İlk ödülü Türkiye’ye verdik

Şeyh Hamed Tercüme Ödülü’nün amacı, olgun bir kültür ortamını keşfedip onun güzelliklerini ortaya koymak. Tercüme toplumlararası karşılıklı anlayışı geliştirme temelinde işlev görüyor. Bir dilden diğerine yapılan herhangi bir tercümenin önyargılardan oluşan kalın duvarları kırdığına çoğu kez tanık oluyoruz. Bu bağlamda 2015 yılında ödül verdiğimiz ilk ülke Türkiye oldu.

Türkiye’nin kültür iklimini yerinde keşfetmek için ülkemize gelen, Hamed Tercüme Ödülü resmi sözcüsü, akademisyen ve edebiyatçı Katarlı Hanan Feyyaz ile Hamed ödülünü ve Arap dünyasında edebiyatın durumunu konuştuk.

Öncelikle Türkiye’ye hoş geldiniz. Özel bir nedeni var mı bu ziyaretin?
Türkiye’nin kültür iklimini yerinde görmek, daha iyi tanımak istedim. Sözcülüğünü yaptığım Şeyh Hamed Ödülü’nün amacı, olgun bir kültür iklimini keşfedip onun güzelliklerini ortaya koymak. Bu bağlamda 2015 yılında ödül verdiğimiz ilk ülke Türkiye oldu. Türkiye’de bulunmaktan dolayı son derece mutluluk duyuyorum. Bu sayede Türkiye’nin kültür ve medya ortamını ziyaret imkânı bulmuş oluyorum.

Tercüme önyargı  duvarlarını kırar

Tercüme ödülü veriyorsunuz. Bu ödülle tam olarak ne amaçlıyorsunuz?
Verdiğimiz ödül, toplumlararası karşılıklı anlayışı geliştirme temelinde işlev görüyor. Bir dilden diğerine yapılan herhangi bir tercümenin önyargılardan oluşan kalın duvarları kırdığına çoğu kez tanık oluyoruz. Bu nedenle toplumları birbirine yaklaştıran, kültürleri buluşturan bir tür olarak tercüme eserlere ödül verme yolunu tercih ettik.

Uluslararası bir ödül demiştiniz. Kaç kategori mevcut?
Sabit ve değişken olmak üzere iki türlü ödül sistemi mevcut. Sabit ödül sisteminde İngilizce-Arapça, Arapça-İngilizce kategorileri mevcut. Bu ödülü her yıl veriyoruz. Değişken ödül sisteminde ise ilk ödülü 2015 yılında Türkçeye tahsis ettik. 2016 yılında İspanyolca, 2017 yılında Fransızca, bu yıl ise Almanca tercümeleri değerlendirmeye almış bulunuyoruz. Bunlar başlıca dünya dilleri kategorisinde yer alıyor. Başka bir kategorimiz daha var. Başarı ödülleri diyoruz. Burada da beş dil bulunuyor. Hausa, Bosnaca, İtalyanca, Japonca ve Savahili dilleri. Bu beş dil de her sene değişiyor.

Edebiyat Arap dünyasında parlak günlerini yaşıyor

Arap dünyasında edebiyat ne durumda? Edebiyatçıları bir araya getiren platformlar, etkinlikler mevcut mu?
Arap dünyasında edebiyat şu sıralar parlak günlerini yaşıyor. Eski edebiyatçıların yanı sıra yeni değerlerin ortaya çıkması umut verici. Beni en çok sevindiren gelişme ise Körfez bölgesinde meydana gelen gelişmeler. Genelde pek bilinen bir bölge olmaması yanında son senelerde seçkin örneklerin boy verdiğine tanık oluyoruz. Başkent Doha’da düzenlenen etkinliklerin ve verilen ödüllerin katalizör etkisini burada dile getirmek lazım. Ketara Roman Ödülü, Peygamber Şairi Ödülü gibi.

Sadece Katarlılar mı katılıyor bu yarışmalara?
Elbette hayır. Şiir ödülü alan Katarlılar mevcut ama örneğin bugüne dek roman ödülünü henüz bir Katarlı alabilmiş değil. Katar’da ciddi bir roman ve şiir geleneği oluşmuş durumda. Genelde Körfez bölgesi, özelde Katar olarak konuşursak, emin olun, son yıllarda kaleme alınan eserlerin dünyadaki seçkin örneklerden hiç de aşağı kalmadığını söyleyebiliriz.

Arap dünyası genelinde bir edebiyat ödülü mevcut mu?
Öncelikle Ketara Roman ödülünü söylemek mümkün. Dünyanın herhangi bir köşesinden Arapça yazmak kaydıyla herkes bu ödüle başvurabilir. Birleşik Arap Emirlikleri tarafından düzenlenen Arap Romanı ödülünü bu bağlamda zikredebiliriz. Ürdün’deki Abdülhamid Şevman ödülünü de unutmayalım.

Ortak bir platform kurabiliriz

İlerde Türk ve Arap edebiyatçılar arasında ortak bir platform oluşturulabilir mi? Ne dersiniz?
Bizim ödülümüzü pekâlâ ortak bir platform olarak görebiliriz.

