ABD ve Birleşik Krallık, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu ve Afrika’dan birçok ülkenin ABD’ye yapılan uçuşlarında, yolcuların akıllı telefondan büyük elektronik cihazları yanlarına almalarını yasakladı. Yasak kapsamına giren cihazlar arasında bilgisayar, tablet, kamera ve DVD oynatıcıların bulunması dikkat çekiyor. ABD’nin bu kararı almasının sebebi olarak muhtemel terör saldırıları gösterilse de, THY gibi küresel markalara getirilen bu yasak, akıllara ekonomik bir ambargo uygulanıp uygulanmadığını getiriyor. İletişim Uzmanı Ali Saydam’a kabin yasağının altında yatan sebepleri ve hangi amaca hizmet ettiğini sorduk. Dünyada olup bitenlere bir bütün olarak bakmamız gerektiğini söyleyen Saydam, referanduma yönelik yapılanları da bunun içinde görmemiz gerektiğini ifade etti. Saydam’a göre bu gibi agresyonlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Milli Bağımsızlık” meselesini ortaya atmasıyla başladı.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülkeden ABD’ye yapılan uçuşlarda yolcuların akıllı telefondan büyük elektronik cihazları yanlarına almaları yasaklandı. Kabin yasağı adıyla gündemimize oturan bu yasak ne anlama geliyor?
Fili tarif ederken, biri kuyruğunu, biri ayağını, biri kulağını tutarak başka türlü tarif etmiş ve ortaya filden başka her türlü canlı çıkabilmiş diye bir örnek vardır. Bu nedenle sadece “kabin yasağı”ndan yola çıkarak bakamayız olaya. Dünyada olup bitenlere bir bütün olarak baktığınız zaman, şu anda İslam düşmanlığının en güçlü kalelerinden biri olarak hedef gösterilen, yaşayanlarının kahir çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’ye karşı topyekûn bir reaksiyon var. Zaten Trump bunu seçim kampanyasında açıklayarak Müslümanlara karşı nasıl bir tutum içinde olacağını seçim malzemesi yaptı. Bu kabin yasağını da bunun bir parçası olarak görmek lazım. Amerikan’ın yasağının İngiltere’nin hemen arkasından gelmesi de bu yaklaşımların bir bütünün parçası olduğu kanaatimi de perçinledi. Sadece kabin yasağına bakmıyorum ben, Almanya’da çıkan gazetelerdeki yazılara, Bild’in Hayır kampanyasını Almanya’da CHP’den daha etkili yürütmesine bakıyorum. Blick’in Hayır kampanyasını destekler nitelikte birinci sayfadan başlık atmasına bakıyorum. Berlin’deki yürüyüşte “Erdoğan’ı öldürün” diye pankart açan PKK’lılara İsviçre hükümetinin desteğine bakıyorum. Hollanda’ya diplomatlarımızı almayışlarına, Almanya’da bakanımıza konuşma özgürlüğünün kısıtlanmasına bakıyorum. Bütün bunları birleştirdiğiniz zaman, ortaya çıkan büyük resmin başlangıcını Der Spiegel dergisi bundan aşağı yukarı 25 sene önce yaptığı bir kapakla tetikledi. Sovyet blokunun çökmesiyle beraber, Berlin duvarının yıkılmasının hemen ertesinde Der Spiegel bir kapak yaptı ve kapağa kara çarşaflı Müslüman bir kadını koyarak “Yeni Düşman İslam” diye bir başlık attı.
Üçüncü havalimanı rahatsız etti
Sovyet düşmanlığı bitince yeni düşman yaratmakla nasıl bir amaç edindiler? İslam düşmanlığı ile ne elde etmek istediler ve elde ettiler mi?
