Türkiye, 31 Mart yerel seçimlerine hazırlanırken, partiler arasında ittifaklar oluştu, adaylar belirlendi. Bir tarafta MHP ve AK Parti’nin oluşturduğu Cumhur ittifakı, diğer tarafta ise CHP, İyi Parti, Saadet Partisi ve örtülü ittifakını belirli yerlerden aday koymayarak aşikar eden HDP. Gerçek Hayat dergisi olarak AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’la buluşup, yerel seçimler özelinde bir röportaj gerçekleştirdik. İyi Parti’nin milliyetçi kökenden gelen tabanına HDP ile olan işbirliğini izah etmekte zorlanacağını açıklayan Kurtulmuş, İzmir adayı Soyer için, CHP’nin darbeyle arasına mesafe koyamayan, hatta zaman zaman darbeye çanak tutan anlayışını deşifre ettiğini söyledi.
Partiler 31 Mart mahalli seçimlere normalin üstünde bir önem atfediyor, bu seçimin diğerlerinden ne farkı var?
Bu seçim birçok açıdan önemli. En hassas nokta Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra yapılacak ilk seçim olması. Her ne kadar bir yerel seçim söz konusuysa da milletin iradesini teyit etmesi bakımından önemli. İkincisi yeni sistem çerçevesinde yüzde 50 + 1 oy alma gerekliliği belediye başkanları için de söz konusu olacak. Sistem doğası gereği önümüzdeki 10 yıl belki de daha uzun bir süreçte Türkiye’yi iki partili bir sisteme götürebilir. Ancak şu anda Türkiye’nin siyasi hayatı iki aksta; bir tarafta AK Parti’nin başını çektiği, bir tarafta CHP’nin başını çektiği siyasal akslar üzerinde toplanacak. Dolayısıyla bu seçim yerel seçim olmasına rağmen 24 Haziran’da yapılan ittifaklar bu seçimde gerçek haline geliyor. İttifakların sınanması bakımından da önemli bir seçim.
Anketler ne söylüyor seçimle ilgili?
Şu anda netleşmiş çok ciddiye alınacak bir anket sonucu yok ancak AK Parti olarak Türkiye’nin birçok seçim çevresinde favori olarak giriyoruz. Cumhur İttifakıyla birlikte bu çevrenin genişleme imkanı da söz konusu olabilir. Seçimin açık ara birinci partisi AK Parti olacaktır.
Ankara, İstanbul gibi büyükşehirlerde seçimin çekişmeli geçeceği gibi bir algı var, sizce de böyle mi?
Siyaset emek işidir. Seçimler masada değil meydanlarda mücadele edilerek kazanılır. AK Parti siyasi anlayışının merkezine öteden beri emeği, kadrolarının, teşkilatlarının gönüldaşlarının emeğini koymuş bir partidir. Bu anlamda yoğun bir mücadele olacak. Bazı seçim çevrelerinde başabaş mücadele söz konusu olacak ama sonuçta milletin teveccühünün yeniden AK Parti etrafında toplanacağını görüyorum.
CHP-HDP İTTİFAKININ ÖRTÜSÜ KALKTI
CHP ve İyi Parti ittifak içindeler, HDP dillendirilmiyor. Saklanan bir ittifak mı var aralarında?
CHP’nin başını çektiği ittifakın mahiyeti ile ilgili milletimizin bazı tereddütleri söz konusu. CHP sadece karşıtlık üzerinden bir ittifak oluşturuyor. Yani AK Parti gitsin de Erdoğan düşsün de ne olursa olsun! 24 Haziran’da gizli kapaklı bir ittifak gibi görünüyordu ama bu seçimde ittifakın örtüsü kalkmıştır. Açık ve net bir ittifaktır. Terör örgütü ile ilişkili olan siyasi partinin “şurada, şurada, aday göstermiyoruz” demesi, zaten CHP ve İyi Parti arasında varolan ittifaka destek veriyoruz anlamına gelir.
İyi Parti’nin milliyetçi kökenden gelen tabanına HDP ile olan işbirliğini izah etmekte çok zorlanacağı açıktır. Aynı şekilde CHP’nin klasik tabanını oluşturan kendisini klasik ulusalcı, cumhuriyetçi addeden kitle için de ayrılıkçı bir terör örgütünün gölgesindeki siyasi parti ile iş birliği yapmanın izahı oldukça zor ve hakikaten vicdanların kabul etmeyeceği bir durumdur. Dolayısıyla sözlerde ortaya konmaya çalışılan örtü, bu kampanyanın hemen başında kalkmıştır. Bunun değerlendirmesini yapmak da CHP ve İyi Parti’nin seçmenlerine düşüyor.
