Karl Marks’ın çok sık tekrarlanan bir sözü vardır. “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir” der. İnsan ve toplum yaşamında değişimin gerekliliğini, doğallığını vurgulamak için söylenmiş bu söz Batı vasatında dile getirilmiştir. Marks’ın kastı ve beklentisi ne denli ütopik olursa olsun Batı vasatında değişimler, genel karakter olan istikrarı pek de örselemeyecek şekilde kurgulanmıştır. İstikrardan kasıt, iki büyük dünya savaşını başlatan bir kıtada elbette mutlak sükûnet değildir. Rollerin artık ezberlenmiş oluşudur. Bu vasatta sözü geçenler ile söz geçirilenler bellidir. Resim tamamlanmıştır, tartışmaya açılması bile o kadar kolay değildir. Değişimden kasıt, küçük dokunuşlardır.
Oysa Ortadoğu bambaşka bir vasattır. “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir” sözü gerçek ifadesini Ortadoğu vasatında bulur. Ortadoğu’nun kaygan zemininde ülkeler, toplumlar, insanlar, dostluklar ve düşmanlıklar köşe kapmaca oynarcasına yer değiştirir. Sabitesi olmayan bir vasattır bu. Dün üst perdeden buyuranların gelip geçenin şamar oğlanına dönüşmesi buralarda kimseyi pek şaşırtmaz. Bugün yanınızda gözükenler, bir bakmışsınız yarın tam karşınızda saf tutmuştur. Bu günlerde yaşanan gelişmeler, bütünüyle şu gerçeğin birer yansımasıdır.
Mukteda Sadr ve yeni Irak stratejisi
Daha düne dek Irak’ın önde gelen Şii liderlerinden birinin, Şii yönetimlere karşı Suudi Arabistan ile ortak tavır alabileceği bahis konusu olsa, söylenti der geçilir, kimseye ikna edici gelmezdi. Hele bu Suudi Arabistan, Obama döneminde Amerika tarafından denklemin dışında tutulan ülke değil, Trump tarafından denklemin can alıcı bileşeni haline getirilen, tamamen ABD ekseninde seyreden Suudi Arabistan olmuşsa… Ve hele ABD karşısında net tavrıyla bilinen bir liderden bahsediyorsak… Sahi, nasıl bu aşamaya gelindi?
İran’ın coğrafyadaki Şiileri konsolide etme politikası bir ölçüde tutmuş görünüyordu. Ancak ortada bir sorun vardı. İran, Ortadoğu Şiiliğini dönüştürme gibi bir misyon edinmişti kendine. Ve bu durum, yerel Şii yorumlar için tehdit oluşturmaya başlamıştı. Irak’taki Sadr yapılanması en bariz örneğiydi bu gerçeğin. Mukteda Sadr, en başından beri İran’ın dönüştürücü pozisyonuna itiraz etti. Arap Şiiliği, dayatılan Pers Şiiliğine itiraz ediyordu. Uzun süre içerden bir itiraz olarak görülen bu durum, aslında bir tür S.O.S çağrısıydı, bir tür Arap dayanışması arayışıydı. Nihayet birileri böyle olduğunu farketti. Kapıyı ilk aralayan Suudi Arabistan oldu. 30 Temmuz 2017 günü Cidde Havalimanı’na ayak basan Sadr’ı karşılayan şahsın kimliği bile olan biteni anlamak için yeterliydi. Sadr’a “hoş geldin” diyen isim, geçen sene Irak hükümetinin baskısıyla Bağdat Büyükelçiliği makamından ayrılan Samir Sebhan’dı. Pandora’nın kutusu artık açılmıştı. Suudi Arabistan ziyaretinden iki hafta sonra, 13 Ağustos’ta Birleşik Arap Emirlikleri’ne uçan ve yakın gelecekte Mısır ziyareti planlayan bir Sadr gerçeği vardı.
Bir koalisyon testi
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti sonrası tepki gelmesi kaçınılmazdı. Mukteda Sadr ve yeni koalisyon bir anlamda test ediliyordu. Irakiye TV’de sunuculuk yapan Kazım Mikdadi, milyonlar önünde Sadr’ı ihanetle suçladı. Kanalın önü bir anda Sadr taraftarlarınca işgal edildi. Sadr hareketinin parlamento kanadı da duruma sessiz kalmadı. Sadr yanlısı Ahrar bloğundan milletvekili Zeyneb el Tai, TV sunucusu Kazım Mikdadi’yi derhal Mukteda Sadr’dan özür dilemeye çağırdı. Ülkede yolsuzluk alıp başını gitmişken kendisini ülkesine adamış bir şahsiyete, toplumun en saygın isimlerinden birine karşı yapılan bu terbiyesizliğin cezasız kalmaması gerektiğini söyledi. Sonuç ne mi oldu? Irakiye TV, Kazım Mikdadi’ye bir ay ekrandan uzaklaştırma cezası verdi. Mikdadi tıpış tıpış Necef’in yolunu tuttu ve Sadr’ın önünde iki büklüm bir vaziyette özür diledi. Mesele de böylece kapanmış oldu.
