Suriye solunun Baas dönemine bakışı neydi? Rejim güdümlü bir sol mu egemendi yoksa daha bağımsız ve özgürlükçü bir sol mu vardı?
Suriye’de Baas Partisi liderliğinde ‘İlerici Vatan Cephesi’ içinde rejimin yanında yer almış bir sol vardı. Parti 1987’de ikiye bölündükten sonra da, siyasi bağımsızlıkları ve iradeleri olmayan bu her iki parti de, rejimin yanında yer almaya devam etti. Bir nevi Baas Partisine aittiler. Bir de 1970’lerin başından itibaren rejime muhalif olan iki sol kanat vardı. Birisi eskiden benim de üyesi olduğum ve ‘Politbüro’ diye bilinen parti ve diğeri de Komünist Hareket Partisi. Parti Politbüro diye biliniyordu, çünkü Suriye Komünist Partisi Politbüro’sunun 7 üyesinden 5’inin Riyad Türk liderliğinde 1972’de partiden ayrılarak kurması sonucu oluşmuştu. Bu ayrılığın en temel sebebi, Politbüro’nun Sovyetler Birliği’nden bağımsız olmayı istemesi ve Filistin davası ve Arap Birliği gibi yerel meselelere öncelik vermesiydi.
Rejim onlara Müslüman Kardeşler’e uyguladığı baskıyı uygulamadı mı?
Uyguladı. Bu muhalif sol kanattaki kişilerin neredeyse tamamı 1970’lerin sonundan itibaren tutuklanmaya başladı. 1980’lerde de tutuklama dalgaları devam etti. Bu kişiler çok uzun yıllar hapiste kaldılar. Ben de 1980’de üniversite de öğrenciyken tutuklandım ve 16 yılımı hapiste geçirdim. İlk mahkemeye çıkışım tutuklandıktan 11 yıl 4 ay sonra, 1992’de oldu. 15 yıl hüküm yedim. Ancak o 15 yıl yetmedi ve 15 yılın sonunda da serbest bırakılmadım. Üzerine bir sene de herhalde dünyanın en korkunç hapishanelerinden olan Tedmur Cezaevi’nde geçirdim. Tedmur’da gelişigüzel ve günlük işkence vardır. Her ne kadar solcular da çok işkenceden geçmiş olsalar da İslami hareketten gelenler kadar değil. İşkence altında öldürülen solcuların sayısı 10’u geçmez ancak İslamcılar arasında başlarına ne geldiğini bilmediğimiz, kaybedilmiş 15 bin ila 17 bin arası insan var.
Sizin cezaevinde olduğunuz yıllarda Suriye’de neler yaşandı?
Bu yıllarda Muhaberat (Suriye İstihbaratı) Suriye toplumunu artık tamamen ele geçirdi. Rejimin amacı tutuklamalarla sol partileri yok etmekti ama İslamcılara gelince, rejimin tek derdi sadece İslamcı siyasi örgütleri yok etmek değil, bu örgütlerin toplumsal tabanını da tamamı ile katletmekti. Hafız Esed döneminden Beşşar Esed dönemine gelince, rejimin babadan oğula miras kalmasının karşılığında çok az da olsa biraz nefes alındı. Sonra Şam Baharı olarak adlandırılan dönem geldi. Biraz forumlar düzenlenmeye başlandı. Muhalif yazarlar ortaya çıktı. Aslında Şam Baharı, siyasilerden ziyade entelektüellerin ortaya çıktığı bir dönemdi çünkü 1980’lerde rejim siyasi hayatı tamamıyla bastırmış, yok etmişti. Dolayısı ile örgütlü bir sol kalmamıştı. Ben de bu dönemde yazılar yazmaya başladım. Ancak elbette yazdığım hiç bir yazıyı Suriye’deki dergi ve gazetelerde yayınlamadım. Hepsi Suriye dışında çıkan Arapça gazetelerde ve dergilerde yayınlandı. 2000 Eylül’ünde, tamamı sol ve liberal kanattan gelen 99 kişinin imzaladığı ‘Entelektüellerin Beyan’ı olarak adlandırılan bir bildiri yayınlandı. Bildiride, demokratikleşme, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve 1963’den beri yürürlükte olan olağanüstü halin kaldırılması talep ediliyordu esas olarak.
