İsrail’in Yahudi Ulus Devleti Kanunu’nu çıkarmasıyla birlikte, yarım asırdır sürdürdüğü mağduriyet safsatasına son verip gerçek niyetini ortaya koyduğunu söyleyen Prof. Zekeriya Kurşun, “Hiçbir emek vermeden yerleşilen bir coğrafyada yaşayan insanların yok sayılması, buna karşılık buranın dünyadaki bütün Yahudilerin ülkesi olarak ilan edilmesi tam bir çılgınlıktır. Irkçılığın ötesine geçmiş bir davranıştır” diyor.
İsrail’in pervasızca Filistinli Müslümanları katlettiği, hapsettiği, topraklarına el koyduğu bugünlerde bir de Yahudi Ulus Devleti Kanunu’nu çıkarması ve dünya devletlerinden hemen hemen hiç tepki almaması Filistin’in yalnızlığının en belirgin kanıtı oldu. Türkiye’nin son dönemdeki girişimleri ve İİT dönem başkanı sıfatıyla yaptıkları, 100 yıl sonra Kudüs’ü ilk defa gerçek anlamı ile Müslümanların gündemine soksa da bu konuda atılacak çok adım var. Prof. Zekeriya Kurşun ve Ali İhsan Aydın, ‘tanımak anlamanın ilk şartıdır’ düsturuyla, Kudüs’ü bilimsel kaynaklara dayanarak bütünsel şekilde ele alan bir rehber kitap hazırladı. 100 Soruda Kudüs kitabı, Kudüs’ün tarihi, coğrafyası, fethi, İslam dini ve diğer dinler için önemi gibi konulardan başlayıp, Osmanlı hükümdarlarının Kudüs’e olan ilgisinden şehrin yapısına, idaresinden Kudüs’teki toplum dinamiklerine kadar Osmanlı dönemindeki Kudüs ile ilgili de bilgi veriyor. Bilimsel araştırma yapacaklar için de bir giriş, el kitabı niteliği taşıyan kitabın son bölümü ise Kudüs’teki bu mekânları merak edenler veya ziyaret edecek olanların aradıkları bilgiyi rahatlıkla bulabilecekleri bir rehber olarak tasarlanmış. Prof. Zekeriya Kurşun ile “100 Soruda Kudüs” kitabını ve Filistin sorununu konuştuk.
-Kudüs’ü yüz soruya yüz cevap ile anlatan bir kitap hazırladınız. Neden böyle bir çalışmaya ihtiyaç duyuldu?
Kudüs konusunda Türkiye’de genel okuyucu kitlesine hitap eden, tarihi bütünüyle ele alan ve ciddi kaynaklara dayanan eserlerin yetersiz oluşu bizi bu kitabı hazırlamaya sevk etti. Kudüs konusu ile Türkiye’nin tüm kesimlerin yakından ilgili olmasına karşın genel bilgi içeren eserlerin sayısı ve niteliği bu ilgi ile kıyas edilemez. Öncelikle bu eserde okuyucunun baştan sona bir Kudüs tarihi ile karşılaşmasını istedik. Bu genel okumayı yapan okuyucular içerisinden belli konularda derinlemesine okumalar yapmak isteyenler için her bölümün sonunda kaynak eserlerin listesi verildi. Bu sayede kitap yalnızca genel Kudüs tarihi sunmakla yetinmiyor aynı zamanda Kudüs konusunda okumalara yeni başlamış kişilere rehberlik ediyor. Böylece dinler tarihinden devletler tarihine, toplumsal tarihten iktisadi tarihe kadar çok çeşitli alanlarda okuyucuyu yeni kitaplar ile buluşturmayı hedefliyor. Diğer taraftan kitap bu alanda bilimsel araştırma yapacaklar için de bir giriş, el kitabı niteliği taşıyor.
Ayrıca kitabın son kısmında Kudüs’te en çok ziyaret edilen mekânlar hakkında bilgilere yer verildi. Daha önceki bölümlerde tarihsel süreç içinde bahisleri yer alan bu mekânlar burada müstakil olarak değerlendirildi. Aynı zamanda kitap, Kudüs’teki bu mekânları merak edenler veya ziyaret edecek olanların aradıkları bilgiyi rahatlıkla bulabilecekleri bir eser, bir rehber olarak tasarlandı.
-Peki bu yüz soru nasıl, neye göre tespit edildi?
