2 Ocak 2016’da Suudi yönetimi Katif’li Şii âlim Nimr el Nimr’i idam edince olanlar olmuş, zaten fırtınalı sularda seyreden Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkiler tamamen kopmuştu. İran geçen sene güvenlik nedeniyle hacı göndermemişti. Konuya ilişkin dini lider Hamaney tarafından açıklamada şöyle denilmekteydi:
“Suudi yöneticiler… Onurlu ve inançlı İranlı hacıları Allah’ın mukaddes evinden uzak tutan, kendi varlıklarını dünyanın küstah güçlerine, Siyonizm’e ve ABD’ye yaslanarak sağlamayı düşünen alçak ve sapkınlardır. İslam dünyası, Suudilerin Allah’ın misafirlerine karşı sergilediği zalim tavra mukabil, kutsal topraklar ve hac ibadetinin yönetimi konusunu yeniden düşünmelidir.”
Diplomatik yalan makinası
Derken tarihler 30 Temmuz Pazar gününü gösterdiğinde Dubai’den yayın yapan Suud rejiminin sesi El Arabiye TV kanalı bir haberi vermeye başladı. Habere göre Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cübeyr şunları söylüyordu:
“Katar’ın kutsal şehirler Mekke ve Medine’nin uluslararası statüye kavuşması talebi saldırgan bir tavırdır ve ülkemize karşı bir savaş ilanıdır. Mekke ve Medine’nin uluslararası statü kapsamına alınması noktasında çaba gösterenlere karşı her türlü cevap hakkımızı saklı tutuyoruz.”
İlginçtir, El Arabiye ekranlarında görüldükten sonra anında küresel çapta tedavüle sokulan haberin birçok mecrada eskilerin tabiriyle siyak-sibak ilişkisi yani öncesi-sonrası arasındaki mantık bağı sorgulanmadan sadece El Arabiye’nin naklettiği şekilde servis edildiğine tanık olundu. Oysa bir cümleyle dahi olsun haberin doğruluk payını irdelemek gerekirdi. Nitekim Reuters haber ajansı, haberi geçerken doğru olanı tercih etmişti.
“Suudilerin sahibi olduğu El Arabiye TV haberi bu şekilde verdi ama Katar böyle bir açıklama yapmış değil. Katar Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman el Sani El Cezire TV’ye yaptığı açıklamada ‘Sahte bilgilere ve uydurma hikâyelere cevap vermekten yorulduk’ ifadesini kullandı.”
Katar krizi başlayalı beri söylenen sayısız yalandan biriydi bu. Adil el Cübeyr resmen diplomatik yalan makinesine dönüşmüş durumdaydı.
Yalana ortak çıkanlar
Suudi Haber Ajansı 2 Ağustos 2017’de resmi sitesinden şöyle bir haberi duyurdu. “Lübnanlı iki müftü ve bir İslam merkezi başkanı Mekke ve Medine’nin uluslararası statüye devri çağrısını kınıyor.” Haberin içeriği şu şekildeydi:
“Cebel-i Lübnan müftüsü Şeyh Muhammed Ali el Cuzu yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
Mantıksız gerekçelerle vatandaşlarının hac ibadetlerini engelleyici zorluklar çıkaran Katar’ın üstüne üstlük bir de kutsal şehirler Mekke ve Medine’nin uluslararası statüye devrini talep etmesi kabul edilemez bir durumdur. Katar’ı geçmişte İran’ın dillendirdiği taleplerin sözcüsü olarak görmek esef vericidir. Böyle bir talep, İslami bir uzlaşıdan ziyade seküler bir dünya görüşünün yansıması olarak görünmektedir. Hac ve umre ibadetleri için kutsal şehirleri ziyaret edenlere Suudi Hac yetkililerinin tarafsız ve eşsiz hizmetlerini herkes takdir etmektedir.”
