7 Haziran’dan bu tarafa başta Diyarbakır olmak üzere bölgeyi etkileyen siyaseti nasıl değerlendirirsiniz?
7 Haziran sonrası özellikle seküler Kürd siyaseti tamamen dış emperyal güçlerin insiyatifine mahkûm kararlar alıyor ve bunu da PKK terör örgütünün, derin PKK olarak adlandırılan; Türk solunun Kandil’deki konsey üyelerince de bölgeye dayatılıyor. Mustafa Karasu ve Duran Kalkan’ın HDP içindeki temsilcileri milletvekili Eşbaşkan Figen Yüksekdağ ile de bu dayatmaların projelerini deklare ettirdiklerini düşünmekteyim. Hendek kazma siyaseti ile karşı karşıya geldik. Bölgede yaşanılan hadiseleri kronolojik olarak andığımızda, bunu ülkemiz sınırlarında yanıbaşımızda duran komşu Suriye ve Iraktaki gelişmeleri de birlikte anmak ve öylece içiçe geçen bu çatışma ve şiddet sürecini okumak lazım. Özelde Rusya’nın çizdiği rota bize oldukça derin bir tefekkürü gerektiriyor.
Sizce Kürt siyasetinin değişen parametreleri neler? Masaya oturup barış sürecini tamamlamaktan, şehirlerde özerklik talep etmeye doğru farklılaşan süreci ne etkiledi?
Özellikle şunu vurgulamadan geçemeyeceğim, Kürd siyaseti kavramı bana yabancı geliyor. Türkiyeli Kürdlerin çoğunlukla ve ittifakla kendilerine özgü siyasetleri olmadı. Bu belki de Cumhuriyetin kuruluşunda birlikte hareket ettikleri ve bu ülkenin kurucusu olarak lanse edilen M. Kemalin kendilerini aldatışıyla (Kürdlere saltanat ve hilafeti kaldırmayacağı sözünü vererek) başlayan sürecin psikolojik devamının yaşınıyor olmasındandır. İkinci aldatmanın Öcalan’a bu devletin eski kirli aklının verdiği Kürtleri Kemalistleştirme görevi ve sonrası ortaya çıkan Kürdistan hayalidir. Barış süreci dediğimiz geçmişe baktığımız zaman, sivil devlet aklının oldukça radikal bir tasarrufla, Öcalan’la bizzat masaya oturarak onunla gelişmeleri ve konjonktürü konuştuğunu görüyoruz. Öcalan’ın askeri vesayetten kurtulmuş bir mahkûm olarak durumu değerlendirdiğini, İmralı’da masaya oturduğu ve aktörlere artık silahların zamanının geçtiğini söylediğini görüyoruz. Barış sürecinin, Sykes-Picot antlaşmasının yüzüncü yılında emperyal batının rahatsızlığına vesile olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun için 30 Ekim 2013 Washington’da yapılan Selahattin Demirtaş’ın da davetli olduğu “ The Kurdish Role in the New Middle East” yani “Yeni Ortadoğu’da Kürd Rolü” çalıştayında çözüm sürecinin nasıl inkıtaa uğrayacağı kararının alındığını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktu zaten. Öcalan’ın batı emperyal güçlerince tasfiyesinin deklare edildiği, yerine Salih Müslim misali Selahattin Demirtaş’ın sözde sivil siyasetle Türkiyeli Kürdlere başkan tayin edildiği sırrı gizliydi. Şehirlerdeki özerklik talebi, aslında Sırrı Süreyya Önder’in Diyarbekir Newroz Meydanında okuduğu, Öcalan’a ait mektuptaki; “Artık Silahların Bırakılması Zamanıdır” dilek ve taleplerine, “kararı biz veririz” diyen kan spekülatörlerinin yanıtıdır.
Son aylarda yaşananların, önümüzdeki günlerde siyasette yaratacağı açmazlar nelerdir?
Seküler Kürd siyaseti günümüzde gerek dağdaki konsey üyeleri, gerekse bizzat seçilmiş mevcut milletvekilleri içindeki Türk solcularının vesayetindedir. Özerklik ilan edilen bölgelere yönelik barbarca tarih ve kültür tahribatı yaşandı. Tarihi Şeyh Mattar (Dörtayaklı minare) sütunlarına attıkları roketler ki, şiddeti tasvip etmeyen baro başkanı merhum Tahir Elçinin de ölümüne vesile oldular, Kurşunlu Camini yakmaları, onlara sempati ile bakan veya en azından silah bırakıyorlar diye sandıkta tercihlerini onlar için kullanan Kürdler için bir nedamet duygusu oluşturdu. Kürdlerin itirazlarını, patlamaya hazır volkana ya da depremden önceki seslere benzetiyorum.
“Diyarbekir küskün, ihanete uğramış hissediyor”
Diyarbakır’la ilgili çelişkili bilgiler, haberler alıyoruz. Bölgenin nabzını tutan bir insan olarak şu anki Diyarbakır’ı nasıl anlatırsınız?
Ben izninizle Diyarbekir diyeyim, Kemalist jargonun dayattığı Diyarbakır sadece kimliğimde şimdilik saklı kalsın. Diyarbekir küskün, Diyarbekir evladının ihanetine uğramış. Evladı yanlış yola düşen bir ailenin uğradığı ruhi tahribatının hüznü içinde. Camisi, okulu yakılan, halkının harem-i ismetine tecavüz edilen günlerden geçiyor. Devletin operasyonlarının olumlu olmasını bekliyor ve bunun için dua ediyor. Operasyonların kendisinin huzur ve can güvenliği için sonuçlanmasını bekliyor. Diyarbekir’in sokaklarında hendekler kazılmasın, Diyarbekirliler camilerine güvenle gitsin istiyor. Bunlara sahip çıkan, bunlara sırtlarını dayayan, bunlara yardım eden siyaseti ve siyasetçileri lanetliyor.
