Yıllarca Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanlığını yapan, şimdi de Ankara’dan milletvekili olan Aydın Ünal’la gündemi değerlendirdik. Ünal Suriye’de yaşananların, Türkiye’nin gerek iç siyasetine gerekse terör olaylarına nasıl yansıdığını anlattı. CHP ve MHP’nin durumuna da değinen Ünal, CHP’nin giderek PKK’nın diliyle konuştuğunu söyledi. Atatürk’ün kurduğu parti olmakla övünen CHP’nin bu durumunu anlayamadığını ifade eden Ünal’a göre, CHP Atatürk resminin indirilmesini tartışıyor ama yerine Öcalan resmini astığının farkında değil.
Türkiye’nin bulunduğu bölge bir türlü durulmuyor. Suriye’de yaşananlar bize de yansıyor. Bu süreçte PKK’nın çözüm sürecini feda etme sebeplerinden biri PYD üzerinden PKK’ya verilen sözler olabilir mi?
Olabilir kuşkusuz. Bunun iki boyutu var. Birincisi Suriye’de PKK uzantılı PYD üzerinden bir yapılanmaya gidilmek isteniyor. Başka bir örgütün orada öne çıkması istenmiyor. Kürtlerin seküler bir örgüt tarafından örgütlenmesi ve şekillendirilmesi isteniyor. Onun için de PYD destekleniyor. PYD’nin faaliyetlerinin Suriye’deki Kürtlere de zarar verdiğini biliyoruz. Bütün muhalifleri de yok ediyorlar şu anda. Böyle de zalimane bir tavır içindeler. Türkiye’de zaten uzunca bir süredir Kürtlerin PKK üzerinden sekülerleştirilmesi projesi vardı. PKK bir yandan milliyetçiliği bir yandan da din karşıtlığını yaymaya çalışıyordu. Bunda da başarılı oldular. PKK’nın gerek çözüm sürecini sona erdirmesi gerekse eylemlerini arttırmasının Suriye’deki olaylarla çok yakından ilgisi var. Türkiye’yi burada oyalamaya ve meşgul etmeye çalışıyorlar. Son operasyonlarda 2000’e yakın terörist hatta daha fazlası hayatını kaybetti. Bunların tamamı boşu boşuna ölmüş gençlerdir. Özellikle Sur, Cizre, Silopi gibi ilçelerdeki direnişin çatışmanın hiçbir anlamı yoktu. Geçmişte Kürt meselesi diyorlardı, Kürtlerin hakları diyorlardı. Ama bu eylemlerin hiçbir anlamı yok. Kürtler de bunu anlamıyor ve destek vermiyor. O çocukların tamamı intihar edercesine boşu boşuna öldüler.
PKK militanları Rusya için ölüyor
Türkiye’yi ne için oyalamak istediler?
Rusya’ya, İran’a, Hizbullah’a, Suriye’yi sömürmek isteyenlere yardımcı olmak için, Kürt meselesi için değil. Çatışmalar, Suriye içinde operasyon ve kurgu yapmaya, tasarım yapmaya çalışanlara fayda sağladı. Bunu belki önümüzdeki günlerde de devam ettirecekler. Belki önümüzdeki günlerde de Rusya için, İran için, Esed için Kürt gençleri ölmeye devam edecek. Kürtler bunu gördüğü için PKK’nın son eylemlerine destek vermedi ve ciddi şekilde bir mesafe koydu. Kobani ile çözüm süreci bozulmuştu, DAİŞ saldırısı, polislere suikast yapılması tamamen bitmesine neden oldu.
Vaad edilen topraklar olabilir mi?
Türkiye içinde sanmıyorum ama Suriye içinde bir vaad edilen toprak olduğu kesin. Bu ileride Türkiye’yi de kapsayacaktır. Türkiye’yi tehdit eder hale gelecektir. Türkiye bununla ilgili önlemlerini alıyor. Bir sıkıntı çıkacağını zannetmiyoruz.