Edebiyatın her türüne açık daha genel bir platformu kastetmiştim.
Türkiye ile Katar arasında özellikle son senelerde üst düzey bir yakınlaşmanın hemen her alana sirayet ettiği görülüyor. Hükümetlerimiz arasında bu konunun da gündeme geleceği düşüncesindeyim.

Türk-Arap toplumları arasında derin tarihi bağlara rağmen maalesef ders kitaplarına yansıyan ciddi yanlışlar mevcut. Bunların izalesi için ne yapılmalı, örneğin ortak bir komisyon kurulabilir mi?
Haklısınız, karşılıklı bazı yanlışlar mevcut. Entelektüelin elbette bir sorumluluğu var. Ancak neticede tavsiye ile sınırlı. Biz sorunları ortaya koyar ve çözüm üzerine birtakım önerilerde bulunuruz. İnsanların okuma özgürlüğünü elinden almadan, onları doğru kaynaklara yönlendirip bilinçlendirmeli ve karşılaştırma yapmalarını sağlayıp tercihte bulunmalarını beklemeliyiz.

Sevgi farkları siler

Siz de bir edebiyatçısınız. Hangi tür sizi daha fazla cezbediyor? Roman, hikâye, şiir…
“Sevgi, farkları siler” adında yayınlanmış bir romanım var.

Türkçeye veya herhangi bir dile çevrildi mi?
Hayır, şimdilik sadece Arapça baskısı var. İleriki zaman diliminde başka dillere tercümesi konusuna eğileceğim. Ayrıca bir şiir divanım var. Nebeti dili olarak tabir ettiğimiz yerel Katar lehçesinde. Bölgemizde bize en yakın lehçeyi Kuveyt halkı konuşuyor. Gerçekten büyük oranda benzerlik söz konusu.

İnsanları buluşturan nokta saygınlık

Roman yazarken daha çok hangi konular üzerinde yoğunlaşmayı tercih ediyorsunuz? Sosyal içerik mi, yoksa bireysel anlatım mı daha ağır basıyor?
Yazdığım romanda asalet ve saygınlık meselesini temel aldım. Bu konuda insanlar doğal olarak farklı düşünüyorlar. Kimilerine göre asalet ve saygınlığın olduğu yerde sevginin hükmü geçmez. Kimilerine göreyse asalet ve saygınlık sonradan edinilmez, insan tabiatında zaten var olan bir gerçektir. Zaten Allahu Teâla ayetinde “Andolsun biz insanoğlunu şeref sahibi kıldık” (İsra – 70) buyuruyor. Allahu Teâla bunu böyle bildiriyorsa, demek ki asalet, şeref ve saygınlık insanın doğal bir parçasıdır. Böylece arizi, geçici asalet ve unvanların sevgiye mani olamayacağı da ortaya çıkmış oluyor. Sevgi felsefesi, herkesin aynı saygınlığa sahip olması düşüncesine dayanır. İnsanları buluşturan temel ortak payda budur. İnsanoğlunun diğeriyle ilişkisinde bu noktayı dikkate alması gerekir. Romanda işlediğim ana tema da budur. Bir kadın vardır, sevmiştir. Adamın bundan haberi olmadığı gibi toplumsal konumu da kadına eşit değildir. Kadın örnek alınası bir şahsiyettir. Saygındır, bilgindir, toplumsal tabakanın üst sınıfındadır. Böyle bir adamı nasıl sevebileceği çevresi tarafından sorgulanır. Kadın nihayet dayanamaz, adama içini döker. Onu sevdiğini ve bu uğurda neleri göze aldığını, nelerle karşılaştığını bir bir anlatır.

Çağdaş bir Leyla Mecnun hikâyesine benziyor.
Sevgi felsefesini ele aldığı için kadınların ilgi duyduğunu söyleyebilirim. Sevgi, saygınlığa ve yüceliğe büyük önem verir. Zaten Leyla Mecnun hikâyesinde de böyle bir yücelik, böyle bir saygınlık söz konusudur. Bir sevginin yaşayabilmesi için insanların yekdiğerine göre hizalanması, ona göre kendini yeniden konumlandırmaya girişebilmesi gerekir. Sevmek, kendinden tavizler verebilmektir. Kendini terazinin diğer kefesine eşit ve daha fedakâr olarak koyamazsan o ilişkinin yürümesi mümkün değildir. Saygınlık deyince sadece kadın erkek ilişkisi akla gelmesin. Örneğin çocukları ele alalım. Kimilerine göre çocuklarda şahsiyet ve saygınlık problemli bir alandır.

Sahi mi? Oysa çocuğun varlığı başlı başına bir saygınlık.
Bizim Körfez ülkelerinde maalesef aksi bir durum var. Ben bunu çocuklara yapılan en büyük hakaret olarak değerlendiriyorum. Aileler çocuklarını Asya’dan gelen, doğru düzgün bir eğitim ve kültüre sahip olmayan bakıcılara emanet ediyor. Oysa çocukların en başından itibaren kendilerine şahsiyet ve saygınlık kazandıracak ortamlarda yetişmeleri gerekiyor. Asyalı bakıcılar çocuğu dövebiliyor, kötü muamelede bulunabiliyor, onurunu zedeleyebiliyor. En önemlisi de çocuğa artı bir değer kazandıramıyor.

Benzer konular