Şeza Suveyd 17 yaşında. 5 yıl önce Suriye’nin Humus kentinden İstanbul’a hicret etti. Türkçe eğitim görmekte ısrar etti ve bu kendisi için hiç de kolay olmadı. Ancak sene sonu geldiğinde sınıfını birincilikte bitirmişti. Suveyd’le eğitim serüvenini konuştuk.
Aileni Türkiye’ye doğru yola çıkaran şey neydi?
Babam Suriye istihbarat teşkilatı el Muhaberat tarafından tutuklanmıştı. Bir müddet sonra salıverdiler. Ancak biz tekrar tutuklanmasına dayanamazdık ve her şeyimizi geride bırakıp Türkiye’ye doğru yola çıktık.
İlk başlarda durum nasıldı?
Buraya ilk geldiğimizde ben oldukça küçük olmama rağmen gurbet acısını iliklerimde hissettim. Kendimi hep yalnız hissediyordum. Oturduğumuz evden nefret ediyor, sık sık geride bıraktığımız güzel evimizi, arkadaşlarımı ve akrabalarımızı düşünüyordum. İnsanın vatanını ve evini bırakıp bilmediği, kimseyi tanımadığı bir ülkede yaşamaya çalışması hiç kolay değil. Çevrende olan bitenden dahi haberdar olamıyorsun çünkü etrafında konuşulan dili bilmiyorsun.
Bir müddet burada kaldıktan sonra Türk okuluna gitme kararı aldım. Bu, öncelikle kendime karşı bir meydan okumaydı. Birkaç kelimeden başka hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığım bir dili anlama çabası kolay olmayacaktı. Ama mücadele etmeye değerdi. Ben de mücadele ettim.
Türk okulundaki ilk günlerin nasıl geçti?
Okula dokuzunca sınıftan başladım. Türk eğitim sistemine göre lise birinci sınıfa karşılık geliyor. İlk günü hatırlıyordum da, daha çok bir kâbus gibiydi. Öğretmenleri anlayamamıştım. Öğrencileri de anlayamıyordum. Acı veren bir deneyimdi.
Daha ilk yılında sınıf birincisi olmuşsun, nasıl oldu bu iş?
İlk girdiğim dersi hatırlıyorum da ancak dört beş kelime anlayabiliyordum. Dili anlamadığım gibi kullanılan bilimsel terimlerden de haberim yoktu. Ayrıca dersi anlatan bayan öğretmen basbayağı hızlı bir şekilde konuşuyordu. İşte bu yüzden ek derslere girme kararı verdim. Bu bana her şeyden önce dil noktasında çok yardımcı oldu.
Sabah saat sekizde evden çıkıyordum. Akşam dokuzda ancak eve geri dönebiliyordum. Eve dönünce ağır bir tercüme faslı başlıyordu. Bazen sabahladığım oluyordu. Çoğu kez de yorgunluktan öylece olduğum yerde uyuyakalıyordum.
Yorucu bir tempo olmadı mı bu?
Yorucuydu belki ancak ben aldığım hiçbir notla yetinmiyordum. Daha iyisi olabilirdi. Bu uğurda sınav günleri kitapların başında sabahladığım çok oldu. Ancak bu çabanın meyvesini görmekte gecikmedim. Henüz iki ay geçmişti ki Türkçe olarak kendimi ifade edebilecek bir seviyeye ulaştım. Okuduğumu anlayabiliyordum. Ve artık yazabiliyordum da.
İlk yarıyıl karnesini sınıf ikincisi olarak almayı başardım. Bu bana inanılmaz bir güven hissi verdi. Doğru yoldaydım ve çok daha iyisini başarabilirdim. Sınıf birincisi olmalıydım. Bunun artık hiç de zor olmadığını biliyordum.
İkinci dönem ilkine nispetle çok daha rahat geçti. Türkçeyi artık çok daha iyi anlar ve konuşur hale gelmiştim. Bu da sınıf birincisi olmamı son derece kolaylaştırdı.
Şimdi bakıyorum da, aldığım mesafe hiç de azımsanacak gibi değil. Sadece dil değil başka diğer engelleri de aşmak zorunda kalıyorsun. Günde 12 saati aşan bir zamanı okulda, dilini ve alışkanlıklarını bilmediğin insanların içinde geçiriyorsun. Onların gözünde her şeyden önce bir yabancı olduğunun farkındasın ve bu bazen oldukça incitici olabiliyor. Evini ve geride bıraktıklarını en fazla işte o zaman özlüyorsun. İçindeki yangın en çok işte o zaman alevleniyor.
Türkiye ve Türkler için ne söylemek istersin?
Türkiye’ye karşı duyduğum hissiyat teşekkür. Çünkü burada kendimi güvende hissediyorum. Burada yeniden okula başladım ve hayata kaldığım yerden devam etme imkânı buldum. Okuldan Türk arkadaşlarıma da teşekkür ederim. Gerçek birer dost olduklarını ispatladıkları için. Ailemden, dostlarımdan, öğrenci arkadaşlarımdan şimdiye kadar geçtiğim zorlu dönemde yanımda duran herkese sonsuz teşekkürler.