İslamcılar Kürt meselesinde üstüne düşeni yapmadı
En son Cizre temizlendi. Başbakan Davutoğlu’nun açıkladığı 10 maddelik bir plan var. Kardeşlik öne çıkacak deniyor. Bu açıklamaya bölge halkı nasıl yaklaşıyor?
Biraz geriden alayım. Türk ve Kürt dayanışması 1000 yıllık bir mesele. Cumhuriyeti biz Kürtlerle kurduk. Türkler ve Kürtler kurucu unsurdu. Cumhuriyet sonrası birçok kesime zulmedildiği gibi Kürtlere de zulmedildi. Bu süreçte değerleri çiğnenen, varlıkları yok sayılan Türklerle Kürtler hep birlikte hareket ettiler, dayanışma içinde oldular. Adnan Menderes, Turgut Özal bu sayede iktidara geldi. AK Parti, Recep Tayyip Erdoğan bu sayede iktidara geldi. PKK özellikle son dönemde propagandaya ağırlık vererek, Türkler ve Kürtlerin ortak yanlarını törpüleyerek, onları birbirinden ayırarak bu tarihi ittifakı bozmaya çalışıyordu. Maalesef bunda da başarılı oldu. Kürtlerin bahsettiğim gibi sekülerleştirilmesi ve Kürt milliyetçiliğinin ırkçılık derecesine getirilmesi bu ittifakı sarsmaya tehdit etmeye başladı. Bizim, maalesef İslami camia olarak hatalarımız var. Bu konuda özeleştirimizi mutlaka yapmalıyız.
Ne yaptı İslamcılar ya da ne yapmadı?
PKK Kürtleri sekülerleştirirken, dini değerlerinden uzaklaştırırken, milliyetçileştirirken bu konuyla hiç ilgilenemedik. Bu hükümetin, devletin yapabileceği bir şey değil. Hükümet ya da devlet kolay kolay gönüllere hitap edemez. Bunu cemaatlerin, derneklerin, vakıfların yapması gerekiyordu. Medyamızın yapması gerekiyordu. Fakat biz bu konuda ihmalkar davrandık ve Kürtlerin gönüllerine giremedik. Bir süre sonra oradan bütün samimi cemaatler tehditle çekilmeye başladı. Dini önderler, kanaat önderleri çekilmeye başladı ve meydan tamamen PKK’ya, ürettiği dile, üsluba ve kültüre kaldı. Bunu tahmin etmemiz gerekiyordu. Zararın neresinden dönülürse kardır ve bu tamir edilebilir bir şeydir. Kürt kardeşlerimizi kucaklayarak, onlarla ortak dili yeniden inşa ederek, kardeş olduğumuzu hatırlatarak o kucaklaşmayı yeniden sağlamamız gerekiyor. Bu çok zor bir şey değil. Erdoğan’ın Kürt meselesinde attığı devrimci, tarihi adım aslında buydu. Kürtlerin gönüllerine hitap ediyordu.
Fetret dönemi yaşıyoruz
2009’da Milli birlik beraberlik süreci başladığında insanlar bunu sahiplenmişti. Ancak çözüm süreci rafa kalktığında soru işaretleri oluştu. Bu insanlar yeniden açılımlara reformlara ikna edilebilecek mi?
2009’da en zorlandığımız konu Karadeniz’in, İç Anadolu’nun, Marmara’nın, Ege’nin vereceği tepkiydi. 2010 referandumunda çok olumlu tepki verdiler. 2011’de seçim oldu rekor düzeyde AK Parti’ye oy çıktı. Yani Erdoğan’ın bu yönde attığı adımları desteklediler. Bugünden çok daha zor adımlardı onlar. Bugün Kürtçe bir TV’den söz etmek çok normal geliyor bize. Kürtçe’nin yasak olduğu durumdan Kültür Bakanlığının Kürtçe kitaplar bastığı noktaya geldik. Bu yaşadığımız fetret dönemidir ve gelip geçicidir. Geçer. Bittiği zaman yeniden olumlu bir atmosfer, yeniden reform süreçleri başlar. Hem Türklerin hem Kürtlerin anlayışla atacağı adımlar ortaya konulabilir. Fakat bu tek başına devlet ya da hükümetin yapabileceği bir şey değil. Tek başına hükümet bu işe girerse 2013’ten sonra olduğu gibi sorunlar ortaya çıkıyor. PKK başarılı sistemli bir propagandayla arkasına uluslararası örgütleri de alarak Kürtleri yanıltabiliyor.
