Bilmek için değil, olmak için

“Ne olacak bu gençliğin hali” söyleminin bir adım ötesine geçemediğimiz günlerde, gençliğin önünü açan her türlü çalışma kıymetli. Bu amaçla yola çıkan Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan,öncü kuşaklar için bir kitap okuma listesi hazırladı. 100 kitaptan oluşan listenin 4. kısmını yayınlayan Kaplan’la “Çağrısı çağını kuracak kuşak” için çalışmalarını konuştuk. Asıl amacın okumak olmadığını söyleyen Kaplan, bilmek için değil, olmak için yola çıkılması gerektiğini ifade ediyor. Bütün insanlığın tek bir düzlemde yaşadığı bir çağda, tam da bizim bir söz söylememiz gerektiği görüşünde olan Kaplan, “söylersek dünya bizi duyar, çünkü bizde ruh var” diyor.

Öncü kuşak için kitap okuma listesi hazırlama fikri nereden ortaya çıktı? Toplumda öncü kuşak ihtiyacını size hissettiren nedir?

Osmanlı’nın sonrasından itibaren yaşadığımız modernleşme deneyimi bir eğitim sistemi kurdu. Bu eğitim sistemi kendi kendini sömürgeleştiren bir tecrübe üretti. Tanzimatla birlikte yönünü yitirdi, Cumhuriyetle birlikte yörüngesini yitirdi. Önceden medeniyeti ayakta tutan ulema tipolojisiydi. “Alimler peygamberlerin varisleridir” hadis-i şerifi üzerinden tarih şekillendi. Alim deyince kuru bilgilenme çabası içerisinde olan, bilgiyi alan, işleyen, yayan kişiyi kastetmiyor. Aynı zamanda ilim yolculuğu, irfan yolculuğu, hikmet yolculuğu yapan insanları kastediyor.
Medeniyet çökünce, ülkenin, coğrafyanın, tekil olarak insanların önünü açan, Gazali, İmam Rabbani, Yunus, Sinan gibi kişilikler bir daha çıkmadı. Bu süreç, eğitim sistemiyle birlikte genç kuşakların yok olmasına yol açtı. Ulema gidince entelektüel denilen figür, bir şekilde ulemanın rolünü oynamaya başladı. “Entelektüel” zihinsel faaliyet yapan, eleştiren kişi demektir. “Aydın” daha problemli bir kavram. “Münevver” filan diyorlar ama “kapı kulu” anlamına gelir. Gücün, özellikle siyasi iktidarın sözcülüğünü ve gözcülüğünü yapan kişi demektir. Entelektüel, aydından biraz daha farklı olsa da, bulunduğu çağın çocuğu. Çağrısı çağını geçecek çapta bir düşünür falan değil.

Buradan yola çıkarak siz de gençlerin önünü açacak okuma listesi mi hazırladınız? Bunun nasıl bir faydasını öngörüyorsunuz?

Bizden önceki kuşak, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu, İsmet Özel, Nuri Pakdil vs. görevlerini yaptılar. Bizden sonra gelecek nesillerin önünü açacak bir gayret görmedim ben bizim kuşakta. Bu beni ürküttü. Şu an Türkiye’nin en önemli dinamiği genç nüfusu. Önümüzdeki 25 yılda bu genç kuşağa sahip çıkılamazsa, Türkiye yüz yılını kaybeder. Beni korkutan şey bu. Tam da post modern süreçte hakikat fikrinin inkar edildiği, batı uygarlığının felsefi olarak tıkandığı, çöküş durumundan çöküş felsefesi yapılan bir durum olarak açıkça ilan edildiği, Çin’in, Hindistan’ın kapitalistleştirildiği, tam da bizim dünyaya bir şey söyleyeceğimiz bir zaman diliminde, bizim önümüzü açacak insanların önünün açılmadığını görünce ürktüm. Türkiye’deki yeni sol, genç kuşağı yönlendirebilecek konuma gelse bile, bu ülkeye söyleceği bir şey yok. Çünkü batıya göre bir şey söylüyor yani batıda üretileni burada tüketiyor.

