İslam düşüncesinin yaklaşık 1000 yıl hüküm sürdüğü, fakat genel düşünce tarihi içerisinde yok kabul edildiği bir dönemi, hak ettiği yere adil bir şekilde konumlandırmak amacıyla çıktı İslam Düşünce Atlası. 3 yılı aşkın bir süredir İlmi Etüdler Derneği ve Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen proje, tarihi kültürel hafızamızı ortaya çıkartmayı amaçlıyor. İslam düşünce geleneğini başlangıcından günümüze gelinceye değin, zaman-mekan-öğreti-ekol değişkenleri etrafında tanıtmayı amaçlayan bir kitap ve web tabanlı programlardan oluşan proje, alanında bir ilk. Parçaları yeniden birleştir ve küreyi keşfet ana cümlesinden yola çıkarak hazırlanan bu çalışmanın sonucunda İslam düşünce tarihi dönemlendirildiği gibi, siyasi sınırlardan bağımsız bir ümmet haritası da ortaya çıktı. 16 Kasım tarihinde lansmanı yapılacak olan projenin koordinatörü İbrahim Halil Üçer, Proje Danışmanı Lütfi Sunar ve İLEM Başkanı Süleyman Güder’le İslam Düşünce Atlası’nı ve bu yolda edinilen tecrübeleri konuştuk.
İslam Düşünce Atlası’nın hangi ihtiyaçtan ortaya çıktığını ve bu çalışma sayesinde ulaşılan kazanımları projenin koordinatörü ve editörü Yrd. Doç. Dr. İbrahim Halil Üçer’le konuştuk.
İslam düşünce atlası nedir ve böyle bir proje hangi ihtiyaca karşılık geliyor?
Yaklaşık bin yıl boyunca felsefenin ana vatanı olmuş bu coğrafya ve orada üretilen bilimsel ve felsefi birikimin temsilcileri, felsefe tarihinin taşrasına yerleştirilmiş ve dışlanmış durumdaydı. Oysa M.S. 7 ila 17. yüzyıla kadar yaklaşık bin yıl boyunca küre ölçeğinde felsefi düşüncenin ana merkezi İslam beldeleri ve ana dili Türkçe, Arapça ve Farsçadır. Bu dönemin nereye oturduğu mevcut düşünce zaman çizelgelerinde yok. Yaklaşık 1000 yıllık bir dönemde bir sessizlik hakim. İbni Sina, İbni Rüşt, Farabi gibi üç beş isim de Latince isimleriyle yer alıyor. İslam felsefesi tarihini genel felsefe tarihi içerisinde adil bir şekilde konumlandırmak için bu projeyi hazırladık. Bu coğrafyada düşüncenin hikayesini, düşünce tarihinin genel bir parçası olarak konumlandırmadığımız sürece, hafızamızı yeniden kazanmamız ve düşünmeye cesaret edebilmemiz mümkün değil.
İslam düşünce tarihini nasıl anlattınız? Karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
İki büyük açmazla yüz yüze kaldık. İslam düşünce tarihi genel felsefe tarihi metinlerinin içerisinde olmadığı gibi, İslam felsefe tarihçilerinin de kör olduğu bir alan var. Peygamber efendimizin hicretiyle başlayıp, Selçukluların doğuşu veya Gazali’nin düşünce tarihi sahnesine çıkmasıyla birlikte İslam düşünce tarihi kesiliyor. İslam düşünce tarihi iki evre içerisinde değerlendiriliyor. Gazali’den önce yani dört halife dönemi, Emeviler, Abbasiler ve peşinden gelen Mülükü’t-tevaif dediğimiz evre, bu dönem altın çağı olarak görülüp İslam’ın Rönesans’ı olarak adlandırılıyor. Gazali’den sonra yani Selçuklu ve Osmanlı tecrübesi ise gerileme, çöküş, tefessüh, çürüme olarak görülüyor.
1900’lü yılların başından beri, İslam düşüncesinin Gazali’ye kadar altın çağını yaşadığı, Gazali’nin felsefi ve bilimsel düşünceye öldürücü bir darbe vurduğu ve sonrasında Selçuklu- Osmanlı geleneği içerisinde herhangi felsefi bilimsel üretim olmadığı yönünde hakim bir söylem var. Bu söylemin sebebi ise İslam düşünce tarihi içerisinde değerli olan şeylerin sadece ve sadece batılı kökenlere indirgenmesi. Aristo’dan veya Öklit’ten bir iz taşıyorsa orası mükemmel ve altın çağ olarak kabul ediliyor. İslam düşünce atlası bu yağmaya bir itiraz olarak anlaşılabilir. Buna itiraz etmek demek yüzyılı aşkın bir süredir İslam dünyası üzerine uygulanan oryantalist kültürel terörizme karşı bir isyan çığlığı bırakmak demektir.