Erdoğan çözüm sürecinde de yalnızdı
O yüzden bizim meseleyi sadece hükümete bırakmadan, şu silahlar sustuktan itibaren oraya akın etmemiz gerek. Cemaatlerimizle, derneklerimizle, yardım kuruluşlarımızla gitmek zorundayız. Tek bir millet olduğumuzu orada herkese hissettirmek zorundayız. Biz konuşmayınca PKK konuşuyor. Türkler, AK Parti, askerlerle ilgili yalanların ne kadar hızlı yayıldığını tahmin bile edemezsiniz. Ben her zaman Recep Tayyip Erdoğan’ın yalnız bir lider olduğunu düşündüm ve bunu da defalarca söyledim. Çözüm sürecinde de yalnız bir liderdi.
Neden yalnızdı?
Kürt meselesinde Kürtlere hitap ederken arkasından kimse gitmedi. İş adamlarına, sivil toplum kuruluşlarına, “arkamdan gelin bu meseleyi çözelim” diye çok feryat etti. Garip bir şekilde insanlar yanaşmadılar. Bir yerde risk görünce geri durdular. Bizim cemaatlerimiz, derneklerimiz de gitmediler. Zaten paralel yapı zehirlediği için cemaatlerimizi… Paralel Yapı’nın çözüm sürecindeki en büyük ihaneti orada başka dernek cemaat vs faaliyet yapmasını engellemesidir. Tahammül edemedi. Tekel kurdu ve ihaneti ortaya çıkıp silindiği zaman orada büyük bir boşluk ortaya çıktı.
CHP PKK diliyle konuşuyor
Bir yanda Suriye, bir yanda terör… Fakat baktığımızda CHP Atatürk fotoğrafıyla uğraşıyor, Twitter’da birbirini blokluyor… Bir muhalefet partisi fotoğrafı veriyor mu?
1 Kasım seçimlerinden sonra CHP’de zaten ciddi bir iç huzursuzluk başlayacaktı. Bir kurultay tarihi belirleyerek bunu ertelediler. CHP Genel Başkanı bütün muhalifleri bir şekilde saf dışı ederek kurultaya yine tek adam olarak gitti. Orada CHP seçmenini asla temsil etmeyen bir yapı oluşturdu. CHP Genel Başkanı’nın kurultayda yaptığı konuşma çok tartışıldı biliyorsunuz. Cumhurbaşkanımıza ağır hakaretler etti. Bunun tek sebebi vardı, kurultayda alınan kararların tartışılmasını engellemek. Bu hakaretler konuşulurken CHP’nin içindeki meseleler konuşulmadı. Ama bu uzun vadeli bir çözüm değildi elbette. Bir müddet sonra yeniden CHP meseleleri tartışılmaya başlandı. Hiçbir partinin iç meselesi bizi ilgilendirmez ama şöyle bir sorun var. CHP bir yandan Atatürk’ün resminin indirilmesini tartışıp disiplin süreçlerini işletirken öbür yandan dilini çok bariz bir şekilde PKK diline dönüştürüyor. Bunu genel kurulda yapılan açıklamalarda da görüyoruz. En son Sezgin Tanrıkulu’nun İngiltere’de yaptığı konuşma veya başka platformlardaki konuşmalarına bakın. Bir HDP’liden hatta bir PKK’lıdan hiçbir farkı yok. Cumhuriyeti kurduğunu, Atatürk’ün kurucusu olduğunu söyleyen bir parti Cizre’deki, Sur’daki, Silopi’deki sokağa çıkma yasaklarını, oradaki askerin, polisin operasyonlarını eleştirebiliyor. Teröristlere karşı verilen mücadelede teröristlerin yanında durabiliyor. Bu çok büyük bir kafa karışıklığı. CHP Atatürk’ün resminin indirilmesini tartışıyor ama Abdullah Öcalan’ın resimlerini asmaya başladığının farkında değil. Bunun farkına ne zaman varacak bilmiyorum. Seçmen de bir süre sonra bunu sorgulamaya başlayacaktır.
