Referandum sürecinde kopma noktasına gelen Avrupa ülkeleri ile ilişkiler, son günlerde olumlu yöne doğru seyrediyor. Başta Almanya ve Hollanda olmak üzere Türk hükümet yetkililerinin referandum seçim çalışmalarını engellemesi, karşılıklı olarak sert söylemlere sebep olmuştu. 2017’nin sonuna gelindiğinde, olumlu mesajlarla yeni bir yola girildi. Türkiye’nin bu ilişkilerdeki tek şartı, teröre verilen desteğin çekilmesi. 2018’in ilk ziyaretini Fransa’ya yapan Erdoğan, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından yeni bir döneme girildiğinin altını çizdi. AK Parti İstanbul Milletvekili, Anayasa Komisyonu ve AKPM Türk Grubu üyesi Mustafa Yeneroğlu ile Türkiye ile AB ülkeleri ilişkilerini analiz ettik. Yeneroğlu’na göre bu sene kritik bir yıl. Bu yıl bazı temel hususlar halledilemezse, 2020 öncesi hiçbir adım atılmaz. Bunların başında Gümrük Birliği’nin güncelleştirilmesi ve vize muafiyeti geliyor.
Referandum sürecinde gerilen Avrupa ile Türkiye ilişkileri, 2018 itibariyle düzelme yoluna girdi diyebilir miyiz?
Önümüzdeki iki yılda Türkiye-AB ilişkileri için orta vadede belirleyici bir perspektifin netleşmesi kuvvetle muhtemel. İster istemez takvim bunu dayatıyor zaten. Özellikle 2018 kritik bir yıl. AB Komisyonu bu yıl Nisan’da İlerleme Raporu olarak bilinen Ülke Raporunu yayınlayacak. Haziran’da AB zirvesi var, sonrasında Avusturya Dönem Başkanlığı gerginliklere sebep olabilir. Dolayısıyla 2018 içinde gündemde bazı temel hususlarla ilgili yol alamazsak 2019 yılına bu gündemlerle gireceğiz. Oysa 2019’da iki taraf da kendi iç gündemine daha fazla yoğunlaşmak zorunda kalacak, çünkü seçim yılı. Türkiye’de 3 önemli seçim var, AB kurumlarında da seçim yapılacak. Bu tarafların iç gündemlerinin öne çıkacağı manasına gelir ki önemli konuları mümkün mertebe 2018 yılının ilk üç çeyreğinde sonuçlandırmak ortak menfaatin gereği.
Nedir bu önemli konular, biraz açabilir misiniz?
Türkiye açısından Gümrük Birliğinin güncelleştirilmesi ve vize muafiyeti konuları en önemli başlıklar. AB İlerleme sürecinde gerçekçi olmak gerekir. 2019 seçimleri öncesi AB tarafı ilerleme konusunda başka hususları öne sürecek olsa da kendi iç sorunları nedeniyle adım atmakta çok zorlanacaktır. AB son 13 yılda 14 üyeden 28 üyeye çıktı, ancak küresel aktör olarak zayıfladı ve sorunlarını artırdı. Kendi sınırlarını korumakta yetersiz, ortak bir savunma konsepti geliştirememiş ve etkin bir göç yönetimi oluşturamamış noktada. Ayrıca artan aşırı sağ ve parlamentolara yerleşen ırkçı akımlar Avrupa’nın geleceğini sorgulatıyor. AB bünyesindeki eksen kayması örtülmeye çalışılıyor olsa bile örneğin, 2018 yılında AB dönem başkanlığını aşırı sağ partilerin dâhil olduğu iktidarlar üstleniyor. İlk altı ay Bulgaristan hükümeti, ardından ikinci yarıyılda da Avusturya hükümeti görevde. Aslında çok manidar bir gelişme ile karşı karşıyayız. Netice itibarıyla iç siyasi risklerin öne çıkabileceği 2019 yılına girmeden bu yıl kritik virajları almamız lazım. Aksi takdirde birçok önemli konuda 2020 öncesi adım atılmaz.
Tek tek ele aldığımızda öncelikle ABD ile yılbaşı öncesi karşılıklı olarak tüm vize kısıtlamaları kaldırıldı. Üstelik Kudüs oylamasından sonra. Bunu nasıl okumalıyız?
