Irak’taki Sadr hareketinin önde gelen ismi ve aynı zamanda parlamentodaki en büyük grubun lideri Mukteda Sadr, Ekim 2019’da başlayan protesto gösterilerinin ilk haftasından itibaren ipleri eline almaya çalıştı. Buna rağmen sokakları ve meydanları dolduran kitlelerden pek yüz bulamadı, dahası kitleler onu da mevcut kötü rejimin sorumlusu olarak gördü ve tepkisini açıkça ifade etti. Zira Mukteda Sadr ülkeyi bu durumlara sokan mezhepçilik belasının öncülüğünü yapanların başında geliyordu. 2006 yılında Sadr’a bağlı ‘Mehdi ordusu’ tarafından işlenen mezhepçi cinayetler ülkedeki birliğin temeline dinamit koyan en büyük sebeplerden biri olmuştu.
SADR’IN YÖRÜNGESİ DEĞİŞTİ
Ne tuhaf ki, Şiilerin içinde Arapçılığın bayraktarı olarak öne çıkmaya çalışan da bizzat Sadr’ın kendisiydi. İran’a karşı Irak’ın menfaatini savunuyor, civar Arap devletleriyle iyi ilişkiler kurmaya çalışıyor, İran’ın tezlerine mesafeli bir duruş sergiliyordu. Fakat ne olduysa, bilhassa ‘Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’ye yapılan suikast sonrası Sadr’ın duruşu yüz seksen derece değişti. Açık şekilde İran yanlısı bir tutum takınmaya başladı. Bu değişiklik tam olarak İran’ın Kum şehrine gidip orada milis liderleriyle bir araya geldiğinde gerçekleşti. Süleymani’nin öldürülmesine karşılık ABD karşıtı küresel direniş bayrağı altında toplanma çağrısı her şeyi değiştirmeye yetti.
Sadr baktı ki sokaklara söz geçiremiyor, 24 Ocak Cuma günü Irak’taki ABD varlığına karşı milyonluk protesto çağrısı yaptı. Amacı belliydi. Ülke çapında dikkatleri bir kez daha kendi üzerinde toplamak ve kendi hareketinin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koymak. Peki, bu ulusal çağrı nasıl bir karşılık buldu? Kitleler bu çağrıya nasıl bir cevap verdi? Bir kere genel bir katılımdan bahsetmek mümkün değil. Dahası Şiiler nezdinde dini makamı elinde bulunduran Sistani’den onay gelmeyince iki saati bile bulmayan gösteriler çabucak heyecanını yitirdi. Sadr cephesinden gelen genel katılım çağrısı diğer Şiileri görüldüğü kadarıyla pek de enterese etmedi.
Her şeyden öte Sistani cihetinden gelen reddin farklı bir mânâsı olduğunu görmek gerekiyor. Sistani protesto gösterilerine karşı tarafsız tutumunu bir kez daha teyit etmekle kalmıyor, son zamanlardaki yönelişi nedeniyle kitleler nezdinde itibar kaybeden Sadr’ın sokakları da sabote etmesine böylece set çekmiş oluyor. Bu, aynı zamanda dinî makamın sokaktaki protestoculara duyduğu saygının bir tezahürü.
SÜLEYMANİ ŞOKU DEVAM EDİYOR
Kasım Süleymani sonrası Iraklı Şii liderlerde bir kafa karışıklığı olduğu bariz şekilde görülüyor. Bilhassa Mukteda Sadr’ın içine düştüğü durum bunun en iyi ispatı. Şii liderlere yön tayin eden hatta atacakları adımları bile dikte eden Süleymani’nin yokluğunda Irak siyasetinde derin bir boşluk oluştu. Bütün Şii kesimleri kuşatan bir şaşkınlık söz konusu. Hemen hepsi bir labirente hapsolmuş gibi son derece tuhaf ve tutarsız tavırlar sergiliyor.
Şii milislerden gelen tehditlerin sonrasında silahlı grupların Amerikan elçiliğine ve askeri üslerine yaptığı saldırılar herhangi bir netice vermediği gibi ülkedeki istikrarsızlığı daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramadı. Üstelik yabancı elçilikler ve temsilciliklerin tümü tehlike altına girerken hükümetin emniyeti sağlamada yetersiz kaldığı görüldü. Elçilik hadisesinde ABD Dışişleri Bakanı Pompeo bizzat eski Başbakan Adil Abdülmehdi’yi aradı, sorumluların derhal bulunarak cezalandırılmasını istedi. Eğer Irak hükümeti bunu başaramazsa ABD’nin duruma müdahil olacağını söyledi. Nitekim geçen yıl Kerkük’teki ABD üssüne yapılan saldırının ardından Hizbullah Tugayları’na ait merkezler vurulmuştu.
FAİLİ MEÇHUL DEĞİL, İRAN SORUMLU
Şu ana dek Irak hükümetinin protestoculara yaklaşımı da pek sağlıklı olamadı. Güvenlikçi zihniyetiyle olaya asayiş sorunu ekseninden bakan hükümet 700’ü aşkın ölüm ve 30 bini aşkın yaralanmanın sorumlusu durumunda. Bütün bunların kayıtlara faili meçhul olarak geçmesi bir başka ciddi mesele. Oysa herkes bal gibi biliyor ki, kendi vatandaşına karşı silah çeken, insanları yaralayıp öldürenler İran yanlısı milis çeteleri. Halkın haklı taleplerine karşılık vermek yerine bu talepleri güç kullanarak ezme siyaseti güdenlerin kendi aralarında anlaşarak göreve getirecekleri başbakandan ülkeye pek hayır geleceği görülmüyor. Sadr-Amiri ittifakından çıkan Allavi, Tahran’ın Bağdat üzerindeki nüfuzunu pekiştirme aparatı olarak görev yapacak çünkü.
