Tarih 28 Şubat 1997. Milli Güvenlik Kurulu olağanüstü toplandı. Hayır, ülkeye düşman saldırısı söz konusu değildi. Bilakis tehdit içeriden geliyordu. 17- 18 yaşlarındaki genç kızlar başlarındaki bez parçasıyla ülkenin bölünmez bütünlüğüne kastediyor, küçük çocuklar Kur’an kurslarında öğrendikleri ayet ve hadisler ile laiklik dinini tehdit ediyorlardı! Bu korkunç durum karşısında olağanüstü toplanan MGK bazı kararlar açıkladı. Sonrası malum; üniversite önlerinde bekleyen başörtülü kızlar, kapatılan Kur’an kursları, uyduruk örgütlere üye oldukları iddiasıyla hapislerde ömürleri çürütülen dindar insanlar… Bu dönemde bir baba oğul, Abdullah Genç ve Muhammed Ali Genç, sadece başörtülü öğrencilerin YÖK Kanunu ile verilmiş olan başörtülü eğitim görme haklarını savundukları için, düzenlenen bir kumpasla cezaevine atıldılar. Dönemin il emniyet müdürünün açık açık, “Onları kurban olarak seçtik” dediği Abdullah Genç ve Muhammed Ali Genç’le 28 Şubat sürecinde yaşadıklarını konuştuk.
Abdullah Bey, 28 Şubat döneminde oğlunuz Muhammed Ali ile birlikte tutuklanıp cezaevine girdiniz. Sebep neydi?
Abdullah Genç: O dönemde 1987’den beri Milli Gençlik Vakfı’nın Sivas, Yozgat, Kayseri, Tokat, Amasya bölge başkanıydım. Sivas Belediyesi’nde de teftiş kurulu müdürüydüm. Başörtüsü zulmünün en yoğun olduğu dönemde insan hakları mücadelesi verir noktadaydık. Başörtülü öğrenciler derslere ve stajlara alınmıyordu. Hatta zaman zaman kampüse giden otobüslerin içinden indiriliyorlardı. Bunlara yönelik hukuki mücadele veriyorduk. Bu da bizi otomatikman hedef tahtasına oturttu. Hatta daha önce de böyle bir olay nedeniyle hapis cezası almıştım.
O olay nasıl oldu?
AG: 1994’te Hemşirelik Meslek Yüksek Okulu öğrencileri pedagojik formasyon için ilkokullara staja geliyorlardı. Ama okul yöneticileri tarafından staja alınmadılar. Benim haberim olunca tutanak tutmak için gittim. YÖK kanunundaki “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” ek maddesinin yayınlandığı Resmi Gazete’nin fotokopisini de alıp gittim. Fakat o gün o yöneticiler çok açık ve net olarak “Biz o kanunu kabul etmiyoruz” diyerek reddettiler. Ben de fotokopiyi önlerine attım ve “Tüm Türkiye Cumhuriyeti kurumları Meclisin çıkardığı kanunları kabul etmek mecburiyetindedir” dedim. Bunun üzerine hakaret ve şiddet şikayetinde bulunup dava açmışlar. 8 ay hapis cezası verildi. Ceza tecil oldu. Ben daha önce iki kere İslami çalışmalar içinde olduğum için ceza evine girdim. 12 Mart darbesinde bir lise öğrencisiyken üniversite sınavına giremeden tutuklandım, 10 ay hapis yattım. 12 Eylül’de de MTTB kurucularından olduğum için tutuklandım. Bahattin Yıldız fakülteden sınıf arkadaşım. Bütünlemede birkaç dersimiz vardı. Birlikte onu vermeye gidiyorduk. Yolda bir de baktık ki ihtilal olmuş. Bizi de aradıklarını anlayınca geri döndük. Ancak daha sonra beni de aldılar.
4 YIL OKUYUP 2 YILLIK DİPLOMA ALDILAR
28 Şubat dönemindeki ortam nasıldı?
AG: 97-98 yıllarında korkunç bir zulüm dönemi başladı. İmam Hatiplerde bile başörtü yasaklandı. Hemşirelik Meslek Yüksek Okulu’nda 4. sınıfa gelmiş kızlara diplomaları verilmedi. Mezun etmeyeceğiz tehditleri yüzünden bu kızlar 4. sınıfta, 2. sınıf ön lisans diplomalarını alarak okulu terk etmek zorunda kaldılar. Sürekli başörtülerinden dolayı okuldan uzaklaştırılan ve okuma hakları ellerinden alınan bir kitle oluştu Sivas’ta.
Muhammed Ali Bey, siz bu olayın neresindesiniz? Siz neden tutuklandınız?
