Suud’un ‘Ilımlı İslam’ı BOP’un son halkası mı?

“On yıl sonra nasıl bir Ortadoğu görmek istediklerini Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır ve Bahreyn’e sorarsanız, Katar’ın on yıl sonrasına ilişkin tasavvuruna taban tabana zıt bir resim göreceksiniz. Biz daha seküler, daha istikrarlı, daha zengin ve daha güçlü yönetimler görmek istiyoruz. Yani aramızdaki anlaşmazlık Ortadoğu’nun gelecekte nasıl görüneceği üzerine.” – (Yusuf Uteybe – 26 Temmuz 2017 tarihli Charlie Rose Röportajı)

2005 yılının Haziran ayıydı. Kahire Amerikan Üniversitesi önemli bir konuğu ağırlıyordu. Mikrofonun başında duran isim, ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice idi. Ve şunları söylüyordu:

“Benim ülkem, Amerika Birleşik Devletleri, burada, bu bölgede, Ortadoğu’da altmış yıl boyunca demokrasiyi feda etme pahasına istikrarı seçti. İstikrarı koruma adına demokrasiyi ajandasına bile almadı. Vakit, demokrasi adına sıkı çalışmaya üretilen bütün bahaneleri terketme vaktidir. Şimdi biz farklı bir rotaya doğru yol alıyoruz. Bütün insanların demokratik beklentilerini destekliyoruz.”

Rice, konuşmasında Mısır’daki barışçıl muhalefetin bile şiddete maruz kaldığını, bu durumun ülkenin daha iyiye gitmesi noktasında kendisini kaygılandırdığını belirtiyor, “Başkan Mübarek kapıyı değişim için kapattı. Şimdi Mısır hükümetinin yapması gereken, kendi halkına duyduğu inancı ve güveni göstermek” ifadesini kullanıyordu.

Mısır’dan Suudi Arabistan’a geçen Rice, burada da yakın bir vakitte yapılan seçimlere atıf yaparken kadınların seçme ve seçilme haklarına vurgu yapıyor, aynı Mısır’da olduğu gibi barışçıl muhalefetin zindanlarda çürütülmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirip yine o kelimeyi, “değişim” kelimesini kullanıyor “Bu talep, hiçbir ülkede suç sayılmamalı” cümlesini kuruyordu. Muhalefet seçimlerde yer almalı, ülkesi için üzerine düşen rolü yerine getirmeliydi Condoleezza Rice’a göre.

ABD Dışişleri Bakanı’nın 2005 Haziran’ında yaptığı Ortadoğu gezisi, birçoklarınca “Ortadoğu için demokrasi çıkarması” olarak ifade ediliyor, “değişim” kelimesinin altı özenle çiziliyordu. Konuya ilişkin en çarpıcı analiz ise BBC’den gelmişti. BBC şöyle diyordu:

“Güvenlik muhabirlerimize göre Rice’ın açıklamaları son derece tehlikeli. Bu açıklamalar, sadece Kahire ve Riyad’ın dışlanma riskini beraberinde getirmiyor. Aynı zamanda bu tür demokrasi çağrıları, bugünküne kıyasla daha İslamcı hükümetlerin bölgede zuhur etmesinin yolunu da bir şekilde açmış oluyor.”

Değişimin ilk işareti Irak oldu

BBC “ABD ne yapmaya çalışıyor, İslamcıları iktidara taşımaya mı çalışıyor?” diyedursun, Batı dünyasındaki bu tartışmaların, tasavvurların dışında, kendi gerçeğini yaşayan bambaşka bir Ortadoğu vardı. 2003 yılındaki Irak işgalinin sancıları gittikçe şiddetleniyor, işgale karşı direnen Felluce “Ortadoğu’da daha fazla demokrasi” isteyen Condoleezza Rice’ın askerleri tarafından haritadan siliniyordu. O günlerde Felluce’de yaşanan dramı özetleyen bir rapor, çok daha sonra, 2010 yılında yayınlanacaktı. Rapora bakılırsa ölenler zaten ölüp gitmişti fakat yaşayanları bekleyen mutlu bir gelecek yoktu. “2005-2009 yılları arasında Felluce’de bebek ölümleri ve kanserler” adını taşıyan rapora göre Felluce kimyasal ve nükleer saldırıların hedefi olmuş, kanser vakaları Hiroşima ve Nagazaki’de görülen oranları kat kat aşmıştı. Felluce’de görülen lösemi Hiroşima’nın tam 38 (otuz sekiz) katıydı. Araştırmayı yapan doktor Chris Popsy “Kansere ve gen bozukluklarına neyin sebep olduğunu kesin olarak söylemek zor” diyerek lafı geveliyordu ancak İngiliz Avam Kamarasına sunulan raporlar Irak işgalinde 2 tona yakın uranyum kullanıldığını gösteriyor, uranyum kullanılarak ele geçirilen sokak isimleri birer birer raporlara yansıyordu. Condoleezza Rice tarafından Mısır ve Suudi Arabistan’da telaffuz edilen “değişim”in ilk işaretleri çoktan Irak’ta verilmeye başlanmıştı.