Bu durum, Sadr’ın ülkedeki pozisyonunu göstermesi açısından önemli olduğu gibi, gelecek yıl yapılacak seçimlerde Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri-Mısır koalisyonunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacağı noktasında da fikir vermiş oldu. Asıl önemli olan, Irak sosyolojisinin yıllar sonra Araplık damarını keşfediyor olmasıydı. Suudi Arabistan’ın 26 yıl sonra Irak sınırını yeniden açma kararını, bu sosyolojik dinamiği hareketlendirme çabası olarak görmek mümkün. Mukteda Sadr üzerinden bir Arap koalisyonunun, ülkedeki İran etkisini bir ölçüde dengeleme gücüne sahip olduğu da görüldü. Ancak bu etkiyi tamamen kırması çok da mümkün görünmüyor.
Bir de şöyle bir gerçek var tabii. ABD ve İsrail karşıtı söylemleriyle bilinen Mukteda Sadr’ın Arap koalisyonundaki diğer bileşenler nedeniyle ABD ve İsrail ile aynı hizaya gelmiş olduğu gerçeği. Sadece Irak gündemine odaklanıp kendini bir ölçüde bu durumdan yalıtabilir. Ancak yine de Sadr gibileri açısından bakıldığında oldukça hassas bir durum bu.
Filistin’de bir garip denklem
Irak’ta Mukteda Sadr’a el atan Arap koalisyonu Filistin’de Dahlan kartını kullanarak yeni bir denklem kurma peşinde. Herşey önceden ayarlanmış, plan tıkır tıkır işliyor. İsrail emretsin, Abbas ile Hamas arasındaki rekabet el altından körüklensin. Abbas maaşları ödemesin, elektriği kessin. Dahlan bir kurtarıcı olarak ortaya çıksın. Sisi, Dahlan aracılığıyla Ramazan bayramı arefesinde Gazze’ye elektrik sağlamak için akaryakıt tankerleri göndersin. Birleşik Arap Emirlikleri kesenin ağzını açsın. Dahlan yine başrole geçsin. Refah sınır kapısının yanında bir elektrik santrali kursun. Ekonomik olarak perişan durumdaki Gazze’yi düze çıkarmak için kıyıda bir liman inşa etsin. Yine Dahlan dostu Sisi’ye rica etsin, Gazze’nin dünya ile tek iletişim noktası olan Refah sınır kapısı yeniden açılsın. Ve Hamas tüm bu olup biteni çaresizce seyretsin. Dahası, Abbas’ı bahane ederek Dahlan ile bir “milli mutabakat” ilişkisine girsin, Gazze’ye en büyük kötülüğü yapmış adamı tutsun bağrına bassın. Evet, yanlış duymadınız. Sisi-Dahlan-Hamas koalisyonu var Gazze’de. Arkasında da bütün desteğiyle Birleşik Arap Emirlikleri ve yedekte Suudi Arabistan.
Metal dedektör krizi boyunca Filistin davasını sahiplenen yegâne ülke Türkiye olurken tam o günlerde eski İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon Altı Gün Savaşı’nın 50. Yıldönümü münasebetiyle Kudüs’teki Ben Zvi Üniversitesi’nde bir konferans vermiş “Dün bize karşı Altı Gün Savaşı’nda koalisyon kuran Sünni Arap ülkeleri artık bizimle aynı gemide” ifadelerini kullanmıştı.
Filistin, an itibariyle İsrail ile aynı gemiyi paylaşan Arap koalisyonu tarafından garip bir denkleme sokulmuş durumda. Kendini imhaya sürükleyecek bir denkleme. Haaretz muhabiri İsrailli gazeteci Zvi Bar’el tarafından 29 Haziran 2017 tarihinde dile getirildiği gibi Dahlan planı, önce Hamas’ı, sonra da Abbas’ı tasfiye edecek. Böylece İsrail’in yıllardan beri düşünü kurduğu plan gerçekleşecek ve Filistin meselesi Dahlan marifetiyle rafa kaldırılmış olacak.
Katar’da darbe planı mı var?
Yeni bir Ortadoğu coğrafyası için yola koyulan Arap koalisyonunun son hamlesi Katar için yeni bir emir icat etmek oldu. Ağabeyi Ahmed bin Ali 1972 yılında şimdiki Katar Emiri Temim’in dedesi Halife bin Hamad tarafından iktidardan indirilen Şeyh Abdullah bin Ali el Thani, Suud resmi ajansı tarafından 17 Ağustos 2017’de Katar’daki hac krizine aracılık ederek çözümü sağlayan şahıs olarak takdim edildi. Ajansa göre önce Veliaht Muhammed bin Selman ile Cidde’deki sarayında görüşen Şeyh Abdullah daha sonra akşam saatlerinde Fas’ın Tanca şehrine geçerek Kral Selman tarafından kabul edildi ve onuruna yemek verildi. Suud Haber Ajansı, Katarlı prensi şu sözlerle tanımlıyordu:
“Şeyh Abdullah bin Ali el Thani, kendisi tarafından aracı olunan ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından takdim edilen Katar’lı hacılar için her türlü kolaylığın gösterilmesi teklifini onayladığı için Kutsal Mescitlerin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdülaziz el Suud’a derin teşekkür ve takdirlerini ifade etmiştir.”
Emir Temim’e muhalif olarak bilinen kuzen Abdullah daha şimdiden Arap basını tarafından Suudilerin Katar tahtında görmek istedikleri isim olarak kayıtlara geçti. Peki, bu nasıl olacak? Katar’da bir darbe planı mı var yoksa?