Çok önemli bir ayrıntı. Kitap, Kudüs’ün Osmanlı idaresinden çıkışından 100 yıl sonra kaleme alındı. Bu sembolik rakam kitabın soru sayısının da ilham kaynağı oldu. Sorular, tarihsel süreçlere olabildiğince net bir şekilde değinebilme gayretiyle bir dağılıma tabi tutuldu. Örneğin birinci bölümün ilk kısmındaki sorular, Kudüs’ün coğrafyasını, ilk çağlardaki tarihini ve jeopolitiğini ortaya koymayı amaçlıyor. Kitabın tür olarak bir şehir tarihi kitabı olması sebebiyle bu bilgilere yer verilmeden diğer konulara geçilmesi yerinde olmazdı. Daha sonra Kudüs’ün neden mukaddes bir şehir olduğu konusundaki sorularla devam eden kitap, günümüze kadar kronolojik olarak geliyor. Soruların sıralamasında ve konu içeriklerinin sunulmasında baştan sona kronolojik anlatıma uyuldu. Böylece şehrin benzersiz hikâyesini okuyucuya en iyi şekilde sunmaya çalıştık.
OSMANLI HEP GÖZARDI EDİLMİŞTİ
-Osmanlı ile ilgili olan bölüm diğerlerine nazaran daha geniş. Bunun sebebi nedir?
İlk yirmi beş soru Kudüs’ün tarih sahnesine çıkışından Osmanlı’nın Kudüs’ü hâkimiyet altına alışına kadar olan dönemi kapsıyor. Ardından gelen elli soru I. Dünya Savaşı’nda Kudüs’ün Osmanlı hâkimiyetinden çıkışına kadar Osmanlı dönemine ayrıldı. Sonraki yirmi beş soru ise İngilizlerin Kudüs’ü almasından günümüze kadar olan döneme ayrıldı.
Osmanlı dönemine geniş olarak yer verilmiş olması diğer dönemlere önem verilmediği anlamına gelmiyor. Kitabın tümü bir bütün olarak titiz bir araştırma ve özenli bir sunum örneği. Osmanlı dönemine ayrılan soruların fazlalığı, bu dönemin modern Kudüs literatüründe bilinçli bir şekilde göz ardı edilmesinden kaynaklanıyor. Genel Kudüs kitaplarının büyük çoğunluğu Osmanlıların Kudüs’te etkin olmadığı ve oraya gerekli önemi göstermediği tezini savunmak için dört yüz yıllık bir süreci görmezden gelmeyi yeğlerler. Osmanlıların Kudüs’te nasıl örnek bir yönetim sergilediğini ve dünyanın gözünün olduğu bir yerde barış ve huzuru nasıl tesis ettiklerini ortaya koymak için kitaptaki soruların yarısını bu döneme ayırdık. Bir taraftan kitabın yarısıyla Osmanlı modelini tanıtırken diğer taraftan bu konuda araştırma yapacaklara da yeni hipotezler sunmuş olduk.
OSMANLI ARŞİVLERİ EN ÖNEMLİ KAYNAK
-Çalışmayı hazırlarken ne gibi kaynaklar ve belgeleri kullandınız?
Kitabın genelinde akademik anlamda üretilmiş olan araştırma eserlerinden faydalandık. Yerli ve yabancı ciddi araştırmacıların ortaya koymuş olduğu bilgiler, verilmek istenen mesaj çerçevesinde okuyucuya sunuldu. Bu araştırma eserlerinin büyük çoğunluğu Osmanlı arşiv belgelerine dayanan çalışmalar. Kendi araştırmalarımız esnasında ulaştığımız Osmanlı arşiv belgeleri de künyeleri verilmek suretiyle ilgili bölümlerde sunuldu. Kudüs tarihini yazmak için en önemli kaynak Osmanlı arşivleridir. Kudüs’ün 400 yıllık tarihi bütün detaylarıyla bu belgelerde saklıdır. Buna rağmen bugüne kadar en az istifade edilen kaynaklar da bunlardır. Kitapta örnek belgeler vererek bu konuya da dikkatleri çektik. Zaten son üç yıldır geniş bir ekip ile Osmanlı arşivlerinde (Devlet Arşivleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivleri) araştırmalar yürüttük. Oradan edindiğimiz bilgiler de bu kitabın oluşmasına katkı verdi. Ayrıca bu konuda daha önce yaptırdığımız tezler ve Ali İhsan’ın Kudüs konusunda sürdürdüğü doktora tezinin kaynakları da kitaba önemli katkılar sundu.
SORUNU OLUŞTURANLAR SÖZDE ÇÖZÜM ARAYICILAR
-Filistin meselesi neden yüz yıldır çözüme ulaştırılamıyor?