CHP’nin İzmir adayı da çok büyük tartışmalara neden oldu…
İzmir’de ortaya çıkan tartışma CHP’nin Türkiye’nin bugün geldiği noktadaki hassasiyetlerini çok da değerlendirmeden bazı atamalarda bulunduğunu gösterdi. Elbette Sayın Soyer’in babasının suçları ile yargılanmasını ya da hesaba çekilmesini asla söylemiyorum. Ama bu adayı İzmir gibi en büyük şehirlerden birisine getirirseniz, bütün bu eleştirileri de göğüslemeniz lazım. Bizim neslimiz 12 Eylül’de milliyetçisi, solcusu, liberali, İslamcısı ile ağır bir fatura ödedi. İşkencehaneler, nezarethaneler, sorgulamalar, işten, üniversiteden atılmalar… Yargılamaları ile de suçlu oldukları tespit edilmiş bir cuntacı heyetin en önemli isimlerinden biri olan Nurettin Soyer’in adını bir seçim kampanyası dolayısıyla gündeme taşımak, Allah aşkına hangi aklın eseridir? Bu ister istemez, hele 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı, 12 Mart’ı, 27 Mayıs’ı bilen geniş kitleler için, CHP’nin darbeyle arasına mesafe koyamayan, hatta zaman zaman darbeye çanak tutan anlayışını deşifre etmiştir.
Cumhurbaşkanımız daha önce ‘metal yorgunluğu’ diye bir kavram ortaya koymuştu. Uzun süredir görevde olan AK Partili belediyelerde metal yorgunluğu söz konusu mu?
Sadece bu seçim dolayısıyla değil, epeydir bu ve benzeri konular bizim camiamızda, seçmenimizin arasında da konuşuluyor, gündeme geliyor. Zaten kamuoyundaki bir takım özeleştirilerin ya da parti içerisindeki özeleştirilerin doğal bir sonucu olarak da ortaya, tevazu, samimiyet ve gayret öne çıktı. Hatırlarsanız Cumhurbaşkanımız uzun bir süre tevazunun üzerinde durdu. Kibir kuleleri gibi dolaşmanın bizim siyasi anlayışımıza uymadığını anlattı. Bunu bütün parti kadrolarımıza söylüyoruz. Ancak ne kadar samimi, ne kadar mütevazi olursanız olun, eğer gayretle millete hizmet etme yolunda mücadele etmiyorsanız bunun bir kıymeti yok. Nihayetinde bir insan faktörüyle bu işi götürüyorsunuz, bu alanlarda bir takım eskimeler, bir takım çözülmeler olabilir. Bunların önüne geçmek için bunu bir temel olarak söylüyoruz.
Yine bu seçim kampanyasında Sayın Cumhurbaşkanımızın 11 maddelik manifestosunda ele alınan konuların tamamına yakını, sahada vatandaşımızın zihninde ve gönlünde olan beklentiler ve kısmen de eleştirilerden derlenip toparlanmış hususlardır. Örneğin, ısrarla yine Cumhurbaşkanımızın vurguladığı yatay şehirleşme. Şehirlerin yeşillerinin daha bol hale getirilmesi, millet bahçelerinin oluşturulması, belediye yönetimlerinin şeffaf olması ve tasarrufa önem vermesi gibi konular sahadaki beklentilerin cevabı olarak ortaya çıkmış konulardır.
Belediye başkanlarımızda arayacağımız üç temel yönetici özelliğinin de altını çiziyoruz. Birisi adalet, ikincisi emanet, yani şehr emini, şehrin her şeyinin kendisine emanet edildiği insanlar. Sadakat prensibiyle de millete sadakati kastediyoruz. 1994 ruhuna yeniden, onu da tekrar tazeliyerek, 2023’ün, 2053’ün Türkiyesinde o ruhla, o zihniyetle siyasi kadrolarımız nasıl kendisini günceller, bunun gayreti ve telaşı içerisindeyiz.
GERÇEK HAYAT HAKLI
Türkiye’de hâlâ 12 Eylülcülerin, 28 Şubatçıların isimleri çeşitli kamu kurumlarında, okullarda, caddelerde yaşıyor. Hatta biz 2 hafta önce ‘Haftanın Suâli’ bölümümüzde devlete bunların ne zaman kaldırılacağını sorduk. Bu konuda ne dersiniz?