Muhammed Ali Genç: Ben o dönem Ankara üniversitelerinin birçoğunu kazanacak bir puanla Cumhuriyet Üniversitesi İşletme İktisadi İdari Bilimler bölümüne birincilikle girdim. Maddi durum ve memleketimden ayrılmamak arzusuyla böyle bir tercih yaptım. 1998 yılının Eylül ayında dersler başladı. O dönemde sınıflarımızda başörtülü arkadaşlarımız vardı. Ben de sakallı olarak derslere giriyordum. Ancak eylül ayı başlarında üniversitede bir senato toplandı. O senatoda başörtüsüyle, sakalla derslere girilemeyeceği, kapalı alanlara alınmayacağı yönünde bir karar çıkarıldı. Biz de 28 Şubat mantığındaki insanlara karşı, öğrencilerin en doğal ve yasal haklarını kullanarak Müslüman Öğrenciler platformu kurduk, protesto eylemlerine başladık. Ama tamamı legal, hiçbir şiddet içermeyen, bölücü ihanet şebekelerinin yaptığı gibi ellerinde molotof kokteyli olan gösteriler değildi bunlar. Sadece hakkı haykıran ve sadece başörtülü kız kardeşlerimizin okullara alınmaları, bizim de sakallı olarak eğitim hayatımızı devam ettirebilmemiz ile ilgili taleplerimiz vardı.
POLİSLER AĞLIYORDU
Siz de bu eylemler yüzünden mi hedef alındınız?
MAG: O dönemin emniyeti çok kışkırtıcı davranışlarda bulunuyordu. Çevik Kuvvet geliyor ve en ufak bir şeyde mesela slogan attığımızda müdahale ediyorlardı. Başörtülü kız kardeşlerimiz defalarca coplandı. Ben o dönemde “Hadi bunları coplayın” denildiği zaman hüngür hüngür ağlayan polis memurları gördüm. Bunun gibi akla ziyan olaylar yaşandı. Bu eylemlerde hiçbir yasa dışı slogan, olay yaşanmıyordu ama sürekli olarak, öğrencileri kışkırtıp yasa dışı görüntüler verdirmek için müdahale ediliyordu. O dönemde ben üniversitede birkaç defa resmi olmayan şekilde göz altına alındım. Dönemin emniyet müdür yardımcısı Ömer Çepniler direkt bana dönüp “Sen bu üniversiteyi bitiremeyeceksin. Seni bu memlekette yaşatmayacağım” diye 2 kere tehdit etti. Ben hak talebi haricinde hiçbir şey yapmadığımızı, bunun insan haklarına aykırı olduğunu söylediğimde de “Kes sesini” diyerek yakama yapıştı.
Yani baba oğul, başörtülü ve sakallı öğrencilerin eğitim hakkını savunduğunuz için hedef konumuna gelmiştiniz.
AG: Ömer Çepniler’in Muhammed Ali’ye tehdit savurmasının yanında bir de o dönem Sivas emniyet müdür olan Celalettin Cerrah’ın söylediği sözler var. İlahiyat Fakültesi önündeki kızlar oturma eylemi yaparken, coplayarak, ellerindeki telsizlerle kafalarına vurularak otobüslere doldurulup gözaltına alınmaya kalkışıldı. Biz de o zaman bir televizyon kanalında MGV şube başkanı Vahdettin Altun, ben ve Mazlumder şube başkanı Şakir Özel programa çağırıldık. Orada bu yapılanın son derece kışkırtıcı davranışlar olduğunu, eğitim hakları ellerinden alınan öğrencilere yapılan bir zulüm olduğunu ve bunu yapmaya kimsenin hakkı olmadığını söyledik. Program akabinde Ömer Çepniler bir avukat arkadaşımıza bizim için, “Üniversiteye hastaneye bile gelseler onları tutuklatacağız. Abdullah Genç’in oğlu Muhammed Ali’yi de okutmayacağız” demiş. Celalettin Cerrah da bizim çok sevdiğimiz bir arkadaşımızla bireysel hukukundan dolayı bir ortamda konuşurken “Bu 3 kişiyi hedefimize aldık. Tevkif edip içeri tıktıracağız ve onları kurban edeceğiz” demiş. Bu arkadaş durumu bize iletti ve sakın üniversiteye gelmeyin dedi. Ben o dönemde çiftçilik de yapıyordum, köyde tohum ekiyordum. 10 gündür zaten Sivas’ta değildim.
ŞEHİR DIŞINDAN GERİ DÖNDÜRDÜLER
Tutuklanmanız nasıl oldu?
