Anavatan Türkiye’ye sığındık

Doğu Türkistanlı 44 yaşındaki Kurban Nurmehmeti ile 38 yaşındaki Gülgine Mahmud çiftinin evine misafir olduk. Aile dindar bir kimliğe sahip. Maddi durumları çok iyi olduğu, kendilerine ait evleri ve lokantaları bulunduğu halde Çin’in İslama ve milli değerlere ağır saldırıya geçmesiyle birlikte 27 Temmuz 2015’te Türkiye’ye hicret ediyorlar. Evlerini ve lokantalarını yarı fiyatına satmaya çoktan razı olmuşlar. Yine de ellerine geçen para, onları Türkiye’de rahat yaşatmaya yetebilecek miktarda. Tekrar bir lokanta açabilir, güzel bir şekilde geçimlerini sağlayabilirler. Fakat maalesef “mevzuat” hazretleri Müslüman Türk kimliğini korumak için “Anavatan Türkiye”ye sığınan bu aileye etmediğini bırakmıyor. Tam üç buçuk yıldır bir sıkıntıdan diğerine savrulurken elde avuçta ne varsa tükeniyor. Bugün bu güzel aile, en büyüğü 10 yaşındaki dört çocuğuyla perişan durumda. Bir buçuk yıldır ikamet alamıyorlar. İkamet alamadıkları için herhangi bir sosyal yardımdan yararlanamıyorlar. Sigortalı bir işe girip çalışmaları zaten söz konusu bile değil. Ellerindeki küçük serveti asıl bitiren nedir, biliyor musunuz? Küçük çocuklarının sağlık masrafları. Çünkü herhangi bir sağlık imkanından yararlanma hakları bulunmuyor.

Doğu Türkistan’da sizin açınızdan ilk büyük sıkıntı nasıl başladı?

İsim konusunda bir baskı var. İkinci çocuğumun adını Muhammed koymak istedik. Çinli memur bunu kabul etmedi. Güç bela ikna edip adını Mahmud koyabildik. Herhalde şimdi doğsa Mahmud ismini kabul ettiremezdik. Bir de Çin nüfus kontrolü konusunda çok baskıcı. İki çocuğa izin veriliyor. Eşim üçüncü çocuğumuza hamile iken Çinli görevliler eve baskın yapıyor. Eşim bir bahaneyle memurları atlatıp bir tanıdığının yanına kaçıyor. Ve burada aylarca saklanıp çocuğu doğuruyor. Bu sırada lokantama gidip gelip bana sürekli baskı yapıyorlar.

Ne tür bir baskı?
Hem psikolojik taciz var hem de ağır para cezası. Eşimden dolayı bana 85 bin Yuan ceza kestiler. Bu da bugün yaklaşık 65 bin Türk lirasına karşılık geliyor. Normal bir çalışanın yaklaşık üç yıllık geliri. Parayı zorla tahsil ettikleri halde lokantamı yine de bir müddet kapattılar. Üstelik müşterilerimin yüzde 90’ı Çinlilerden oluşuyordu. Karamay şehri petrol şehri olarak bilinir. İş imkanı oldukça iyidir. Bu nedenle yüzde 95 oranında Çinlilerin yaşadığı bir yer.

 Yüzde 95 mi, çok fazla değil mi?

Şöyle diyeyim. Bizim oturduğumuz apartmanda 24 aile vardı. Hepsi Çinliydi, bir biz Doğu Türkistanlıydık. Urumçi ve çevresi aynen bu şekilde. Çinli nüfus daha fazla. Buralarda yaşayan Doğu Türkistanlılar nispeten daha asimile durumda.

Karamay’da Çinlilerle ilişkiler ne durumdaydı?