BÜTÜN KESİMLER ŞİZOFREN

Siz de diyorsunuz ki “Müslümanca düşünme becerisi kazanmamız lazım”. Ne demek bu? Biz Müslümanca düşünmüyor muyuz?

Zaten problem burada. Okumakla dünyayı kurtaramayız ama okumadan da olmaz. Ben sadece bilgiye dayalı bir çabayı önermiyorum. Aslolan bilmek değildir, aslolan olmaktır. Batı uygarlığı epistemolojiye yani bilgiye dayanır, ontolojisi yoktur. Eğitim sistemi de, dünyaya bakışı da sadece epistomoloji üzerinden şekillenir. Bizde ise ontolojiye dayanır; bilme, bulma ve olma yolculuğudur. İlim bilme yolculuğu, irfan bulma yolculuğu, hikmet olma yolculuğudur. Marifet okumak değil, olmak için okumaktır.
Biz Müslümanca yaşıyor muyuz sorusuna gelince, hayır yaşamıyoruz. Bu ülkede yaşıyoruz ama bu ülkenin her şeyini şekillendiren biz değiliz. Dolayısıyla Müslümanca yaşayamayız zaten. Böyle bir liste hazırlamamın gerekçesi de bu. Bir fikriyat ortaya koyulmadan, medeniyet yolculuğu olmaz. Tek bir zamanın ruhu algısı, tek bir doyma, düşünme, algılama, yaşama biçimi bütün insanlığın duyma, algılama, yaşama biçimlerine şekil veriyor. İnsanın başına gelebilecek en büyük felaket bu. Ben buna çağ körleşmesi diyorum.

Bir medeniyet krizi mi yaşıyoruz?

Elbette. Üç düzlemde tezahür ediyor bu da. Müslüman zihninin çökmesi, zeminin çökmesi ve zamanının çökmesi. Öyle bir yıkım yaşıyoruz ki, Türkiye’deki bütün kesimler şizofren oldu. Çift kişilikli bir hayat sürüyorlar. Hem seküler hem de Müslüman. Mesele eksen meselesi. Ben Müslüman kimliğine, duyarlılığına, diline, özüne sahip olabilirsem, eksenim orası olursa, pergeli İslami kaynağa raptedersem, bütün kültürlerden beslenebilirim. Durduğumuz yer, gördüğümüz şeyi belirler. Mevziniz, mevzunuzu belirler.

FİKİR ADAMI İKTİDARA YARANMAZ

Seküler ve Müslüman olarak sürdürülen çift kimlikli yaşamlar da deizmi tetikliyor. Böyle bir süreçte çağrısı çağını kuracak bir nesilden ümitli misiniz?

Vaki olanda hayır vardır diye düşünüyorum. Yaşadığımız sıkıntıyı geri çekilip analiz etmemiz lazım. “Burası ne, buradan nereye gideceğiz” diye sormamız lazım. Teslimiyet ve temsiliyet sorunumuz var. Müslümanlar hakikate hakkıyla teslim olamadıkları için, hakkıyla temsil edemiyorlar. Deizm de bence oradan kaynaklanıyor. Bu dünyanın ayartısı daha cazip geliyor. Müslüman dediğin kişi dünyevi nimetleri elinin tersiyle itmesini bilen kişidir. Nimet bir imtihandır. Herkes şikayet ediyor ama çok fazla kafa yormuyoruz. Şikayet etmek bile ümidvar olmamızı gerektirecek bir durum.
Araçlarla amaçları birbirbirine karıştırmamız en büyük problem. Siyaset araç, hakikat amaçtır. Araçları amaçların önüne geçirdiğiniz zaman, araçlar amaçları yutar, dönüştürür. Siyaseti hakikatin önüne geçiremezsiniz. İki yüz yıldır yaşadığımız felaket bu. Bu ülke iki yüz senedir bu ülkenin çocuklarının elinden alındı. İki yüz senedir bu ülkeyi nasıl geri alabilirizin mücadelesini verdik. Ülkeyi geri aldık ama kendimizi kaybettik. Fikir adamlarımızın, düşünen insanlarımızın ülkenin önünü açacak bir yerde durması gerekirdi. İktidar dindar kesimin elinde olsa da, iktidarla arasına mesafe koyabilmesi lazımdı. İlim adamı, fikir adamı iktidara yaranmaz, kör kütük bir şekilde de saldırmaz.