Bu çok doğru. Türkiye darbelerle anılan bir ülke olamaz. Darbelerin bütün izlerini kaldırmak, demokrasiyi takip etmek zorundadır. Bu konuda çok mesafe alındı. Birçok yerden isimler silindi. Varsa darbecileri hatırlatan isimler bunların hepsinin kaldırılması lazım. Demokrasi biraz da semboller üzerinden yürür. İnsanların hafızalarında bu kirli isimleri canlı tutmamak lazım.
ASGARİ ÜCRETE KÖLE BİR NESİL
AK Parti manifestosundan eleştirilere kulak verildiğini görüyoruz, şehirleşme politikalarında bir değişiklik söz konusu. Ancak kırdan, kentteki varoşlara göçen, asgari ücretle köleleştirilen bir nesil çıktı ortaya. Çocukların eğitiminin 12 yıla çıkartılmış olmasıyla birlikte mesleklerin öldüğü, kırdan koptukları yönünde bir tespit var. Mahalleye, köye yönelik yeni bir politika da geliştirmek gerekir mi?
Bu sorunun iki tarafı var, birincisi kırsaldan şehre yerleşmenin sosyolojik sorunları, diğeri ise eğitimin gerçek hayatın içerisinde ne kadar var olduğu. Eğitimin hayatın, sanayinin, ziraatın, toplumun içinde olması lazım. Bu anlamda tekno kentler arttıkça, Ziraat fakültelerinin Anadolu’daki uygulamalı programları arttıkça bir gelişme sağlanıyor. Eğitimin uygulamalı hale gelmesi için gayret sarf ediyoruz. Bu da bugünden yarına çözülecek bir mesele değil.
Torba kanunların aşırı teknik olduğu ve milletvekilleri tarafından tam olarak anlaşılamadığı gibi bir iddia var. Bunun da milletvekillerini biraz pasifize ettiği söyleniyor?
Yeni sistemin doğası gereği olmazsa olmazı, Meclisin güçlü olmasıdır. Meclis yasamanın merkezidir ama Meclis’in yasama ve denetleme fonksiyonunun üstünde bir rolü var. Siyasetin tabiri caizse nazargahıdır. Siyasetin merkezidir. Dolayısıyla Türkiye’nin siyasal sorunlarının konuşulduğu, farklı siyasi görüşlerin harmanladığı ve çözüm üreten siyasetin güç merkezi olmayı sürdüren bir meclisi önümüzdeki dönemde görmek durumundayız. Çünkü güçlü bir başkanlık sistemini taşıyacak olan ana omurgalardan birisi güçlü Meclistir. Bir diğeri de güçlü partilerdir. Bu üçünün de güçlü olması lazım. Şimdi geçiş sürecindeyiz.
Meclis başkanlığı için sizin isminiz geçiyor. Ne söylemek istersiniz?
Meclis başkanlığı hem önümüzdeki dönem Türkiye siyasetinin evrileceği nokta bakımından önemlidir. Güçlü bir Meclisin olması Türkiye’nin yönetimi için şarttır. Prestijli ve şerefli bir makamdır. Ama bizim siyaset geleneğimizde hiçbir makama şimdiye kadar talip olmadık. Bu, nihayetinde Sayın Cumhurbaşkanımızın istişareleri sonucu vereceği bir karardır. Ona göre de AK Parti grubu yönlenecektir.
Şu an sosyal medyada çok tartışılan bir konu var. Tanzim meselesi. Tanzim satışları fiyatların düşmesine bir çözüm olacak mı? Siz nasıl bakıyorsunuz bu konuya?
Adı üstünde tanzim, çeşitli nedenlerle, spekülasyonlarla, Antalya’daki seralarda ortaya çıkan durumla ilgili başka bir sürü neden üst üste geldi ve maalesef fahişin üstü bir fiyatlanma söz konusu oldu. Bu normal değil. Normal olsa zaten devletin müdahale etmesi düşünülmez. Bu normal olmayan duruma müdahale etmek bakımından piyasayı düzenlemek amacıyla böyle bir faaliyetin içine girildi.
Tanzim satışının işe yaradığını görüyoruz. Piyasayı rahatlatacak, vatandaşı rahatlatacak olan bir durumdur. Zaten bir müddet sonra piyasadaki fiyatlar da normal, olması gereken fiyatlara inecek. Böylece tanzim satışları görevini görmüş olacaktır.