Buna itiraz ettiğinizde ne buldunuz karşınızda?
Sadece bizim için kayıp zamanlardan söz etmiyoruz, yüzyıllar ve coğrafyalar da kayıp. Her medeniyet şehirleriyle, sanat eserleriyle, bilimsel gelenekleriyle, kurumsal yapılarıyla, metin gelenekleriyle, ilmi müesseseleriyle bir bütün olarak kendini inşa eder. Bu bütünü inşa eden parçalar, söz konusu bütün içerisinde anlamlıdırlar. Bugün bizim içinde yaşamayı umut ettiğimiz medeniyet veya içinde yaşamayı umut ettiğimiz bütünlük parçalanmış ve parçaları etrafa dağılmış. Parçaları dağılmış bir sarayın içinde yaşıyoruz, fakat saray hakkında bir fikrimiz yok, çünkü hafızamız silindi. İslam medeniyetinin inşa ettiği ve dayandığı bütün hakkında bir fikrimiz bulunmadığı için etrafa dağılan bütün parçalar anlamını kaybetmiş durumda.
İslam düşünce atlasının bulduğu ve göstermeye çalıştığı en önemli şeylerden biri hem tarihsel, hem coğrafi, hem kurumsal birçok farklı cihetten, bu dağılmış kürenin parçalarını bir araya getirmek, küreye nispetle ne anlama geldiklerini sormak ve o bütünü yeniden görmek. Aynı zamanda haritalar aracılığıyla Bilad-ı İslam’ın ihmal edilmiş coğrafi ve kültürel hafızalarına ilişkin de bütüncül bir bakış öneriyoruz. Coğrafya hırsızlığı diyeceğimiz, tarihte çok büyük kurucu roller ifa etmelerine rağmen, tarihin dışına atılmış, Mevr, Buhara, Semerkant, Musul, Konya, Sivas, Malatya gibi şehirleri yeniden tarihte hak ettikleri role kavuşturmayı da amaçladık. Asıl ne buldunuz diye sorarsanız, kendimizi bulduk.
Unutturulan Selçuklu ve Osmanlı düşünce döneminin harf devrimiyle alakası var mı?
Elbette var. Harf devrimi bu unutmanın önemli bir nedeni fakat tek nedeni değil. Müslümanlar batıda 18. yüzyılda zirveye çıkan bilimsel devrimlerin tarihi bir kırılma olduğunu anladı. Ancak yeniyi eskiyle birlikte kullanmak yerine, eskiyi ve onun bize bıraktığı hafızayı terk edip, yeniyi toptancı bir biçimde kucaklama şeklinde bir tutum benimsediler. Türkiye örneğinde bu tutum Lale Devri’nde başlıyor. Son 200 yıldır bu bilinçli unutma ameliyesindeyiz. Harf devrimi belki bunun en vurucu darbesiydi. Bir medeniyete, bir kültüre kim olduğunu unutturmak için hafızayı silmekle işe başlanır. Harf devrimi işte bunu yaptı.
İslam düşünce tarihini nasıl dönemlendirdiğinizden kısaca söz eder misiniz?
Dört ana dönem içerisinde değerlendirdik: 7-11. yüzyıl arası Klasik Dönem, 12-16. yüzyıl Yenilenme Dönemi, 17-18. yüzyıl arası Muhasebe Dönemi, 19 ve 20. yüzyıllar arası ise arayışlar dönemini ifade ediyor. 21. yüzyılın henüz başındayız, tarihi henüz yazılmış değil. Bugün en çok eksikliğini çektiğimiz şeylerden biri, Müslümanların bir ümmet zümresi içerisine dahil olabilmelerinin sadece insanlığa örnek ve model olmalarından geçtiği hakikatini unutmamızdır. Kuranı Kerim’de ümmet kavramının geçtiği hemen her yerde, İnsanlığa örnek ve şahitlik etmekten söz eder. İnsanlığa şahitlik etmek demek, bir teklif sunmaktır. Fakat bugün İslam ümmetinin kendisi, kendi teklifini bir yük olarak görür vaziyette. Önce teklifimize itimat etmeli, sonra İslam düşünce tarihi içerisinde bu teklifin her çağda o çağın şartlarına bağlı bir şekilde nasıl tarif edildiğini gözlemleyerek ibret almalı ve bu teklifi her düzeyde temsil niteliğinde adımlar atmalıyız.
