankası olarak dâhil olalım” önerisi yaptık. İkna edemedik. Özel Finans Kurumları adıyla Bankacılık Yasası’na girdik. Sorunlar devam etti. O zamanki genel müdürümüz birlik başkanıydı, “Kavramı kamuoyuna duyuralım” dedi. Ben de o zaman, “Bankacılıkta yeni boyut: Katılım Bankacılığı” diye bir yazı kaleme aldım. Bereket Dergisi’nde kapak oldu. Kavramı geliştirirken sürece katılma, hayata katılma, aktif olma üzerinden bir felsefe yakalamaya çalıştım.
Katılım bankacılığının vaadi nedir?
Faiz hassasiyeti olan, faiz almak istemeyen insanlar var. Faiz dediğimiz şeyi de basit olarak tarif edersek, bir değerin sabit olarak ilave edilerek geri alınmasıdır. Bankacılıkta topladığımız fonlardaki müşterilerimize sabit bir getiri vaadinde bulunuyorsak, faizdir. Katılım bankacılığı toplanan fonlara ilişkin sabit bir faiz vaadinde bulunmuyor. Topladığımız fonu kullanacağız, elde ettiğimiz kârı 80’e 20 paylaşacağız diyor. Bunu biraz geliştirerek katılım ekonomisi oluşturabilir miyiz diye bir düşünce oluştu bizde.
Yeni kavram üretme ihtiyacı bu söylediğiniz pratik nedenler dışında teorik bir alt yapıya da dayanıyor mu?
Bir Müslüman zihnin eşyaya, insana, kâinata ilişkin bir algısının olması lazım. Yaygın bir kullanım var: İslam ekonomisi. Buna itiraz ediyorum. İtirazım şuradan kaynaklanıyor, son iki yüz senedir Müslüman zihin gerileme yaşadığı için, yaşadığı problemleri aşma konusunda çözümü İslam’da görüyor ve her olayın başına İslam kelimesi koyarak sorunu çözdüğünü varsayıyor. Bence ana sorun budur. Ekonomide İslami bir yapı kurmalıyız, o halde İslam ekonomisi. Bankacılıkta İslami kurallara uymalıyız, o halde İslam bankacılığı. Var olan bütün kavramsal düzenin başına İslam koyarak çözme alışkanlığı çok büyük bir kolaylıktır. Entelektüel zihnin tembelliğini gösterir. İslam’ın iktisat görüşü olabilir, çünkü iktisat bir maksada matuf yaşamaktır, zaten bize ait bir kelimedir. Batıya ait olan ekonomidir. İktisat maksattan gelmedir, kasıttan gelmedir, kısıttan gelmedir. Bir amaca matuf yaşamak ve onun üzerinden hayatımızı idame ettirmek anlamı taşır. Bu amaç da İmam Gazali’den alırsak zikirdir. İnsanın ulvi olarak, ahlaki olarak insanlığa hizmet etmesidir. Allah rızası için yaşamaktır. Toplumsal ve ekonomik düzeni buradan kurmak istiyorsak, burada yapmamız gereken şey iktisadi anlayışımızı tekrar ontolojik kodlarına taşımaktır. İslam aziz bir kelimedir, bunu çokça kullanmaya gerek yok.
Faizsiz bankacılık, kanaat ekonomisi gibi kavramlar bu ihtiyacı karşılamıyor mu?
Faizsiz ekonomi kullanılabilir ama negatif bir tanımlama. Bir şeyin ne olması gerektiğinden çok ne olmaması gerektiğine işaret eder. İçinde faiz olmayacak. Ama İslam iktisadı sadece faiz üzerine bina edilemez. Kanaat ekonomisi de var. İslam’ın ekonomik görüşünü izah ederken, onun bugüne dokunan boyutunu dikkate almak gerekiyor. Kanaat ekonomisi bu açıdan yeterli değil. Mustafa Kutlu, “Benim hikâyelerimde geçiyor, kanaat ekonomisi kavramını düşünmez misin” dedi. Kanaat kelimesi insanın bir hasletini, yaşayışındaki normal bir davranışı, iktisatlı yaşamasını gösterir. Buradan ekonomik bir model çıkarmamız çok zor. Çünkü insanın bireysel duruşuna dayanıyor. Başka bir kavram olarak paylaşım da öneriliyor. Bu da var olanı paylaşmak manasına gelir. Emek ekonomisi olabilir, İslam’a yakışır. Verim ekonomisi olabilir. Ama bütün bu kavramlara baktığımızda hep olayın tek bir boyutuna işaret ettiğini görürüz. Bugün İslam dünyasının batıya muhtaç olmadan kendi kendine yetecek ekonomiye gelmesi benim tarifimin çıkış noktasıdır. Paylaşım ve kanaat bunu çözmüyor. Bizim yeni baştan seferberlik yapmamız gerekiyor. Katılım ekonomisi kanaat ekonomisini kapsıyor, önemli bir parçası.