Lübnan açısından bakıldığında da benzer bir durum göze çarpıyor. Hizbullah’ın ülkedeki etkinliği herkes tarafından biliniyor. Zaten İran açısından bakıldığında Irak ile Lübnan dosyaları adeta iç içe geçmiş vaziyette. Dolayısıyla biri diğerinden pekâlâ etkilenebilir. Zaten dikkat edilirse yeni Lübnan hükümeti teşkil edildikten sonra Irak’ta protestoculara karşı emniyet tedbirleri daha da sert bir kimliğe büründü. Hele de Mukteda Sadr kendi yandaşlarına sahadan çekilme emrini verdikten sonra. Zaten bu olaydan sonra artan şiddet olayları sonucu on iki vatandaş hayatını kaybetti, yüzlercesi de yaralandı. Sadr’ın bu hareketi yine de halkın değişim iradesini engelleyemedi.
HÜKÜMETLERİ KURAN DA, DEVİREN DE TAHRAN
Artık Irak ve Lübnan sokakları çok iyi biliyor ki, ülkelerinde hükümetleri kuran da, görevden alan da kendileri değil sadece İran’dır. Ülkelerinin kaynaklarına, servetlerine çöken ve ticareti tamamıyla ele geçiren devlet İran’dır. İki ülke arasındaki tek fark, Irak’ın çok daha fazla kurban vermiş olmasıdır.
Lübnan halkı artık uyanmıştır. Ülkede çekilen geçim sıkıntısının kaynağı İran’dır, İran yanlısı politikalardır. Hizbullah nedeniyle ülke uluslararası arenada yalnızlığa doğru savrulmakta, yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktadır. Üstelik Hizbullah sadece ülke siyasetinde silahlı bir unsur olarak umacı rolü oynamıyor, ayrıca Suriye ve Irak’ta da istikrarsızlığa büyük katkı sağlıyor.
Lübnan’da olduğu gibi Irak’ta da silahların gölgesinde bir siyaset söz konusu. Başbakanlık makamı birtakım baskılar sonucu belirleniyor. Ancak bu siyasetin kitleler nazarında bir kıymeti yok. Bu zihniyet devam ettiği sürece protestolar da sürüp gidecek. Hatta belki ülkedeki gerilim çok daha ileri boyutlara doğru tırmanışa geçecek. Çünkü Irak halkı artık İran’ın uydusu haline gelmiş bir hükümet görmekten bıkmış vaziyette.
YENİ BAŞBAKAN ALLAVİ KİM? IRAK SİYASETİNE NE GETİRECEK?
Muhammed Tevfik Allavi, protestocuların istediği anlamda bağımsız bir siyasetçi değil. Tam aksine 2003 Amerikan işgalinden bu yana gırtlağına kadar Irak’taki kirli siyasete batmış biri. Amerikan işgaliyle birlikte oluşan parlamentoda milletvekili olarak yer almış ve 2006 yılında Haberleşme Bakanı olarak kabinede görev yapmış. Ertesi yıl görevinden istifa eden Allavi, 2008 yılında tekrar parlamentoya girmiş ve 2010 yılında Nuri Maliki tarafından tekrar Haberleşme Bakanlığına getirilmiş. Ancak istifa alışkanlığını yine göstermiş ve 2012 Ağustosunda bu görevinden de geri çekilmiş.
Bu defaki gelişi ise bakanlık için değil başbakanlık makamı için oldu. Mukteda Sadr liderliğindeki Sairun koalisyonu ile Hadi el Amiri liderliğindeki Fetih koalisyonu Allavi isminde karar kıldı. Bu kararın alındığı yerin İran’ın Kum kenti oluşu dikkat çekiyor. Lübnan Hizbullahından gelen temsilciler ile buluşan Iraklı yetkililer yeni bir isim üzerinde çalışırlarken Mukteda Sadr’ın çabalarıyla Allavi ismi öne çıktı, Sadr, sosyal medya mesajlarıyla Irak sokağına Allavi’yi açıkça işaret etti. Fakat sokağın tepkisi hiç de Sadr’ın beklediği gibi olmadı. Irak sokağı, tıpkı Adil Abdülmehdi gibi Sadr-Amiri ortaklığının ürünü bir ismi kabul etmeyi reddetti.
Irak halkı yeniden sokaklara döküldü. Hedeflerinde Mukteda Sadr ile yeni başbakan Muhammed Tevfik Allavi vardı. Halkın gözünde Allavi, 600 şehit ile 25 bin yaralı vermiş sokakların tercihi değildi. Mukteda Sadr’ın, Haşdi Şabi’nin ve İran’ın tercihiydi. 2019 Ekiminden bu yana süren protestolar bu kararla birlikte yeni bir ivme kazanmış oldu.
Görünen o ki; Allavi, Adil Abdülmehdi’den pek de farklı olmayan bir başbakan portresi çizecek. O, özgül ağırlığı bulunmayan, birileri tarafından makama iliştirilmiş yeni bir kurban sadece. Ülkede yolsuzluk ve yoksulluk tam gaz devam ederken halkın öfkesini bir süreliğine dindirmek, olayların üstünü örtmek için yeni bir günah keçisi…