Aslında ben eşim gibi doğma büyüme Karamaylı değilim. 1992 yılında yaşım 18 olduğunda daha iyi iş imkanı bulunduğu için Kaşgar’dan Karamay’a geldim. O dönemde biz Uygurlar Çinlilere karşı daha güçlü, daha özgüvenli bir toplumduk. Hoşumuza gitmeyen bir durum söz konusu olduğunda veya bir devlet dairesinde işimiz görülmediğinde rahat bir şekilde tepkimizi ortaya koyabiliyorduk. Zamanla durum değişmeye başladı ve bunda Çin hükümetinin takındığı tutumun büyük payı var. Yoksa 2009 yılında Urumçi’de gerçekleşen olaylar sonrası Çinli komşularım bana tavır alır, lokantama uğramaz, belki oturduğum apartmanda sorunlar yaşamaya başlarım diye düşünmüştüm. Pek öyle olmadı, eski ilişkiler aynı şekilde devam etti. Ta ki hükümet bu durumdan rahatsız olup bölgeye ırkçı Han Çinlilerini göç ettirene dek. Yeni gelenler yerleşik Çinlileri de, Uygurları da fena halde rahatsız etti.

Huzuru bozan, toplumların arasını açan bir hükümet politikasından mı söz ediyoruz?

Tamamen öyle. Yıllardır birlikte yaşadığımız Çinli komşularımızla aramızda hiçbir vakit etnik gerilim söz konusu olmadı. Karşılıklı saygı çerçevesinde yaşayıp gidiyorduk. Mesela benim dükkanımda alkol ve sigara yasağına ilişkin uyarıcı levhalar vardı. Bölgenin ileri gelen, sözü geçen Çinlileri bile bu yasağa riayet ediyordu. “Sen Müslüman adamsın” deyip saygıda kusur etmiyorlardı. Fakat bölgeye dışarıdan, Çin’in iç kesimlerinden göç ettirilen önyargılı, ırkçı Han Çinlileri bu karşılıklı saygı ortamını bozdu.

Dini açıdan herhangi bir sıkıntı yaşıyor muydunuz? Çince ezan meselesinin aslı var mı?

Doğrusunu söylemek gerekirse biz Karamay şehrinde Çince ezan duymadık. 2015 yılına dek camilerden Arapça ezan duyuluyordu. 2015 yılında ezan sesi artık duyulmaz oldu. Sadece ezan meselesi de değil dindar insanlara karşı oldukça baskıcı bir politika uygulanmaya başlandı. 2013 yılında tanıdıkları ziyaret için daha içerde bulunan Hotan şehrine gittiğimde toplu taşıma araçlarına başörtülü kadınların alınmadığına tanık oldum. Uyarıcı levhalar vardı ve başlarını açmadan kadınların araçlara binmesine izin verilmiyordu. Benim şehrim Karamay’da henüz böyle bir yasak yoktu. Hotan’da Uygur nüfus daha yoğundu. İlk kez orada tesettür yasağına denk geldim.

Müslüman nüfusun yoğun yaşadığı yerlerde yasaklar daha önce başlıyor yani…

Kesinlikle öyle. Bizim geleneksel evlerimizin geniş avlusu var. Avluda ağaçlar filan da oluyor. 2014 yılına dek insanlar kendi avlularında rahatça namaz kılabiliyorlardı. Derken “açık alanda namaz kılma yasağı” başladı. İnsanlar artık dışarıdan görünmesin diye ağaçları siper edinerek namaz kılmaya başladılar. Çünkü biri gördüğü zaman şikayet ediyordu.

Camiye rahatça gidilemiyor muydu?

Camiye girme konusunda yasaklar gelmeye başladı. Kadınlara cami yasağı vardı. Erkekseniz 18 yaşından gün almanız gerekiyordu. Cuma namazları gibi kalabalık cemaatin olduğu zamanlarda özel kuvvet polisleri camilere geliyor ve yasakların bizzat denetçisi olarak içeriye girenleri teftiş ediyordu. Yasaklar hakkında camilere uyarı levhaları asıldı. Çin Komünist Partisi üyeleri, devlet memurları ve sakal bırakanlar kesinlikle camilere giremiyordu. Diyelim ki yaşlı bir adamsınız ve görünüşte camiye girmenizde hiçbir sakınca yok. Yine de camiye girdiğiniz için fişleniyordunuz.