“Beyaz Toros” sıklıkla kullanılan bir argüman. 90’lar siyasetine yapılan bu göndermeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu süreç nasıl okunmalı?
Beyaz Toros, HDP milletvekillerinin özlem duyduğu bir argüman, onlar varlıklarını Beyaz Toroslara borçlu olduklarını çok iyi biliyorlar, göndermeleriyse birer ironi. Beyaz Toros seküler Kürd siyasalının kutsalıdır. Derin yapılar tümden bitmiş değil, onların derin yapıların izleri üzerinde yürüyüşlerindeki tek neden, nostaljiden çok onlara duydukları lojistik ve psikolojik desteklerdir. Ama unuttukları bir şey var, Beyaz Toros üretimi çoktan bitti. Günümüz Türkiye’si demokratik aklıyla yerli üretimlerinin projeleriyle meşgul.
Sur ilçesi sizin çok iyi bildiğiniz bir yer. Çatışmaların merkezinde kalan ve tarihi değeri olan bölgenin hasarı sizce ne boyutta?
Korkunç boyutta. Taşlarda eski ustaların kitabeleri vardı. Şimdiki tarih ve kültür düşmanları, kurşunlar sıkarak taşlarımızı tarihin derinliklerine gömmek istiyorlar. Unesco kentimin tarihi ve ekolojik değerlerini dünya kültür mirası kayıtlarına almıştı. Çok derin bir proje, çok kötü yazılmış bir senaryo sadece bizim Diyarbekir’de PKK terör örgütünün değil, onların ikizi barbar DAEŞ’in İslam coğrafyasındaki yaptığı tahrip bir bütün olarak görülmeli. Bu konunun tamamıyla görülmesi için Bağdat’a, Şam’a, Halep’e de bakılmalı. Bir haçlı zihniyetinin tezahürü olduğunu söylemeye gerek yok.
Hendeklerin kazılması, çatışmaların şehirlere sıçraması bundan sonra nasıl bir tahribat yaratır?
Dikkat edilirse; plazaların, alışveriş merkezlerinin, beş yıldızlı otellerin, HDP il eş başkanları ve yöneticilerinin oturduğu semtlerde değil, yoksul çocuklarının tenekelerle, ağaçlarla, taşlarla oyuncak diye oynadıkları tarihin medeniyet beşiğinde, Diyarbekir’in kalbi Sur içinde kazılıyor. Yine bu seçilmiş seküler siyasetin aktörlerinin çocuklarının okuduğu kolejler de özel kreşlerin bulunduğu yerlerde kazılmıyor, Diyarbekirlilerin hatıraları olan, mesela benim 50 yıl önce okuduğum tarihi Süleyman Nazif İlkokulu yakılıyor. Bölge insanlarına yaşattıkları ruhi tahribat rehabilitasyona muhtaçtır. Devletin bu konuda psikolojik ve sosyolojik çalışmalar yapması, iyileşmeleri için projeler ihya etmesi bir zorunluluktur. Bu tahribatı izale etmek elbette ki zamana ihtiyaç duyar.
“Siviller yaşananlara tecrübeli”
Sivillerin yaşananlara tepkisini nasıl gözlemliyorsunuz?
Siviller derken sadece bölgedeki siviller üzerinde durmamamız gerekir. Bütün Türkiye’de ki sivilleri ilzam eden olaylar cereyan ediyor. Bölgede bu şiddet sarmalında sadece 20 Temmuz’dan sonra 3000 civarında terörist de olsa Kürd çocuğunun ölümü var, Anadolu’nun çeşitli coğrafyalarına cenazeleri kalkan polis asker var. Bütün bunların anaları babaları sivil ve acılar içindeler. Bir de şiddetten zarar gören ve huzursuz edilen bölge halkı var. Esnafı, köylüsü, öğretmeni, işçisi, memuru, işsizi, çocuğu, genci, yaşlısı, kadını, erkeği var.Herkes payına düşen üzüntüyü yaşıyor. Sivillerde biliyor ve inanıyor ki, mevcut devlet aklı oldukça berrak. Siviller bu konuda tecrübeli ve ileride ki süreçte bunun mutlaka iyileşeceğine dair umutları var.
Bundan sonra Kürt siyasetine yön verecek belli başlı unsurları nasıl sıralarsınız? Marjinalleşme ya da uzlaşma arasında nasıl bir tercihte bulunurlar?
Marjinalleşmeyi oldukça zor görüyorum. Zira Kürd halkı ekseriyeti hem de kahir ekseriyeti uzlaşmadan yana. Dünya küçüldü artık, ceplere sığacak kadar makineleşti. Kürdlerin Kürdistan hayalinin hem akli hem de pratik olmadığını seküler Kürd siyaseti de gördü. Onun için durmadan rotasını değiştirmek gibi acizlik içinde görüntü veriyor. Kazanımı olmayan bir strateji içinde, bunun yakın vadede yüzünü göstereceğinden eminim. Batı dünyasının da Türkiye üzerindeki ve özellikle bölge üzerindeki projelerinin artık bir birleşik Kürdistan olmadığı aşikârdır.