Kendi tabirleriyle “Yeni Dünya Düzeni”ne göre Sovyetler Birliği düşmandı. O düşman bitince hem siyasi hem ekonomik anlamda bir düşman yaratmaları gerekiyordu. Çünkü silah endüstrisi çok güçlü olan Amerika ve Avrupa’nın bir düşmana ve sıcak savaşa ihtiyacı var. Yoksa bu silahlanma sayesinde nasıl zengin olacaklar? Tabii ki bu bölgedeki en büyük özellik Türkiye’nin enerji yollarının üzerinde bulunması. Hem de güneyindeki son yetmiş-seksen yılı kaldığına çoğunluğun mutabık olduğu petrol kaynaklarının kontrolü meselesi. Orada bütün istihbarat teşkilatları birbirlerini yiyor. Koridorun kurulması, Türkiye’nin buradaki hâkimiyetinin önünün kesilmesi hep bu amaçlar uğruna. Bütün bunları birleştirdiğiniz zaman, Türk Hava Yollarının alıp başını gittiği, çok ciddi bir büyüme istatistiği gösterdiği, dünyanın en büyük hava limanını yapması müthiş rahatsız ediyor Batı’yı. Bu nedenle medyanın, siyasi liderlerin saldırısına, alınan çeşitli kararlara bir bütün olarak baktığınız zaman gayet anlaşılır bir şey ortaya çıkıyor.
Batırmak değil, sinir bozmak istediler
Bu yasakla amaçlarına ulaşırlar mı? Business yolcuları THY’den uzaklaşır mı? THY’nin büyümesi durur mu gibi sorular geliyor insanın aklına. Ne dersiniz?
THY hemen önlemlerini alarak, çok akıllıca yumuşatıyor uygulamaları. Kabine girerken cihazları teslim alıyor, sonra uçağın içinde kendi tabletlerini veriyor. Zaten THY internet hizmeti de veriyor, cep telefonlarınızdan maillerinize rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. Ben büyük bir engel olacağını zannetmiyorum. Bu halledilir, ama bunun anlamını ihmal etmemek gerekir. Bu yasağın düşmansı ve Türkiye’yi tecrit ve tahrik eden bir yaklaşım biçiminin parçası olduğunu atlamamak lazım. Ama bu yasakların etrafından dolaşmak çok mümkün. Türk Hava Yolları yolcu konusunda yeni bir rekora daha imza attığını açıkladı. Business yolcularının da etkileneceğini pek sanmıyorum. En küçük şirketlerin bile kendi dosyalarına internet ortamında ulaşabilecekleri altyapısı var. Zaten bu yasağın hasar vermekten ziyade sinir bozucu ve psikolojik bir savaşın parçası olarak yapıldığı kanaatindeyim. Bu uygulamalarla THY’nin veya Emirates’in batmayacağını onlar da çok iyi biliyor.
Öte yandan bir güvensizlik mesajı da veriyor bu yasak. Bu ülkeler güvenli değil, buralara gitmeyin şeklinde…
Evet veriyor, ama bunu böyle yapmalarına gerek yok ki. Aylardır, yıllardır Türkiye’ye gitmeyin, Türkiye güvenli ülke değil diye yayın yapıyorlar zaten. Türkiye de buna karşılık yeni bir kampanya başlattı. Türkiye’deki yabancı şirketlerin üst düzey yöneticileri tam tersini söylüyor. Türkiye’ye gelin, burası fırsatlar ülkesi, Türkiye’de rahat edebilirsiniz, kendi hikâyenizi yazın diyorlar. Türkiye buna karşı kendi hikâyesini anlatmak durumunda ve bunu başarıyla yapacağına da inanıyorum. Yıllarca yapmamış, biz buyuz kardeşim, bizin anlayın diye düşünmüş, ama artık toparlanıyor. Bu psikolojik mücadeleye karşı ancak psikolojik savaşla karşılık verebilirsiniz.
Avrupa birbiriyle itiş kakış halinde
Batı kendi içinde de küresel markaları üzerinden savaşabiliyor. Terör savaşlarıyla ekonomi savaşları paralel mi gidiyor?
Tabii ki, Amerika ile Almanya arasında ciddi bir itiş kakış yaşandı mesela. Almanya Apple’a 15 milyar dolar gibi bir ceza kesti. Amerika da gitti Deutsche Bank’a ceza kesti. Karşılıklı markalar üzerinden ciddi savaş yaptılar. Bu ekonomi savaşları çoktan başlamış vaziyette zaten. Sadece bu coğrafyadaki ülkelere karşı değil ekonomik mücadele, kendi aralarında da itişiyorlar. Zaten çok ciddi ifade ediliyor ki İkinci Dünya Savaşı zamanındaki çelişkilere benzer çelişkiler oluştu Avrupa’da. Çözülmelerin nedeni bu.