Tesettür yasağı ne şekilde uygulanıyordu?

Bir kere toplumsal açıdan dışlanıyordunuz. Tesettür yasağı ilan edildikten sonra yıllardır tanıdığınız, daha önce sizi tesettürlü olarak bilen Çinli komşularınız bile cüzzamlı biriymişsiniz gibi sizden uzaklaşıyordu. Hükümetin propagandası sonucu size doğrudan “radikal terörist” olarak bakılıyordu. Polisin muamelesi ise kesinlikle çok sertti. Doğrudan başörtünüze müdahale edip başınızı açıyorlardı. Direnmeye kalkarsanız sürükleye sürükleye karakola götürüyorlardı.

Peki siz böyle bir müdahaleye maruz kaldınız mı?

Bir defasında eşim rahatsızlandı ve hastaneye doğru yola koyulduk. Bütün sokaklarda güvenlik kamerası var. Çin hükümeti her yeri, herkesi kontrol altına alma derdinde. Maalesef eşimin başörtüsü güvenlik kamerasına takıldı. Üstelik doğru düzgün bir tesettür yasak olduğu için başımıza iş almayalım diye boynu filan açıktı. Başına örttüğü şal yüzünden iki polis eşliğinde karakola götürüldük. Sanki terör örgütü üyesiymişiz gibi sorgulandık. Eşimin bir suçlu gibi her açıdan fotoğrafları çekilip fişlendi. Bir de parmak izleri ve hatta kan değerleri alındı. Eşime “şükret, daha önceden bir kaydın yokmuş. Gelecek sefere bunun affı yok” diye gözdağı verip bize bir de taahhütname imzalattılar. “Bir daha böyle bir suçu işlemeyeceğiz” diye imza vermek zorunda kaldık.

Diyelim ki tekrarlandı, nasıl bir ceza söz konusu?

Bize söylediklerine göre 5 ila 10 yıl hapis cezası varmış. Çünkü başörtüsü doğrudan radikalizmin simgesi onlara göre. Terör örgütü mensubu olarak fişleniyorsunuz. Suçunuz, müesses nizamı yıkmaya çalışmak oluyor.

Din görevlilerinin eşleri de bu yasağa tabi mi?

Mevcut din görevlileri maalesef Çin’e çalışıyor. Çin’e çalışmayı kabul etmeyenleri gözünün yaşına bakmadan tasfiye ediyorlar. Din görevlileri periyodik olarak Çin hükümeti tarafından toplanır. Komünist ideolojiye göre davranmaları, cemaatlerine Çin değerlerini ve komünizmi öğretmeleri istenir. Yani cami imamı dediğiniz adam kürsüye çıkıp vaaz veriyor ya… Bildiğiniz komünizm propagandası yapıyor. Bunu kabul etmeyen imamın akıbeti pek de hayır olmuyor. Çin, kendine göre bir İslam icat etmiş durumda. Buna uymak zorunda bırakıyor seni. Uymazsan radikal terörist olarak damgalanıyorsun.

Başka ne gibi yasaklar var?

2014 yılında ailecek evimizde oturuyorken Çin polisinden bize bir telefon geldi. Büyük oğlum, şu anda Çin’de 13 yıla mahkum edilen Pakzat henüz 14 yaşındaydı. Polis tarafından içeri alınmış. Bize “oğlunuz suç işledi, yanınıza bir kıyafet alın ve hemen karakola gelin” diye çağrı yapıldı. Çocuk için bir tişört alarak telaş içinde karakola koşturduk. Suçu neymiş, biliyor musunuz? Üzerinde Türkiye yazan, Türk bayrağı bulunan, ayyıldızlı bir tişört giymiş olmak. Çocuğumu ilk kez orada fişlediler. Türk bayrağı motifli bir tişört giydi diye…

Benzer konular