Bu projenin geleceğe dönük kazanımı ne olacak peki? Bir sonraki evre, 21. yüzyıl bizim için ne ifade eder?
Bir sonraki evre bizim için, muhtemelen İslam düşünce geleneği içerisinde ürettiğimiz bütün birikimin klasikleşeceği, muhasebe edileceği ve karşı karşıya kaldığımız yeni meydan okumalarla yüzleşip bir daha tadil ve tahkik edileceği bir evre. Bunun adı da Yeni Klasik evredir. Bu röportaj vesilesiyle söylemiş olalım. Yeni Klasik Dönem olarak adlandırabileceğimiz evre, büyük bir heyecanı, büyük bir hareketliliği gerektiriyor. Böyle bir çalışma bile şartların bu imkanı barındırmasından kaynaklanıyor. Tarih içinde ve aynı zamanda bu yeni öneri içerisinde saklı birçok başka imkan da var. Şehirlerimizi yeniden diriltmek, coğrafyamızı yeniden keşfetmek, kaybolmuş hafızamızı yeniden geriye çağırmak, kayıp yüz yılları diriltmek, henüz ulaşamadığımız ve anlayamaz konumda olduğumuz belki de yüz binlerce yazma eseri insanüstü bir çabayla yeniden neşre hazırlayıp herkesçe ulaşılabilir hale getirmek, önce kadimi güçlü bir biçimde keşfetmemiz gerekiyor. Bu keşfe yönelme eskinin tekrarı değil, yeni ve anlamlı bir şeydir.
* * *
Kayıp coğrafyalardan söz ettiniz az önce, Musul, Halep gibi. O coğrafyaları önce unutturdular, şimdi ise birer birer yıkıyorlar. Çok manidar değil mi?
Musul, Halep, Bağdat, Şam, Buhara, Semerkand, Hive, Delhi bu şehirlerin gerçekten de bizim hafızamızın kurucu parçaları olduğuna ilişkin derin bir bilinçsizlik ve lakaytlık içerisindeyiz. Suriye’de Palmira Antik Kenti iki üç yıl önce DEAŞ tarafından işgal edildiğinde bütün Avrupa ayağa kalktı. Çünkü Palmira Antik Kenti Roma kalıntılarından biridir, kendi hafızalarının bir parçası olarak gördüklerinden orayı korumak için normalde düşman oldukları Esed ve İran güçlerine orayı yeniden ele geçirmelerine izin verdiler. Musul bugün yok, adı DEAŞ’le akıllara geliyor. Halep harap durumda, Şam harap durumda. Hafızasızlık işte böyle bir şey. Bu hafızayı yeniden kazanmak, coğrafyayı yeniden kazanmak anlamına gelir. Bunu başarmanın yolu yeniden o küreyi inşa etmek ve hatırlamaktan geçiyor. İslam düşünce atlasının ana cümlesi: Parçaları yeniden birleştir, küreyi keşfet.
* * *
Bu projeyle çalışmalarımız taçlandı
Projenin yürütüldüğü sırada İLEM’in başkanlığını ve aynı zamanda projenin danışmanlığını yürüten, şu anda İLKE Derneği’nin Başkanı olan Lütfi Sunar İslam Düşünce Atlası projesini nasıl gördüğünü ve niçin değer verdiğini şu ifadelerle anlattı.
“Genel olarak bütün bir tarihin, özel olarak da düşünce tarihinin ele alınmasını açısından İDA önemli bir kaynak oldu. İLEM olarak Müslümanların düşünce mirasını ortaya çıkarmaya özel bir önem veriyoruz. Haddi zatında zaten kuruluş amacımız tamamıyla bu. İslam düşünce birikiminin bitmediğini, aksine canlı bir şekilde sürdüğünü, dünyanın problemlerine çözümler bulmada hala etkili bir yol olduğunu düşünüyoruz. Aslında İslam düşünce atlası bir proje olarak gündeme geldiğinde, bizim on beş senedir İlmi Etüdler Derneği’nde yürütmüş olduğumuz faaliyetlerin bir hasılası, onları taçlandıracak bir birikimin ortaya çıkabileceği bir çalışma olarak değerlendirdik.