ABD kendi konsolosluk personelinin Türk yargısı karşısında dokunulmazlığı varmış gibi davranıp irrasyonel bir tepki gösterdi. Ölçüsüz bir tepki olduğunu anlamış olmalı ki kararını düzeltti.
Almanya ile ilişkiler son yıllarda neredeyse kopma noktasına gelmişti. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 2018 Almanya-Türkiye ilişkilerinden umutlu olduğunu söylüyor. Nasıl bir düzelme bekleyebiliriz?
Gerçekten özellikle son iki yıl çok gergin geçti. Çok boyutlu ve tarihî derinliğinin yanında en önemli dış ticaret ortağımız ve 3 milyon vatandaşımızın yaşadığı Almanya ile ilişkililerimizin çok özel olması sebebiyle sorunlarımızı da rasyonel bir zeminde ele almamız gerekir. Almanya’da genel seçimler öncesi yürütülen kampanyalar ve federal parlamentoda grubu bulunan partilerin programlarını dikkate aldığımızda başta AB tam üyelik süreci ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden konular olmak üzere birçok temel anlaşmazlığın var olduğu unutulmamalı. Son haftalarda retorik düzeyde bir yumuşama olsa da önceki söylemsel gerginliğin sebep değil sonuç olduğu dikkatten kaçmamalı. Bilateral ilişkinin normalleşmenin ötesinde kalıcı olarak olumlu seyirde devam etmesi ölçülebilir gelişmelere bağlı.
Nasıl gelişmeler bunlar?
Güven tesis edici somut adımlar önemli. PKK’nın paravan örgütlerine karşı zorunlu hukuki yaptırımların Almanya tarafından ötelenmemesi, FETÖ ile ilgili özellikle doğrudan darbe girişimine dâhil olan subayların iadesi hususunun ciddiyetle ele alınması, AB üyeliği, gümrük birliği ve vize serbestisi konularında taahhütlere aykırı frenleyici tutum yerine Almanya’nın aktif rol üstlenmesi gibi birçok konu var. İlk önce yeni hükûmetin kurulmasını beklemek gerek. Tekrar büyük koalisyon kurulabilecek mi yoksa düşük ihtimal da olsa Almanya yeniden seçime gitmek zorunda kalacak mı, Ocak ayı içinde netleşir. İlişkilerin iyileşmesi için iki taraftaki kamuoyunun bu süreci aktif olarak desteklemesi önemli. Türkiye-Almanya Hükûmetlerarası İstişare Toplantısı’nı canlandırmayı başarırsak, süreç normalleşmiş demektir.
Erdoğan “Biz düşmanı azaltmaya, dostu çoğaltmaya mecburuz. Ne Almanya’yla problemimiz var ne Hollanda’yla ne de Belçika’yla. Tam tersine oralarda iş başında olanlar benim eski arkadaşlarım” dedi. Erdoğan bu mesajları olumlu sinyaller aldığı için mi verdi?
Sayın Cumhurbaşkanımız alınan herhangi bir sinyalden ziyade doğru olanın altını çiziyor. Türkiye’yi edilgen bir ülke olarak görmekten vazgeçip göz hizasında stratejik ortak olarak doğru konumlandıranlar Türkiye’den hep fayda göreceklerdir. Nasıl Türkiye saydığınız ülkelerin güvenliği ve iç istikrarı konusunda hassas ise, bu ülkeler de kendi bünyelerinde Türkiye karşıtı suç ve terör örgütlerine karşı kararlı tutum içinde olmalılar. Bunların ötesinde menfaat çakışmaları da var tabii. Ancak ortak kazanımlara odaklanırsak farklı düşündüğümüz konularda daha kolay yol alabileceğiz.
Aile Bakanımız Fatma Betül Sayan Kaya’nın Hollanda’da gördüğü muameleden sonra bozulan ilişkiler, Başbakan Rutte’nin “zeytin dalı” uzatması sonucunda düzelme yoluna mı girdi?
Dal çok güçlü değildi gibi. Çok üzücü olaylar yaşandı. Hollanda tarafından özür mahiyetinde bir adım Türkiye’nin iki adım atmasını sağlayacaktır. Biz Hollanda ile ilişkilerimizin bu düzeyde olmasını istemeyiz. 500 bine yakın vatandaşımız Hollanda’da yaşadığı gibi çok güçlü ekonomik ilişkilerimiz var. Diğer tarafta dört partili koalisyon hükûmetinin nispeten zayıf olması ve Mart 2018’de gerçekleştirilecek yerel seçimlerde ırkçı partinin güçlenmesi olasılığı bizleri hem ülkede yaşayan azınlıklar hem de AB’nin geleceği adına kaygılandırıyor.