AG: O süreçte tüm Türkiye’de 11 Ekim’de “El Ele Zinciri” oluşturulacaktı. Ben zaten 10 gündür Sivas’ta olmadığım için o eylemlerin organize edilmesiyle ilgilenememiştim. O gün tohum ve gübre aldım arabaya, köye gitmek üzere Muhammed Ali’yle birlikte yola çıktık. Demek ki bizi takip ediyorlarmış. Şehir dışına çıktıktan 5 km sonra polisler bizi durdurdu. “Nereye gidiyorsunuz” diye sordular. “Köye gidiyoruz” dedik. Gidemezsiniz deyip geri döndürdüler. Şehrin girişindeki ilk kavşakta arabadan indirdiler. Çok sayıda polis vurarak, coplayarak, tekmeleyerek gözetim altına aldılar.
El ele eylemi başlamış mıydı?
AG: El ele zinciriyle ilgili başlayan hiçbir olay yoktu. O gün sokakta kim varsa, Sivas’ta 3000’e yakın kişiyi gözetim altına alıp bunlardan 400- 500’ünü, Stalin zamanında Sibirya’ya sürgün edilenler gibi üst üste yığarak nezarethaneye tıktılar. 2000’den fazla kişiyi de boş bir alana topladılar. O gün bu olaylarla hiç ilgisi olmayan, evinden işine, okuluna gitmek için çıkan insanları bile alıp getirdiler.
Muhammed Ali Bey siz o zaman genç bir çocuktunuz. Ne hissettiniz başınıza bunlar gelince?
MAG: Allah’a hamd olsun biz çocukluğumuzdan beri güç ve kudret sahibinin yalnızca Allah olduğunu bilerek yetiştik, tüm yaşantımızda bu ideale göre yaşadık. Defalarca beni üniversitedeki eylemlerde gayrı resmi olarak gözaltına aldılar, tehdit ettiler ama ne bir korku, ne bir endişe vardı. Bizi o arabadan indirip gözaltına alışları normal bir süreç değildi zaten. Onlarca polis kafamıza bastırarak, tekmeleyerek, tokatlayarak gözaltına aldı. Bir halı saha içinde topladılar. Sonra sivil bir araç geldi, içinden 4 sivil indi. Beni kafama bastırarak ellerimi arkadan kelepçeleyip, arabaya oturtturdular. Gözlerimi bağladılar. Polis olup olmadığını bile bilmiyordum. Araba hareket etti. İşkence başladı. Vücuduma elindeki telsizle ya da copla, bilmiyorum, yüzüm hariç her yerime yüzlerce kere vurdular. Çok profesyonellerdi. Orasıyla emniyet arasındaki mesafe 2 dakikaydı ama biz çok uzun bir yol gittik. Beni nereye götürüyorsunuz diye sorduğumda da “Gözünü açtığımızda görürsün” diyorlardı. Emniyete vardık. Terörle mücadelede yarımşar metrekare, karanlık, idrar kokan, pis hücrelere aldılar. Her on dakikada bir gelip hakaret ediyorlardı. Akşama kadar böyle devam etti. Sonra ifade alınmadan önce doktora götürdüler. Doktora yanımda iki kişi girdi. O doktor bunun hesabını nasıl verir bilmiyorum, yüzüme bile bakmadan uzatılan kağıdı imzaladı. Ki ben ayakta duramıyordum.
Başka neler yaşandı emniyette?
AG: Kendi hazırladıkları kağıtları imzalatmaya kalktılar. Ben direndim. “İsterseniz öldürün imzalamayacağım” dedim. 2 gün sonra mahkemeye çıkarttıklarında bizim imzalamadığımız bir fezleke vardı.
KAÇARKEN YAKALANDI DİYE İMZA ATTIRMAYA ÇALIŞTILAR
Size de imza attırmaya çalıştılar mı Muhammed Ali Bey?
MAG: Bana da bir kağıt imzalatmaya çalıştılar. Kağıtta tutuklama fezlekesi vardı. 1. ve 2. kısım boş. 3. maddeden sonra üstündekiler cüzdan, kemer… yazmışlar. İlk kısımlar neden boş diye sorduğumda, rutin uygulama diyorlar. Sonra baktım üst tarafta “Kaçarken tutuklandı” kutucuğunu işaretlemişler. “Ben kaçarken tutuklanmadım” dedim. “Böyle olması senin için daha hayırlı” dediler. “Benim için neyin hayırlı olduğunu siz mi öğreteceksiniz” dedim. İmzalamadım. Sonra terörle mücadelenin içine savcı geldi ve bizim ifademizi aldı. O da “Sen anlat anlat, biz kararımızı zaten verdik” modunda bir savcıydı. Onun yüzündeki pis gülümsemeyi hala hatırlıyorum. 12 kişi savcılığa sevk edildik. Ben üniversitede öğrenciyim, babam da devletin teftiş kurulu müdürü. Kaçma ihtimalimiz yok fakat 2911 sayılı gösteri kanununa muhalefetten diğer arkadaşlara katılmak, bize organize etmekten dava açtılar. Diğer arkadaşları serbest bıraktılar biz tutuklandık.