Çünkü yüz yıl önce modern dünya yeniden kurgulanırken haksızlık ve adaletsizlik üzerine kurgulandı. I. Dünya Savaşı sömürgecilerin ihtiraslarının doruğa çıktığı bir zamanda patladı ve o güne kadar paylaşılmamış Osmanlı topraklarını paylaşmayı hedefledi. Buna, daha önce Avrupa’da başlayan antisemitist yaklaşımların Yahudilerden kurtulma düşüncesi ile Siyonistlerin savaşı bahane ederek Filistin’e yerleşme idealleri de ilave edilince, karmaşık bir durum ortaya çıktı. I. Dünya Savaşında İtilaf Devletleri ikiyüzlü bir tavır sergileyerek bir taşla iki kuş vurmak istediler. Bir taraftan savaşın finansörlüğünü Siyonist sermayedarlara yaptırarak savaş ekonomisini yürütürken diğer taraftan Balfour Deklarasyonu ile de Filistin’i onlara peşkeş çekerek dünyada o güne kadar olmamış bir şeye imza attılar. Yahudilere hile ve rüşvet ile kendilerine ait olmayan bir coğrafyayı sattılar. Son yüz yıldır dünya bu sancı ile yaşıyor. Olaya sebep olan tarafları bile tatmin etmeyen bu gelişme, her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Hitler’in ırkçı yaklaşımı ve Filistin’i manda olarak elinde tutan İngiltere’nin ikiyüzlü tavrı da zaten bir yumağa dönmüş sorunu daha da içinden çıkılmaz bir hale soktu; İsrail kurdurularak, ABD’nin bölge politikalarına emanet edildi. Kısaca sorunu oluşturanlar aynı zamanda sorunun sözde çözüm arayanları olunca Filistin meselesi çözümsüz bir hal aldı. Oysa bu mesele dünya barışı için olmazsa olmaz meselelerden bir tanesidir. Ancak bugüne kadar ne bir uluslararası kuruluş ne de tek bir ülke meseleye çözüm üretecek siyasi bir irade ortaya koyamamıştır.
KUDÜS MESELESİ TÜRKİYE OLMADAN ÇÖZÜLEMEZ
-Fakat Türkiye’nin en azından çabaları var. ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanımasına karşı çıkması ve bu konuda uluslararası kurumları harekete geçirmesi önemli değil mi?
Söylediğim gibi 100 yıldır bu konuda siyasi irade gösterebilen bir güç olmadı. Batı ve Batı değerlerini temsil eden BM hiçbir şey yapamadı. ABD Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni her konuda olduğu gibi Filistin konusunda da sürekli engelliyor. İslam dünyasının Araplardan oluşan kısmı kendi iç problemleri ile uğraşırken bu mesele ikinci dereceye düşüyor. İslam dünyasının diğer bölümü ise Filistin ve Kudüs konusundan adeta habersiz. Burada bir yanlış bilgiyi düzeltelim. Kudüs meselesi zannedildiği gibi henüz bütün dünya Müslümanlarının gündemine tam olarak girmemiştir. Bu yüzden Türkiye’nin gerek bağımsız duruşu ve girişimleri ve gerekse son iki toplantıda olduğu gibi İİT dönem başkanı sıfatıyla yaptıkları, büyük önem arz ediyor. Denilebilir ki 100 yıl sonra Kudüs ilk defa gerçek anlamı ile Müslümanların gündemine girmeye başlamıştır. Yani Kudüs davası yeni başlamaktadır. Belki kaderin bir cilvesi “yiğit düştüğü yerden kalkacaktır”. Diğer taraftan Türkiye’nin Kudüs’teki ve Filistin’deki tarihi mirası da bunu zorunlu kılıyor. Kısaca Kudüs meselesi Türkiye olmadan bir çözüme kavuşturulamaz.
İSRAİL DÜNYA BARIŞINI PROVOKE EDİYOR
-Yahudi Ulus Devlet Kanunu’nun çıkması Filistin ve Kudüs’ü nasıl etkileyecek? Buna karşı ne yapılabilir?
Bu karar ile İsrail yarım asırdır sürdürdüğü mağduriyet safsatasına son verip gerçek niyetini ortaya koydu. Bu karar sadece Kudüs’ün geleceğini, Filistin meselesini ilgilendirmiyor. Bu karar modern dünyanın bütün değerlerini yeniden gözden geçirmesini gerektiriyor. Müslümanları ve İslam’ı radikalizm ile suçlayanların Museviliğin dahi sınırlarını aşarak alınan bu karar ile bütün fikirlerini ve önyargılarını gözden geçirmeleri gerekiyor. Hiçbir emek vermeden yerleşilen bir coğrafyada yaşayan insanların yok sayılması, buna karşılık buranın dünyadaki bütün Yahudilerin ülkesi olarak ilan edilmesi tam bir çılgınlıktır. Irkçılığın ötesine geçmiş bir davranıştır. İsrail bu kararı ile sadece orada yaşayan diğer unsurları değil aynı zamanda Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığı hedef almıştır. Bu durum dünya barışını hedef alan açık bir provokasyondur. Evrensel değerlere bir saldırıdır. Bu yüzden bütün uluslararası kuruluşlar ve duyarlı ülkeler harekete geçirilmelidir.