MHP oyun dışı kalmış gibi görünüyor?
MHP 1 Kasım seçimlerinde ağır bir yenilgi aldı. Ardından da iç tartışmalar başladı. Aynı zamanda sayın Bahçeli’nin de bazı sağlık sorunları var. Bu nedenle bir belirsizlik söz konusu. Sayın Bahçeli devam edecek mi yoksa değişecek mi buna dair bir belirsizlik var. Yaralı da bir durumda, milletvekili sayısının neredeyse yarı yarıya düşmüş olması özgüvenini de sarstı. Ama şunu söylemek zorundayım bu dille bu üslupla bu değişmez tavırla çok fazla yol yürümesi mümkün değil. Zaten baraja da çok yaklaşmış durumda, az bir farkla geçti. Dilini ve üslubunu değiştirmezse tahmin ediyorum ki önümüzdeki seçimlerde baraj altı kalacak.
Geç oldu ama Paralel Yapı çözüldü
Paralelle mücadelede ne durumdayız?
Gezi olayları ya da 17-25 darbe girişimi, ikisi de Tayyip Erdoğan’a yönelik operasyonlar değildi. Bunlar çok açık bir şekilde Türkiye’ye yönelik operasyonlardı. Ama Erdoğan Türkiye’nin önüne geçti, liderlik yaptı ve iki büyük operasyonu püskürtmeyi başardı. Böyle kriz dönemlerinde birileri hemen kendini kenara çekiyor ve bu benim mücadelem değil diyor. Bunları özellikle paralelle mücadelede gördük. “Bu kavga benim kavgam değil” deyip kenara çekilenler oldu. Öte taraftan bazıları “Bir bakayım acaba kim kazanacak, kazananın yanında durayım” diye seyretti. Korkanlar oldu. Şantajla boyun eğenler oldu ve bu kavgaya girmediler. Bugün dahi bunun uzantılarını görüyoruz. Bu kavgayı Recep Tayyip Erdoğan’la Fetullah Gülen arasında bir kavga olarak görme hatasına düştüler. Bugün hala bu kavganın bir millet mücadelesi olduğunu, istikbal mücadelesi olduğunu anlayamayanlar var. Erdoğan yanında birçok yol arkadaşıyla ciddi bir mücadele verdi. Bunda da büyük başarı elde etti. Eğer bu ihanetler yaşanmamış olsaydı, gerek parti içinden gerek kabineden onun Türkiye mücadelesi verdiğini anlayıp destek verenler olsaydı, yargı içinde emniyet içinde bu meseleyi daha iyi anlayanlar kavrayanlar olsaydı bu iş çok daha hızlı çözülürdü.
Çözüldü mü sizce?
Finans ve üst düzey kadrolar noktasında ağır darbe aldılar. Alttaki kadrolarının artık hareket kabiliyetlerinin olduğunu sanmıyorum. Şimdi daha çok bunların rehabilitasyonu ile uğraşmalı. Bu çetenin elinden kurtarılmalılar. Ama ben bir tehdit olmaktan çıktıklarını düşünüyorum.
Bu mücadele döneminde Erdoğan’ı özellikle hayal kırıklığına uğratan oldu mu?
Bu çok büyük bir sınavdı. Siz paralel yapıyı yanlış tanımışsınız. Onlarla bir süre yol yürümüşsünüz. Ama bir süre sonra asıl yüzleri ortaya çıkıyor, maskeleri düşüyor ve araya bir mesafe koyuyorsunuz. Siz bu mesafeyi çok kolay koyarken, başkaları koyamadılar. Bu bazıları için zaman aldı, bazıları için de mesafe hiç açılmadı. Arada kalanlar, doğrudan Fethullah Gülen örgütünü destekleyenler oldu. Bunların hiçbiri şaşırtmadı. Tayyip Erdoğan’ı da, çevresindekileri de şaşırtmadı. Şaşırtıcı olan bunların bu kadar pisliklerinin ortaya dökülmüş olmalarına, iç yüzlerinin ortaya çıkmasına rağmen hala bu kişilerin bunlara saygı duyması, koruyup kollaması.