İslam düşüncesinin etkileri çok geniş
Başlangıçta sadece bir web sitesi projesiydi, fakat bazı şeyleri yolda gördükçe genişlettik, kitaba dönüşmesinin insanların daha kolay anlayabilmesine vesile olacağını düşündük. Kitap işi bizi düşünce tarihi dönemlendirmesi yazımına götürdü. Çünkü internet sitesinde bu malzemeleri teknik olarak birbiriyle ilintilendirilmek kaydıyla dağınık bir biçimde vermeniz yetiyor. Kitaba dönüştüğündeyse, onun taşıyıcı bir omurgası olması gerekiyor. Bu da projenin uzamasına sebep oldu fakat daha nitelikli hale getirdi.
İslam düşüncesinin coğrafyaları ve havzaları arasında bizim varlığını kısmen duyduğumuz ama bu projeyle net bir şekilde gördüğümüz bir etkileşim hattına şahit olduk bu projeyle. Orta Çağ’da İslam düşüncesinin batıya etki ettiğini biliyorduk, fakat buna ilişkin daha somut veriler elimize geçmiş oldu. Bir başka nokta ise, İslam düşüncesinin ciddi bir biçimde doğuyu batıya, kuzeyi güneye bağlayan sadece kendi iç mantık örgüleri ve kendi kapalı sistemleriyle gelişen bir düşünce olmadığı, bütün düşünce hafızaları ve gelenekleriyle etkileşim içerisinde olduğu ve onları da sürekli kendi içine katıp aşarak, onlarla birlikte yeni bir düşünce oluşturarak geliştiğini gördük. İslam düşüncesinin sadece Müslümanlara ait bir düşünce olmadığı, aynı zamanda bütün insanlığın ortak değerini ortaya çıkarttığı, ortak birikimini yansıttığı bu projeyle somut bir şekilde önümüze geldi.”
* * *
Siyasi sınırlardan bağımsız Ümmet haritası çizdik
İlmi Etüdler Derneği Başkanı Süleyman Güder İslam Düşünce Atlası’nı destekleme sebeplerini ve proje bittikten sonra edindikleri tecrübeyi aktardı.
“Dilimize pelesenk ettiğimiz İslam ilim geleneğini yeniden gözden geçirmek, bu birikimle yüzleşmek, İLEM’in kuruluşundan beri sürekli gündeme getirdiğimiz iddiaydı. Bir süre sonra artık söylem bazından çıkartıp, bu mirasla nasıl temasa geçeceğimize dair bir yol haritası çizmemiz gerekiyordu. Bu minvalde düşündüğümüzde İbrahim hocamızın önermiş olduğu İslam düşünce atlası tam da aslında bizim yapmak istediğimiz şeye çare olacak, bununla nasıl yüzleşebileceğimize dair iyi bir örnekti.
İlmi Etütler Derneği olarak mütevazi bütçelerle hareket edebilen bir derneğiz. Konya Büyük Şehir Belediyesi’nin katkıları ve desteği olmasaydı bu proje hayata geçemezdi tabii ki. İftihar ettiğimiz noktalardan bir tanesi de bu projenin yaklaşık 200’ü aşkın akademisyenin kolektif çabaları neticesinde ortaya çıkması. Bu sayede yeni bir düşünceyi inşa etmenin ancak geniş bir kitleyle olabileceğini tecrübe ettik. Proje belirlediğimiz çerçeve dahilinde belki bitti, ama yapılacak işler açısından baktığımızda aslında yeni başladığını gördük. Projenin farklı dillere çevrilmesinden farklı disiplinlerin dahil edilmesine kadar birçok şey var yapılacak.
Son olarak fikri bir tecrübeden söz edecek olursak, biz kendimizi ümmetçi olarak düşünürdük, ama şunu gördük ki, aslında bizim ufkumuz, dünyamız, içerisinde yaşadığımız ülkenin sınırlarından ibaret. İslam şehirleri, İslam mimarisi, İslam edebiyatı, İslam sanatı gibi konularda çok esaslı fikrimizin olmadığı bir ümmetçilik. Bütün İslam dünyasını kapsayan bir haritaya sahip değiliz. Bu projenin çok özgün katkılarından bir tanesi ümmet haritasıdır. Bütün İslam coğrafyasını içeren, siyasi sınırlardan bağımsız bir ümmet haritası çizdik.”