Nasıl çelişkiler?
En başta Brexit olayı bir çözülme getirdi, İskoçya, İtalya da bunu tartışıyor. Papanın önünde AB’nin 60. yılını kutlayarak bir Hristiyan kulübü olduklarını teyit ettiler. Papanın itibarı ve desteğiyle o çözülmeyi engellemek için yapılmış bir numara bu. O yüzden Avrupa birbiriyle itiş kakış halinde. Fransızlarla Almanlar, Almanlarla Yunanlılar arasında inanılmaz çelişkiler var. Amerika’yla Avrupa’nın bir yarısında çok ciddi itiş kakış var.
İçimizdeki İrlandalılar
Güçlü ülkeler kendilerinden daha az güçlü olan ülkelerin siyasetini dizayn etmek için çeşitli enstrümanlar kullanıyor. Bunların içinde teröre destek ve ekonomiye müdahale en önemlileri arasında yer alıyor. Günümüz şartlarında hangisinin etkisi daha fazla?
Zaaflar doğrultusunda etkili olma durumu değişiyor. İnsani ilişkiler de böyledir, diyelim ki soğuk havada paltonuzu giymeden dışarı çıkarsanız hasta olmanız mukadderdir. Isı kalkanlarınız, savunma mekanizmalarınız doğru çalışmıyorsa etkilenmeniz çok daha kolay olur. Türkiye bundan 20 sene önce olsaydı, ekonomik yapısının gücü bu kadar iyi olmadığı ve finansal disiplini bu kadar güçlü olarak elinde tutmadığı yıllarda böyle bir reaksiyonla karşılaşsaydı, perişan olurdu. Biz bunları hem siyasi olarak hem ekonomik olarak yaşadık. Darbeler öncesini hatırlayalım, “70 sente muhtacız” denilen dönemleri, şu anda milyarlarca dolar dolu merkez Bankası’nın kasalarında. Türkiye kendiyle ilgili çeşitli önlemleri aldığı zaman, ki alıyor, bu önlemler sayesinde dışarıdan gelen agresif, saldırgan, siyasi ve ekonomik şeyler sizi etkilemiyor. Siyaseten de içeride parçalanmışsanız etkilenirsiniz. Şu anda Avrupa Birliği’nin bazı ülkelerinin Türkiye’ye yönelik saldırılarının hareket noktaları ile Türkiye’deki bazı muhalif grupların hareket noktaları birbirine çok paralel. Aynı yerdeler gibi. Mustafa Denizli’nin tarihe geçmiş meşhur bir lafı vardır. İrlanda’yla oynadığımız bir maç sonrası, “Bundan sonra UEFA’ya Türkiye yabancı ülkelerle oynadığı zaman kazanırsa altı puan alsın diyeceğim. Üç puan karşı taraftan, üç puan da içimizdeki İrlandalılardan” demişti. Şimdi de dışarıdaki saldırganlar karşılığını içimizdeki İrlandalılarda da buluyor ki, siyaseten zaafa düştüğümüzde başarılı olmuş oluyorlar. Böyle bir şey dünyanın hangi döneminde, hangi ülkesinde olmuş acaba?
Bu raddeye gelmeleri şaşırtıcı
Gezi olayları sırasında gezi platformunun şartları da aynı şekilde hayrete düşürmüştü bizi. Şimdi de referandum sürecinde Avrupa’yla içimizdeki muhalefetin birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Evet evet, her zaman elleri Türkiye’nin üzerinde zaten. Hayır kampanyasını bu kadar açık, net desteklemeleri de bundan. Hangi ülkede bir seçim olmuş da bir başka ülke medyasıyla, liderleriyle açık ve net olarak taraflardan birini desteklemiş. Böyle bir şey bu yaşa geldim ne işittim ne gördüm. Artık şaşırmıyorum gerçi de, bu raddeye getirebileceklerini tahmin etmemiştim. Ki ben onların kültüründen nasiplenerek eğitim yıllarımı tamamladım. Buna rağmen başlangıçta anlamakta güçlük çektim. Her zaman biliyorduk onların tarafını ve bir takım şeyler yapabileceklerini, ama buraya kadar cüret edecekleri konusunda ciddi bir tereddüdüm vardı, şimdi o da kalmadı.