Cenevre’de havanda su dövüldü
Bazı devletlerin Suriye’de olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran hem devlet olarak, hem de Hizbullah’la bu savaşın içindeydi. Rusya’nın girmesiyle beraber işler tamamen değişti. Rusya özellikle Suriye’nin Lazkiye bölgesinde bir kurtarılmış bölge, Cumhurbaşkanımızın deyimiyle bir butik ülke inşa etmeye çalışıyor. Kuzeyde Kürtlerin bazı faaliyetleri var. Diğer yandan DAİŞ ve muhaliflerin de faaliyetleri var. Gördüğümüz kadarıyla Suriye’de Suudi Arabistan’ın, Mısır’ın, Lübnan’ın belki Ürdün’ün müdahale etmesini gerektirecek bir fotoğraf ortaya çıkıyor. Bir şekilde bir an önce, başka ülkelerin müdahalesi olmadan, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunarak uzlaşma sağlanması gerekiyor. Cenevre bunun için bir umuttu ancak havanda su dövüldü.
Buradan bir dünya savaşı çıkar mı?
Allah bilir. Ama ben şunu vurgulamak isterim; Eğer İslam coğrafyası bu konuda net bir tavır ortaya koymuş olsaydı bu mesele buraya kadar taşınmış olmazdı. Bu imtihanda maalesef Müslümanlar çok kötü bir performans sergiliyor. Bir dünya savaşının çıkıp çıkmamasından öte Müslümanlara yönelik bir tehdit var. DAİŞ gibi bir örgüt çıktı önümüze. Ne olduğu belli değil. Biz, AK Parti’nin, hükümetin veya Türkiye’deki Müslümanların bağlantısı olduğuna yönelik algı operasyonu nedeniyle DAİŞ’i tartışamadık. Bu gerçek dışı algı operasyonuna HDP, CHP, hatta MHP katkı sağladılar. Dünyadaki birçok medya kuruluşu da bu algı operasyonunu döndüre döndüre dünyaya yaydılar. Ama bakıyorsunuz PKK’nın Suriye uzantısı YPG Suriye’de DAİŞ’le ortak operasyonlar yapıyor. Rejim güçleri DAİŞ’le ortak iş yapıyor. Rusya Türkiye’nin DAİŞ’ten petrol aldığını iddia ediyor ama kendi alıyor. Sünni olduğu iddia edilen ama tamamen oradaki kurguya hizmet eden jel kıvamında bir yapı oluşturuldu. Ve o yapı üzerinden Müslümanları hizaya getirilmeye çalışılıyor. Müslümanların bunları görüp ortak hareket etmeleri gerekiyor. Bu acıyı seyredemezler, bu acının altında kalamazlar.
Mülteciler gitmek isterse tutamayız
Merkel son günlerde Türkiye’ye çok sık gidip geliyor. Bunu nasıl değerlendirmemiz lazım?
En büyük sebebi göçmen meselesi. 2,5 milyon göçmen var şu an Türkiye’de ve sürekli artıyor. Göçmenler daha rahat bir yaşam olacağını zannettikleri için bir an önce Avrupa’ya göç etmek istiyor. Sayı arttıkça Türkiye de bu geçişleri kontrol etmekte zorluk çekmeye başladı. Avrupa göçmenlerin bir yandan ekonomisini bir yandan sosyal yapısını tehdit ediyor. Dolayısıyla acil bir çözüm üretmeye çalışıyor. Çözümleri de, göçmenleri Türkiye’de tutmak. Göçmenlere karşı Avrupa değerlerini ayaklar altına alan bir tavır sergiliyor. Adeta “Gitsinler ülkelerinde ya da Türkiye’de ölsünler. Yeter ki bizim huzurumuzu bozmasınlar” deniyor. Avrupa insanlık sınavından geçemedi. Öte yandan Türkiye 2,5 milyon insanı 4 yıldır barındırarak çok büyük bir insanlık sınavı verdi. Bunu da tamamen kendi kaynaklarıyla yaptı. Uluslararası kuruluşlardan gelen yardım miktarı yaklaşık 500 milyon dolar. Çok küçük bir miktar. Üstelik Türkiye beslenme ve barınmanın yanı sıra eğitim gibi sorunlarla ilgili de çözümler üretmeye başladı. Burada Avrupa’nın yapabileceği başlıca şey Türkiye’ye maddi yardım sağlamak. Bu müzakereleri Merkel yürüttüğü için sıkça gidip geliyor.