İran’ın avuçlarında bir Katar algısı
Suudi Haber Ajansı’nın bu haberden asıl maksadının ne olduğu aşağıdaki satırlarda daha iyi anlaşılmaktaydı:
“Benzer bir açıklamayı eski Akkar bölgesi müftüsü Üsame el Rafi yapmış, Hac meselesinin politize edilmesini, Mekke ve Medine’nin uluslararası denetime girmesini ve bu meyanda dile getirilecek bütün benzer iddiaları açık ve net bir şekilde kınamıştır. İsrail Filistin topraklarında Aksa Mescidi’nin kimliğini değiştirmeye çalışırken, İran destekli Husiler Mekke şehrine füzelerle saldırıya geçmişken Katar’ın kutsal topraklarda uluslararası denetim talebi Müslümanların kalbinde yara açmıştır. Bu talep, nihayetinde kutsal topraklara Siyonistlerin ve onların müttefiklerinin el koymasına gidecek bir yanlışa hizmet etmektedir. Lübnan İslam Merkezi başkanı Şeyh Haldun Urayme ise Katar’ın yapmış olduğu çağrının yıllar önce İran tarafından yapılan çağrının benzeri olduğunu, bunun da tamamen İran’ın avucunda tuttuğu bir Katar gerçeğini ortaya koyduğunu belirtmiştir.”
Sorunu büyütmek, çözümü geciktirmek
Katar yahut bir başka devlet ile arada husumet olabilir. Menfaatler çatışabilir, beklentiler uyuşmayabilir, sudan sebep bahane edip kavga da çıkarılabilir. İlla haksız çıkmak gerekmez, belki de haklı çıkılır. Bunlar tamamen konunun dışındadır. Mesele başkadır. Haklı veya haksız olmanın dışında kutsal topraklara yakışanı yapmaktır, yalana alet etmemektir. İdeolojik duruşların farklılığı, coğrafya üzerindeki menfaatlerin çatışması nedeniyle İran ile Suudi Arabistan arasında birinden birini yok etmeye gidecek bir ihtilafın söylemini başka bir mecraya taşımak, başka bir devlete isnat herhangi bir fayda sağlamaz. Tam aksine nispeten yakın duranı doğrudan hasmın safına gönderme işlevi görür. Sorunu büyütür, yarayı derinleştirir, çözümü daha da geciktirir.
Bambaşka çelişkiler
Kutsal toprakların statüsünde herhangi bir değişimi savaş nedeni görmek kendi içinde tutarlı. Ancak bambaşka çelişkilerin varlığını görmezden gelemeyiz. Örneğin Medine baştanbaşa tarihi surlarla çevriliydi. Türlü bahanelerle imha ede ede tek bir taş parçası bırakılmadı. Mekke’deki tarihi El Ecyad kalesinin yerinde bugün dünyanın en ucube binalarından biri var. Londra’daki Big Ben’e öykünen, tarihe, kültüre, estetiğe ve coğrafyanın ruhuna tamamen zıt bir gökdelen yükseliyor orada. Londra merkezli İslami Mirası Araştırma Vakfı’nın verilerine göre 1985 yılından bu yana ortadan kaldırılan tarihi mekânların oranı dudak uçuklatıyor. Tamı tamına yüzde 98. Durum Suudlu Profesör Ali Ahmed’in dediği gibi: “Sanki geçmişi tümden silip yok etmek istiyorlar.”
Kutsal topraklar daha fazlasını hakediyor
Geçmişi silmek, unutmak isteyenlerin geçmişleriyle ilgili ciddi sorunları var demektir. Anadolu’da başka uygarlıklardan kalma binlerce eser mevcut. Selçuklu, Bizans’tan geriye kalana ilişmemiş. Osmanlı, Selçuklu’dan kalana… Keza bugün geçmişte Osmanlı’nın egemen olduğu topraklara yolunuz düşerse mesela Kahire’de Memluk yapısı Baybars Camisi’ne, Samarra’da Abbasi yapısı Mütevekkiliye Camisi’ne, Şam’da Emevi Camisi’ne girip ibadetinizi rahatlıkla yapabilirsiniz. Osmanlı öncesi hanlar, hamamlar, köprüler, saraylar olduğu gibi duruyor. Zamanın yol açtığı yıkımdan başka, insan eliyle bir tahribata rastlamak mümkün değil. Kutsal topraklardaki eski eserlerin neredeyse tamamı bir bahaneyle ortadan kaldırılmış durumda. Oysa İkinci dünya savaşında müttefik bombardımanıyla yerle bir edilen Alman şehirlerindeki kültürel miras eldeki verilere göre yeniden inşa edilmişti. Petrol zengini olmayan, savaştan çıkmış bir ülkede hem de… Mekke ve Medine, Hamburg’dan, Berlin’den çok daha fazlasını hakediyor.