Muhalif olmak ya da iktidara yamanmak arasındaki mesafeyi ayarlamak için nasıl bir yol izlenmeliydi?

Her hal ve şartta hakikatin izini sürmek zorundayız. Hakikatin yitirilmesi demek, varlığımızın anlamını yitirmesi demek. O zaman iktidar olmanın bir anlamı yok ki. İnsana ilişkin, dünyaya ilişkin kuracağımız cümlelerin içinin boş olması demek. İnsanlık tarihinde insanlar bu kadar hakikate susamadı. Eleştiri yapacağız, ama bir Müslümanın eleştirisi yakarak, yıkarak olmaz. Nebevi usul bu değil. Nebevi usul, yamanmadan, mesafeyi koruyarak, herkesin de söylediğiniz şeyi ciddiye almasını sağlayacak bir şekilde olur. Bazen yapıcı eleştiri iktidarın yanlışlarını meşrulaştıracak bir duruma da dönüşebilir. Orada dikkatli olmak lazım.

KENDİ KENDİNİ SÖMÜRGELEŞTİREN TEK ÜLKE

Cemil Meriç ne Asyalı ne Avrupalı dediği aydınlar için “Efendisinin ilaçlarını çalıp içen ahmak uşaklar” der. Bugünkü entelijansiya hala bu durumda mı yoksa daha kötü bir durumda mı?

Özellikle Türkiye’deki aydınları celladına aşık eden bir süreç. “Celladına aşık tasmalı çekirge” diyorum ben bunlara. Ontolojik konumunu göremeyen, durduğu yeri fark edemeyen, görme yetileri bir şekilde körleşmiş insan tipi. Sadece bizim entelijansiyamıza özgü bir sorun değil bu. Dünyanın içinden geçtiği bir süreç.
Şu an ilk defa tüm dünya tekleşti. Bütün insanlık tek bir dünyada yaşıyor. Düşünce setleri aynı, davranış biçimleri aynı, zevk biçimleri aynı. Bizim tam da dünyaya bir şey söyleyebileceğimiz zaman dilimi. Söylersek dünya bizi duyar, çünkü ruh var bizde. Bu ruhun yansımasını 15 Temmuz’da gördük. İnsanlar tankları kovaladılar. Dünyada sömürgeleştirilemeyen tek ülkeyiz, ama kendi kendini sömürgeleştiren de tek ülkeyiz. Bizim genetik, kültürel kodlarımız henüz bozulmadı. Ama bu en fazla iki kuşak gider. Post modern küresel dalganın önünde tutunabilecek mecalimiz kalmayabilir. Eğer tutunabilirsek, insanlığın önünü açabiliriz.

ÇAĞININ ÖTESİNDE YAŞAYACAK BİR KUŞAK

Bu öncü kuşak çalışmasının en azından bir kısmı örgün eğitimde yapılamaz mı?

Mümkün değil, çünkü sömürgeci bir eğitim sistemi var. Türkiye’nin kendi kendini sömürgeleştirmesi eğitim sistemi üzerinden oldu. Daha sonra özellikle televizyonların, medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte kültür endüstrisi de sömürgeci bir zihne sahip oldu. Bu ülke fiilen dışarıdan işgal edilemedi ama zihnen içeriden ele geçirildi. Yörüngesi yitirilen bir ortamda eğitim sisteminden böyle bir çaba beklemek olmayacak bir şey.

Adı “öncü kuşak” olmasa bile bu tür çalışmalar geçmişte de yapıldı. Köy enstitüleri, Milli Mücadeleciler vs. Bir medeniyet inşası çıkmadı buralardan. Yanlış olan neydi?