Mültecilerin Avrupa’nın ekonomisini tehdit edeceğini söylediniz. Oysa biz 4 yıldır mültecileri barındırabiliyoruz. Gerçekten ekonomiyle ilgili bir durum mu yoksa rahatsız olmak mı istemiyorlar?
Kısa vadede ekonomileri çok fazla sarsılmaz ama uzun vadede sorun olacaktır. Ama tabi Avrupa, ekonomiyle birlikte başka konuları da düşünüyor. Avrupa’nın birçok ülkesinde ırkçılık yeniden büyük bir mesele haline gelmeye başladı. Göçmenlerin sayısının artması da Avrupa’nın deyimiyle onların yaşamını tehdit ediyor. Avrupa’nın yaşlı bir nüfusu var. Yaşlı nüfus karşısında genç bir mülteci nüfusu istemiyorlar. Macaristan’da bir muhabir göçmenlere çelme takarken, tekme atarken görüntülendi. O sadece görüntülenen kısmı Avrupa’nın. Aslında Avrupa’nın tamamında böyle bir tavır var. Göçmenlerin mallarına el konulması, kamplarda tutulması gibi, politikacıların sert tavırları gibi ırkçılığa faşizme varan bir tavır… Avrupa’nın tamamı çelme takmaya çalışıyor. Önce Arap Baharı sonra Suriye’de çıkan olaylarla ne yapacağını şaşırmış durumda Avrupa. Ne insan hakları, ne hukuku, ne barışı ağzına alamıyor. Her gün çocuklar, insanlar ölürken sessiz kalarak bunu geçiştireceğini zannediyordu. Ama göç ve göçmenler kendilerine dokunmaya başlayınca feryat etmeye başladı. Onu da parayla örtmeye çalışıyor. Ama bu ateş, er ya da geç Avrupa’ya dokunacaktı ve dokunmaya başladı. Daha da fazlası dokunabilir bu ateşin. Suriye’deki meselede aktif rol üstlenmezse bu ateş Avrupa’ya daha sıcak bir şekilde dokunacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz göçmenleri engellemeye çalışırız ama gün gelir engelleyemeyiz kapıları açarız” gibi bir ifadesi oldu. Kapılar açılır mı? Açılırsa ne olur?
Bir milletvekili olarak şahsi görüşümü belirtmek isterim. Size akın akın insan geliyor. Siz bunları barındırmak zorundasınız. Oluşacak bazı sorunlarla baş etmek zorundasınız. Eğer imkanınız eriyorsa yaparsınız, ermiyorsa ya bir takım tavizler vermek zorunda kalırsınız ya da başka çözüm yolları ararsınız. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı durum biraz böyle şu anda. Sınırların kontrolünde güçlük çekiliyor. Oradaki insanları uzun süre tutamazsınız. Cumhurbaşkanımız da bunu vurguladı. İnsanlar gitmek istiyorlarsa engel olamazsınız. Kamplara kapatıp etrafını dikenlerle örüp buradan asla çıkamazsınız demek insanlık dışı bir anlayıştır. Allah korusun Auschwitz’e benzeyen kamplar ortaya çıkar. Türkiye asla böyle bir şeyi tercih etmedi etmez. Göçmenlerimizin birçoğu doğu ve güneydoğu illerimizde serbestçe dolaşıyor. Büyük şehirlerimizde de bulunuyorlar. Eğer çıkmak istiyorlarsa Türkiye ona da engel olmaz, olmayacaktır.