Nasıl bir sonuç alındı bu çalışmalardan?
Rejim Suriye’de siyaset, fikir adına hiç bir meşru zemin bırakmadı. Dolayısı ile soldan sağdan konuşmak da çok anlamlı değil. Bırakın kültür merkezlerinde toplantılar düzenlemeyi, sokakta eylem yapmayı, 10 kişi buluşup kendi evlerinde bile siyaset konuşamıyordu. 2011 öncesi böyle bir ülkeden bahsediyoruz. Politbüro, 2005 yılında ismini değiştirerek ‘Suriye Demokratik Halk Partisi’ adını almıştı. Bu dönemde benim artık partiyle ilişkim kalmamıştı. Devrim başlayınca, bu parti de parti olarak devrime katıldı. Aslında sol hareketler içinde devrimin en fazla yanında olan partiydi. Faeq al Mir gibi birçok üyesi de tutuklandı ve hala kendilerinden bir haber yok.
Suriye devrimi sol grupları nasıl etkiledi?
Suriye Devrimi’nin sola en büyük etkisi iki nesil arasında bir ilişki kurulmuş olmasıydı. Bir benim neslim siyasi olarak deneyimi olan, örgütlü bir geçmişi olan, yıllarını siyasi tutuklu olarak geçirmiş olan nesil, bir de devrimin motoru olan genç nesil. Devrimle bu iki kuşak birbiriyle ilişkilendi. Bunun yanı sıra 1980’lerde yasadığımız sorunu bir kere daha devrim başladıktan sonra yaşadık. Solun bir kısmı kimlik politikası güttü ve rejimin yanında yer aldı. Ulusal Koordinasyon Kurulu gibi yapılar da rejime yakın bir pozisyon aldı. Arap milliyetçilerinden, Kürt milliyetçilerinden ve solculardan oluşan bu yapı zaman zaman rejime muhalefet etmekteydi ancak devrimin karşısında durmaktan da vazgeçmediler. Yani devrimden sonra gerçek anlamda özgürlükçü olan hareketler meseleye sol ideoloji olarak yaklaşmayanlardı. Çünkü yeni nesil, geleneksel partilerden zaten hayal kırıklığına uğramıştı ve yeni biçimler arıyorlardı. Bunun yanı sıra Suriye Devrimi Suriye solcularını fikir boyutunda etkiledi, dönüştürdü. Özgürlükçü düşünce nedir, özgürlükçü anlamıyla laiklik nedir, dinle, İslami hareketlerle nasıl bir ilişki kurulabilir, uluslararası sistem nasıl işliyor gibi konularda düşünen, sorgulayan yeni oluşumlar ortaya çıkmaya başladı.
Marksist ideoloji 20. yüzyılın en önemli saha pratiğine sahipken Suriye’de neden rejime karşı sol direniş grupları oluşmadı/oluşamadı?
Bu düşünce yapısının Esad Rejimi ile bir sorunu yok ve Esad rejimine karşı radikal görüş Marksistlerden gelmedi. Solcular arasında rejime karşı radikal bir duruş sergileyen solcuların tavrının sebebini de Marksist ideolojinin bir ürünü olarak değil kendi yaşadıkları siyasi tecrübeler olarak görmemiz gerekir. Mesela benim rejime karşı radikal duruşumun kaynağı okuduğum Marksist kitaplar ya da Marksist ideoloji değil, siyasi deneyimim ve siyasi mücadelem oldu.
Türk solu ya da Avrupa solunun da Esed’in yanında saf tutması neyle açıklanabilir?