Öncü kuşak ifadesini biraz çekinerek kullanıyorum. Elitizm gibi bir şeyi getiriyor olabilir. Öncü kuşak dediğim, İnsan-ı Kamil modeli. Teslim olmuş bir insandan bahsediyorum. Geçmişte yapılan öncü kuşak çalışmalarıyla sadece şekilsel bir benzerlik var. Benim sözünü ettiğim yöntemle kişi ilk önce kendisi olacak, bütün yükümlülüğün kendisinde olduğunu düşünecek. Bu dünyada yaşayacak ama bu dünyayı yaşamayacak. Başka çağlarla, çağrılarla irtibat kurabilecek insanlar. Elli sene, yüz sene ötede yaşayabilecek insanlar. Benim derdim bir şekilde bizim önümüzü açabilecek, fikir ve oluş çilesi çekebilecek, oraya buraya yamanıp yalpalamayacak ve her yerden beslenebilecek bir insan tipinin önünün açılması.

ÜNİVERSİTE YETERSİZ KALIYOR

Geri dönüşler var mı bu süreç içerisinde. Neler diyor gençler size?

Bu listenin dünyanın her yerinde okunduğuna dair haberler geliyor. Türkiye’de özellikle lise sonlarda medeniyet okumaları yaptığımız arkadaşlar oldu. İki sene içinde zehir gibi yetiştiklerini gördüm gençlerin. Henüz klasikleri vermedim. Ardından ihtisaslaşma süreci gelecek. İhtisaslaşmanın sonunda kesinlikle Türkiye’de iyi yetişmiş bir profesörün canını okur bu gençler. Okuma yaptığımız arkadaşlardan birisi üniversiteye başladığında okulu bırakacağını söyledi. Morali çok bozuktu. “Derse gidiyorum, profesörü dinliyorum, bir şey söylüyorum, bir akımdan, bir adamdan bahsediyorum, anlamadan yüzüme bakıyor” diyordu. Okula gittiği için vaktinin boş geçtiğinden yakınıyordu. 19 yaşındaki çocuk hayatının boşa gittiğini düşünüyordu. Diploma olmadan da olmaz. Onunla üniversiteye açıktan devam etmesi konusunda anlaştık.

BİR DERGİ VEYA GAZETE ÇIKABİLİR

Buradan sivil bir üniversite veya bir hareket çıkar mı?

Son iki yazıda belki okullaşmaya dönüşür filan diye yazmıştım ama benim kastettiğim şey kurumlaşma üzerinden değil. Mesela buradan bir dergi veya fikir gazetesi çıkabilir. Çok iyi bir fikir dergisine ihtiyacımız var. Bağımsız, batıyı da islam dünyasını da iyi takip eden, medeniyet fikrini ilmek ilmek dokuyacak bir fikir dergisine ihtiyacı var. Ülkenin okumuş yazmışlarına, öncü kuşaklarına hitap edecek, ülkenin kaderini şekillendirebileceklere hitap edecek bir dergi veya gazete yok Türkiye’de.

Öncü olmayacak gençler için herhangi bir öneriniz yok mu? Ülkenin çoğunluğunu oluşturan gençleri kendi haline mi bırakalım?

Bu listeyi herkes okuyabilir. Özellikle ilk aşamayı herkes okumalı. Mustafa Kutlu’dan, Rasim Özdenören’den başlayıp, Sezai Karakoç’a geçebilirler. Ortaöğretim için de bir liste hazırlıyorum. Bu liste daha çok üniversitedekilere hitap ediyor.

ZİHNİ AKTİFLEŞTİREREK OKUMA YÖNTEMİ

Dört kurşun kalemle okuma yöntemi tavsiye ediyorum. Yeşil kalemle kavramların altı çizilecek, kırmızı kalemle önemli satırların altı çizilecek, mavi kalemle atlanmaması gereken yerler işaretlenecek, kurşun kalemle ise boşluklara notlar çıkartılacak. Altını çizerek okumak vakit alıyor, ama zaten çok kitap okumayı tavsiye etmiyorum. Kavramları bulmak için durmayı, düşünmeyi ve zihinleri aktifleştirmeyi tavsiye ediyorum. Benim hedeflediğim şey, Müslümanca düşünme melekeleri, medeniyet perspektifi ve dil zevki kazandırmak. Dil zevkinden kastettiğim şey, Türkçeyi kavramsallaştırmalar yapabilecek bir şekilde kullanması. Disiplinler arası okuma yaptığı zaman, farklı disiplenlerden hangi kavramları nasıl ödünç alabileceğini, nasıl kavramlar inşa edebileceğini görecek.

Benzer konular