Siz yalnız Türkiye için değil, tüm coğrafya için bu kavramı öneriyorsunuz o halde.
Nurettin Topçu, işi insanın hayata iştirakinin bir parçası olarak görür. “İş insanın hayata kâinata iştirak etmesidir” diyor. Katılım kelimesi hem insanı hayata iştirak anlamında, hem İslam dünyasının ekonomisinin kalkınması, hareketlenmesi, daha çok çalışmamız açısından bizi izah ediyor. Ümmetle milleti biraz ayırmak lazım. Ümmet var olan bir organizasyon üzerinden bir toplumu gösterir. Millet ise, geleneği olan, tarihten devam eden bir şeydir. Dolayısıyla biz Hz. Peygamberin ümmetinden, Hz. İbrahim’in milletindeniz. İslam milleti üzerinden biz kardeşiz. Suriye’de yaşanana bakın. İnsanlar bir taraftan kardeşliği anlatırken, bir taraftan Suriyeli mültecilere ev vermeyin diyor. Millet bilinci önemli o yüzden. Herkesin çalışması, herkesin katılması lazım. Dolayısıyla katılım ekonomisinden maksat bütün insanların seferber olarak sürece katıldığı, kalkınma ve gelişme için muhakkak çalışması gerektiği bilincine varılan bir süreç. Hepsini kapsayan bir çatı isim olarak önermiş oldum.
Antikapitalist diye bir kavram da atıldı ortaya.
Zihinsel tembellik var. Kendimizi bir şeye karşı olarak mı tanımlamamız lazım? Antikapitalist bizi tarif eden bir şey midir? Biz yokluk üzerinden mi kendimizi tanımlayacağız? Bu bir sapmadır bence. Bir şeyin parçası olmak da bizi izah edebilir mi? “İslam ekonomisi liberal bir ekonomidir” diyenler var. Ayrı bir iktisat olamaz diye düşünüyorlar. Yeni bir şey söyleyeceksek, bunu negatif bir tanım üzerinden veya bir şeyin parçası olarak değil, kendimiz üzerinden söylememiz lazım. Bizim bir şeyin taraftarı ya da karşıtı olarak görünmek zorunluluğumuz yok. Avrupa Birliği’nin de parçası olmak zorunda değiliz. Kapitalizmin de antisi ya da kendisi olmak zorunda değiliz. Müslüman zihnin kalkış noktasının hakikat olması lazım. Zorlama yorumlarla sosyalizm çıkarmaya çalışıyorlar.
Katılım ekonomisinin sacayakları nelerdir?
Temel dayanağı ahlaktır. Ahlakı derin anlamda alıyoruz. Basit anlamda insanın söz ve davranışının uyumu, derin anlamıyla ise insanın yaradılışa uyumudur. İkinci ilkesi adalet ve hakkaniyettir. Adalet de denge üzerine olmaktır. Bu toplumun, eşyanın, insanın ait olduğu yerde konumlanmasıdır. Üçüncüsü ihsan ve dayanışmadır. İhsan daha çok vermek olarak geçer. Katılım ekonomisinin başlangıç noktası, vererek dayanışma başlatmaktır. Sezai Karakoç “Allah insanların rızkına kefil olmuştur. Eğer bizim rızkımıza kefilse, biz niçin çalışıyoruz?” sorusunu ortaya atar ve cevap verir, “Başkaları için çalışıyoruz.” İhsan budur. Dayanışmayı bizim inşa etmemiz lazım. Bir şey bekleyerek aileyi sürdüremezsiniz, beklemeden vererek sürdürebilirsiniz. Müslüman zihin açısından önemli kavramlardan biri budur. Dördüncü aşama katılım dediğimiz, emek dediğimiz şeydir. Hayatın emek ve ortaklık üzerinden inşa edilmesidir. Emekle var olmak, yaşamak çok önemlidir. Beşinci temel ilkeyse, aktiflik ve üretkenliktir.