AG: Mahkemede asayiş şube müdürü, “Ben bu fezlekenin altına imza attım ama mahkemede namusum üzerine yemin ettim, yalan söyleyemem. Diğer 10 kişiyi eylem alanında gördüm ama bu baba oğlu oralarda hiç görmedim” dedi. Buna rağmen herkes serbest bırakıldı, biz tutuklandık. Öğrendik ki Celalettin Cerrah başsavcıyla görüşüp bu iki kişiyi muhakkak tutuklayın demiş.
Bu süreçte birlikte miydiniz?
AG: Tutuklanma sürecinde cezaevlerinde ayrı ayrı hücrelerde yattık. Daha sonra bir araya geldik. Muhammed Ali 3. mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldı, ben de 7. mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldım. Hapisten çıktığımda memuriyetten de emekliye sevk edilmiştim.
SAKALINI KESERSE BIRAKIRIZ
Cezaevi günleri nasıl geçti?
MAG: Orası bize bir Medrese-i Yusuf gibi oldu. Ben zaten kitap okuyan bir insandım ama orada günde 2 kitap bitirdiğim oldu. Hiçbir zaman da yeise kapılmadım. Sadece bir süreç olduğunu, imtihan olduğunu, kazanan olmak istiyorsak sabretmemiz gerektiğini biliyorduk. Yeise kapıldığım bir dönem olmadı.
AG: Benim cezaevi tecrübem çok olduğu için Muhammed Ali tecrübeli bir adamla birlikte olduğu için sıkıntı çekmedi.
Nasıl serbest kaldınız?
MAG: 2. mahkeme sonrası yakın akrabalarımdan biri savcıyla bir ortamda karşılaşıyor. “Bu çocuk öğrenci, derslere girecek, sınavları var. Kaçma ortamı yok ki, tutuksuz yargılasanız” deyince, savcı da “Sakalını kessin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakayım” demiş. Anneannem çok yaşlıydı, zaten bu olaylardan kısa bir süre sonra vefat etti. Açık görüş olduğu bir gün geldi. “Oğlum sakalını kesersen bırakacaklarmış seni” dedi. Ben de “Asla sakalımı kesmem” dedim. O an anneannem ağlamaya başladı. “Oğlum sakal senin sakalın, yine bırakırsın” dedi. 70 yaşındaki anneannemin o hali bana çok dokundu. O gün onların ne kadar sembolist olduklarını anladım. 3. mahkemeye sakalımı kesip gittim ve bırakıldım. Babam da 7. mahkeme sonrası tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
28 ŞUBAT’TAN ÖĞRENDİKLERİMİZLE 15 TEMMUZ’A KARŞI DURDUK
Mahkeme ne kadar devam etti?
MAG: O süreçte yargılama çok kötü gidiyordu, ceza verecekleri belliydi. Bana mahkemede üniversitedeki eylemleri soruyorlardı. Ben de o eylemlerden dolayı mı yargılanıyorum diye sorunca “Hayır ama bu kişi sen misin” diye soruyorlardı. Evet deyince not aldırıyorlardı. 2001 yılında Rahşan affıyla birlikte bizim yargılamamız, 5 yıl içinde bir olaya karışırsak yeniden yargılanmak üzere rafa kaldırıldı.
Bu yaşadıklarınız size nasıl yansıdı?
MAG: Bu olaylardan dolayı üniversiteyi 2002 yılında bitirdim ama ancak 5 sene sonra devlet memuru olabildim. Sonraki süreçte ise “Sen üniversiteyi bitiremeyeceksin” diyenlere inat hamdolsun doktora yapıyorum. Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu’nun koordinatörlüğünü yapıyorum. Sivas’ta Cihannüma derneğinin il temsilcisiyim ayrıca Sivas’taki 62 STK’nın oluşturduğu Sivil Toplum Kuruluşları platformunun da sekreterya görevini yürütüyorum. Allah bir daha bize 28 Şubatları yaşatmasın. Ama 28 Şubatlarda aldığımız o dirençle, o süreçte gördüklerimizle, 15 Temmuzları atlattığımız kanaatindeyim.