Kudüs meselesinde AB ile Türkiye’nin ABD’ye karşı ortak cephede yer alması, Trump’a karşı ortak bir tavır gibi oldu. Trump etkisi ve bu ortak tavır başka konularda da kendini gösterir mi?
Trump, 70 yıla dayanan transatlantik paktı zora sokan ve AB ülkelerinin başta savunma alanı olmak üzere kendilerini sorgulamalarını sağlayan söylemlerini sürdürüyor. ABD ile Rusya arasındaki gerilimin daha fazla artmasından AB üyeleri endişe duyuyor, çünkü kendilerini doğrudan etkileyecek bir komşuluk ortamı ve tehdit hissinde olan Doğu Avrupa ülkeleri var. Diğer tarafta AB’nin orta vadede küresel bir aktör iddiasını ancak Türkiye ile çok güçlü ortaklık ile sürdürebileceği genişçe paylaşılan bir kanaat. Kudüs konusunda Trump’ın adımına karşı endişelerimize ortak olan Batı ülkeleri ile ortak bir dili yakalamamız yol alabilmemiz için belirleyici olacaktır.
Özellikle Avrupa ile ilişkilerde, Türkiye iyi olduğu zaman iyi, Türkiye zor durumda olduğu, içerde ve dışarda birçok sorunla uğraştığı zaman kötü bir sürece girildiği söylenebilir. Neden böyle oluyor?
İyi derken, AB’ye tam üyelik müzakerelerinin başlangıcı olan Ekim 2005 yılından sonra AB tarafının fasılların açılmasında çok hevessiz olduğu bir gerçek. Ayrıca açılanların kapatılmasında da sadece bir faslın kapatılmış olması örneğinde görüleceği gibi gayet isteksiz olduğunu unutmamak gerekir. İyi veya kötü tanımları yerine, iki taraflı ilişkilerdeki doğal ve kalıcı menfaat çakışmalarını esas alıp pragmatist çözüm arayışları tüm tarafların tutumlarını belirliyor demek daha doğru olur.
Türkiye’nin Rusya ve AB harici ülkelerdeki açılımına dair bir okuma yapacak olursak, Türkiye-AB ilişkisi muhtaçlık tezinden kurtuluyor mu?
Bu soruya cevap mahiyetinde haritaya ve ekonomik verilere bakmamız yeterli. Ayrılamaz komşuyuz, ihracatımızın nerdeyse yarısı AB ülkelerine gidiyor. Yine son yıllardaki birçok olay gösterdi ki Türkiye-AB ilişkisi ayrıştırılması karşılıklı krizlere yol açabilecek yoğunlukta birbiriyle bütünleşmiş bir ortaklık düzeyinde zaten. Rusya’ya gelince; herkesle iyi ilişkiler kurmamız dış politikamızın temel dinamiği. Diğer tarafta Rusya ile de stratejik menfaatlerimizin örtüştüğü konular olduğu gibi örtüşmeyen hususların da olduğu unutulmamalı.
Erdoğan’ın Fransa ziyareti ikili ilişkiler açısından nasıl bir öneme sahip?
680 bin insanımızın yerleşik olduğu ve AB dışında 3. büyük ticaret ortağımız olan Fransa ile ilişkilerimiz 500 yılı aşkın bir geçmişe sahip. Macron döneminde ilişkilerimiz daha çok ekonomik merkezli ve ticaret hacmimizin artırılmasına yönelik başarılı bir süreç olabilir. Ayrıca AB bünyesinde yükselen ırkçılık ve İslamofobiye karşı Macron önemli bir aktör ve müttefik. Ortadoğu’daki gelişmelerde de aynı düşündüğümüz noktalar yoğun. Türkiye’nin AB sürecinin ivme kazanması konusunda Macron şimdiye kadar net bir tutum içinde olmadı. Türkiye’yi daha çok ekonomik ve stratejik müttefik olarak konumlandırdığı kanaati daha ağır basıyor. Gümrük Birliğinin güncellenmesi konusunda aktif olabileceğini düşünüyorum.