Birincisi, sadece Suriye’de değil dünyada sol her ne kadar sınıf politikası güttüğünü söylese de asıl kimlik politikasından etkileniyor. İkinci etken ise solun geldiği sınıf. Sol hareketten gelenlerin çoğunluğunun hayat tarzına bakarsanız orta sınıftan geldiklerini ve insanların çektikleri acılara, açlığa ve fakirliğe çok uzak olduklarını görürsünüz. Suriye’de iki ‘millet’ var: Birincisi ezilmişlerin, dışlanmışların Suriye’si ve İslamcı hareketlerin bu kesimlerden çıktığını görürsünüz. Diğer yandan elitlerin Suriye ki solcuların da bu kesimden olduğu bir gerçektir. Üçüncü boyut ise sol düşünce de egemen olan modernist dünya görüşü. Dünya da sol ‘modern’ olmak istiyor. Bu anlamda da insanların çektikleri acılardan izole yasıyorlar. Ve bu dediklerim ‘akademik sol’ için de geçerli. Tarihlerinde hiç bir mücadele olmayan, acı çekmemiş insanlar.
Solun gerçeklikten koptuğunu söylüyorsunuz.
Suriye’de 1990’lardan itibaren kültürcü bakış açısına sahip bir sol ortaya çıktı. Müslümanlara ve özellikle Sünni Müslümanlara, aşağılayıcı ve ırkçı bir bakış açısı hâkim oldu ve kişiler devrimden sonra da tereddütsüz rejimin yanında yer aldılar. Rejimin baskısından, yapısından, olağanüstü halden, rejimin yolsuzluklarından bahsetmek yerine antropolojik anlamda kültürle açıklamaya çalışıyorlar. Yani özetle, sorun İslam’da diyorlar. Bu bir nevi bugün Müslümanlara, siyahların yaşadığı dışlanma ve uğradıkları ayrımcılığı yaşatıyor. Bu bakış açısı sonucu, dünya solu Esad rejiminin yanında yer alıyor ve bu insanların öldürülmesinde sorun yok diyor. Öbür tarafta da kravatlı, İngiltere’de eğitim almış modern kıyafetli eşi olan Esad’ın yanında duruyor. Bu durum aslında İslami hareketlerin neden güçlendiğini de açıklıyor. Protesto etme enerjisi, direniş enerjisi, feda etme, radikal bir değişiklik talebi artık İslami hareketlerde var, sol bu niteliğini uzun zaman önce yitirdi. Bir anlamda evcilleşti.
İran ve Rusya tarafından şekillendirilen bu savaş Suriye halkına hangi bedelleri ödetir?
Rusya ve İran, 5 milyon Suriyelinin mülteci durumuna düşmesi, 6 milyon insanın ülke içinde yerlerinden edilmesi, 470 bin kişinin öldürülmüş olması, halkın %12’sinin hayatını kaybetmiş ya da yaralı veya sakat kalmasından, bunların hepsinden sorumludurlar. Ancak İran ve Rusya’nın Suriye’de üstlendiği roller arasında önemli bir fark var. Rusya sadece jeopolitik ve askeri olarak Suriye’de ve rejimin yanında. İran ise aynı zamanda Suriye toplumunu etkilemeye ve değiştirmeye çalışıyor ki ben bunu çok daha tehlikeli görüyorum. Hizbullah’ı da unutmayalım. Hizbullah, son derece mezhepçi bir söyleme sahip ve Suriyelilerin öldürülmesinden doğrudan sorumlu olan bir güç. Geçmişte Suriyeliler, solcular da dâhil olmak üzere, İsrail’e karşı tavrı nedeniyle Hizbullah’ı desteklemişti. Tabii bugün o Hizbullah İsrail’in yararına Suriye Halkını katleden bir görüntü sunuyor.
Tüm bu olan bitene rağmen Esed’in kazanma ihtimali var mı?
Eğer Esad Suriye’de kalırsa, Esed’li bir gelecek olacaksa, gelecekte ölü bir Suriye’den, ceset haline gelmiş bir Suriye’den bahsediyor olacağız. Ve de gelecekte Esed’in olduğu bir Suriye olacaksa bu uluslararası düzenin ne kadar iğrenç ve aşağılık bir noktaya gelmiş olduğunun kanıtı olacak.