Condoleezza Rice’den Arap Baharı’na

Bundan 12 yıl önce ABD Dışişleri Bakanı tarafından Kahire ve Riyad’da dile getirilen “değişim” talebinin Ortadoğu coğrafyasında neyi tetiklediğini hepimiz biliyoruz. Arap baharı dediğimiz süreç, Kuzey Afrika’dan Suriye ve Yemen’e değin domino etkisi yaparak bütün ülkeleri etkilemiş, hiç yıkılmayacağı sanılan iktidarları bir bir devirmiş, Muammer Kaddafi, Hüsnü Mübarek ve Zeynelabidin bin Ali gibi ölecekleri güne değin ipleri ellerinde tutacakları varsayılan diktatörleri alaşağı etmişti. Despot rejimler yüzünden bir nefeslik özgür havaya özlem duyan Ortadoğu halklarınca hararetle desteklenen sürecin nasıl sonuçlandığı hepimizin malumu. Kuzeyde Suriye, güneyde Suudi Arabistan “Arap Baharı” kasırgasının kırıldığı ülkeler olmuş, çabucak biten baharın ardından eskisinden daha abus, daha korkunç çehresiyle bildiğimiz “Arap Kışı” geri gelmişti.

Suriye ve Suudi Arabistan bariyerlerinin Arap Baharı’na direnmesinin ardında kendine mahsus koşullar vardı. Suriye, Sovyetler devrinden beri Rus uydusu bir devletçikti. Çar Petro devrinden bu yana sıcak denizlere inmeyi ana strateji olarak belirleyen Rusya’nın Akdeniz’deki tek üssü Suriye’deydi. Bu yüzden Kaddafi, Mübarek ve Bin Ali’nin kaderini paylaşmaya az kalmıştı ki Esed’in imdadına Putin yetişti. O vakte dek iyi kötü ayakta kalması da İran sayesinde olmuştu.

Suudi Arabistan ise iç dinamikleri bambaşka bir ülkeydi. 1700’lü yıllardan bu yana Arap yarımadasında iktidar mücadelesi veren Necidli Suud hanedanı, Muhammed bin Abdülvehhab isimli bir din adamının reformist görüşlerini benimseyerek siyasi emellerine ideolojik bir doping uygulamış, bir ideoloji devletinin bayraktarlığını yapmıştı. Bu ideolojinin taraftarlarına göre Suud kralı sıradan bir yönetici değildi. Aynı zamanda yeryüzündeki yegâne ‘Tevhid Devleti’nin lideriydi. Her ihtimale karşı halka rüşvet olarak dağıtılan milyarlarca doları da unutmamalı tabii.

Ilımlı İslam da aynı projenin devamı

24 Ekim 2017. Riyad’daki Gelecek Yatırım İnsiyatifi Konferansı’nın açılış günü. Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman da oradaydı ve FOX Business Network’dan Maria Bartiromo’ya şunları söylüyordu:

“Yaptığımız şey, bir zamanlar ait olduğumuz yere geri dönmek. Bütün dinlere ve dünyaya; bütün geleneklere ve insanlara açık, ılımlı bir İslam. Pek yakında aşırılıktan geriye kalan ne varsa sileceğimize inanıyorum.”

Kendisiyle röportaj yapan İngiliz gazetesi The Guardian’a da şöyle diyordu:

“Son otuz yılda yaşananlar Suudi Arabistan’ı yansıtmıyor. Son otuz yıldır bölgede yaşananlar Ortadoğu’yu da yansıtmıyor. 1979 yılındaki İran devriminden sonra insanlar bu modeli başka ülkelerde kopyalamak istediler. Onlardan birisi de Suudi Arabistan oldu. Bununla nasıl başa çıkacağımızı bilemedik. Ve bu sorun bütün dünyaya yayıldı. Şimdi bundan kurtulma zamanı.”

26 Temmuz 2017’de Charlie Rose’un programına konuk olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin Washington Büyükelçisi Yusuf Uteybe’nin “Biz on sene sonra Ortadoğu’da daha seküler, daha istikrarlı, daha zengin ve daha güçlü yönetimler görmek istiyoruz” sözlerinin üç ay sonra Riyad’dan duyulan yankıları mı bunlar?

Üç ay deyip geçmemek lazım. Uteybe o sözleri söyledikten sonra değişim planlarına yansıyan bir hızlanma söz konusu Suudi Arabistan’da. Önce ciddi bir muhalefet kitlesini elde tutan Selman Avde ve Avad el Karni gibi isimlerden oluşan tanınmış bir grup Müslüman âlim gözaltına alındı. Daha sonra kadınlara trafikte araç kullanma izni verildi. Son olarak da “Ilımlı İslam” açılımı geldi. Bizim için ne ifade ederse etsin Suudi Arabistan ölçeğinde büyük değişimler bunlar. Bu hızlandırılmış periyodu geçen yıl din polisinin yetkilerini kısıtlayan ve ülkedeki en büyük dini otoriteyi, Büyük Âlimler Konseyi’ni yeniden yapılandıran hamlenin devamı olarak okumak lazım. Ayrıca bu periyodun içinde unutulmaması gereken önemli bir gelişme daha var.  Muhammed bin Selman’ın basına sızan ve resmi olarak inkâr edilen Tel Aviv ziyareti. Nereden bakarsanız bakın, Muhammed bin Selman’ın “Ilımlı İslam” açılımını Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail çizgisinden bağımsız düşünmek mümkün değil. Daha doğrusu Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet eden siyasi akıldan…

Son tahlilde, Suudi Arabistan’ın “Ilımlı İslam” açılımı, Condoleezza Rice tarafından 2005 yılında deklare edilen sürecin son halkası gibi duruyor. Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet eden olaylar zincirinin son halkası. Arap Baharı da bu sürece hizmet etmişti. Kullanım süresi bitince yerini aman vermeyen Arap Kışı’na bırakmış, coğrafya daha büyük felaketlere doğru sürüklenmişti. Suudilerin “Ilımlı İslam”ını bekleyen akıbet de bu olabilir. Kullanım süresi bittiğinde Suudi Arabistan diye bir devleti yerinde görememe ihtimali mevcut. Belki de kendi topraklarında, Necid’de aynı ismi taşıyan küçük bir devletçik göreceğiz.

Benzer konular