İşgale kalkıştılar, daha ne yapsınlar
Referandumdan Evet geçerse Türkiye’nin ekonomik olarak da güçlü bir yere gelmesinden de mi korkuyorlar?
Naçizane benim görüşüm, tüm bu agresyonun başlangıç noktası Sayın Cumhurbaşkanı’nın milli bağımsızlık meselesini ortaya koymasıdır. Bir sürü etkeni ve gerekçesi vardır, ama bu milli bağımsızlık kavramını ortaya atmasıyla beraber saldırılar başladı. Türkiye’nin bu bölgede edilgen bir pozisyonda olmasını istiyorlar. Emperyal ülkeler veya dış güçler ne derse onlara “amenna” demeyecek bir noktaya geldiğini görmeleri ve böyle bir cumhurbaşkanının güçlenmesi, onları “Erdoğanı öldür” deme noktasına kadar taşıdı. Bunun başlangıç noktası budur. Kendine bağımlı, onlar ne derse amenna diyen, istediklerini yapan bir Türkiye’den, kendi kişiliği doğrultusunda ayakları üzerinde duran, hem ekonomik hem finansal iyi bir noktaya gelen, bölgede de bir örnek teşkil etmesiyle birlikte ciddi olarak rahatsızlık vermeye başladı.
Bunların içinde eğitim aldığınızı ifade ettiniz az önce. Onları kısmen daha iyi tanıyan biri olarak daha ne kadar ileri gidebileceklerini düşünüyorsunuz?
Valla daha ne kadar gitsinler, 15 Temmuz gibi bir şey yaşattılar, daha vahimi ne olabilir ki? Darbe kalkışması filan diyorlar ya, bana göre işgal hareketidir bu. Siyasi hiçbir düzenleme görmedik ortada. Sözüm ona müsteşarlık düzeyine kadar kimin nereye atanacağını belirlemişler, silahlı kuvvetlerdeki atamaları da çizmişler, ama başbakan, bakanlar, üst kademede hiç kimsenin ismi geçmiyordu. Dışarıdan mı gelecekti, belli değil. Daha nereye kadar gidebilirler ki?
Türkiye manevi değerlerine yürüyor
O kadar şey denediler, ama Türkiye hala sapasağlam ayakta. Türkiye o kadar güçlü mü gerçekten?
Biz kendi gücümüzün farkında değiliz. Nesi güçlü biliyor musunuz, maneviyatı güçlü. Naom Chomsky’nin pek çok görüşüne katılmasam da Requiem for the American Dream belgeselini herkesin izlemesini tavsiye ederim. Amerika maneviyatını kaybetti diyor orada. Amerika’yı ayakta tutan esas manevi değerleri yitirdiğini söylüyor ki, Trump’ın iktidara gelmesinin nedeni de o manevi değerlere sıkı sıkıya bağlanmasıdır. Amerikan’ın bütün filmlerinde geçen beş tane önemli değeri vardır. Kilise, polis/asker, mahkeme, hastane, okul. Bunların manevi değerlerinin toplamı Amerika’nın maneviyatını oluşturur. Öte yandan Türkiye’ye bakıyorsunuz, tam on beş-yirmi yıldan beri, hatta bana sorarsanız 1946’dan bu yana özündeki manevi değerlere yolculuğu başlattı ve devam ediyor. Şu sıra daha da yükseliyor. Milli bağımsızlıkla bunu birleştirdiğiniz zaman, bu bölge üzerinde çeşitli hesapları olanların sinirlerini bozmaya yetiyor. Kabin yasağı gibi bir sürü yeni karar daha çıkartmalarını bekliyorum ben. Mesela ihracatçılara yeşil pasaport verilmesi kararlaştırıldı. Çok önemli bir şey bana göre. 15 bin ihracatçı yeşil pasaport alacak. Şimdi de “yeşil pasaportun önceliklerini kaldırıyoruz” diyen bir karar bekliyorum.