2005 yılında her bölümü birer saatten 5 bölümlük Fehd belgeseliyle Kral Fehd’i, iki sene sonra yine 5 bölümden oluşan Abdullah belgeseliyle Kral Abdullah’ı göklere çıkaran isim oydu. Şarkul Evsat Gazetesi ve El Arabiye Haber Kanalı’nın en tepesini uzun yıllar işgal etmiş, kralların ve prenslerin dostu olmuştu. 9 Kasım 2017 tarihli son yazısı “Şaşırtıcı bir hızda hareket etmek” başlığını taşıyordu. Her devrin adamı Abdurrahman Raşid, Şarkul Evsat’taki köşesinde şöyle yazıyordu:
“İki buçuk yıl önce Veliaht Muhammed bin Selman’ın fikirlerini ilk kez işittiğimde, o salonda bulunan birkaç kişi arasında ben de vardım. Yeni bir projeden bahsediyordu. Krallığın gelirlerine, yapılacak işlere, şeffaflığa, verimlilik ve uluslararası konuma ilişkin tamamen farklı bir projeyi anlatıyordu. Dile getirdikleri bize hiç de gerçekleşecek şeyler gibi görünmüyordu. Sanki bir masalı, bir efsaneyi dinliyor gibiydik. Heyecan verici bir sunumdu. Bir yıl sonra bizim dinlediğimiz şeyler Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu olarak ilan edildi. O gün, o sunumda kendisine şunu sormuştum: ‘Efendim, şüphesiz ortaya koyduğunuz bu proje bir rüya ama aynı zamanda gerçekleşebilir şeyler. Ancak burada iki sorunumuz var. Siz açık bir vizyona sahip, son derece enerjik bir gençsiniz. Açıklamanız detaylı ve ikna edici. Fakat diğer taraftan mevcut durumu şöyle tasvir etmek mümkün. Siz lastikleri aşınmış, motoru bitik bir arabayı sürüyorsunuz. Dürüst olmak gerekirse bu arabayla sizin düşlediğiniz menzile zamanında ulaşmak mümkün değil. Bu ülkenin idari mekanizması 50 yılı çoktan geride bırakmış, yaşlı ve bitik durumda.’ O vakit bana şu cevabı vermişti: ‘Bu araba yürümek zorunda. Yürümezse onu başkasıyla değiştireceğim.’ Birkaç hafta önce kendisini gördüğümde aldığı inanılmaz kararlardan dolayı hayranlığımı belirttim. Bana ‘Ne dersin, araba yürüyor mu?’ diye sordu. Ben de: ‘Yürüyor, hem de inanılmaz bir hızda’ dedim. Bu sözüme karşılığı ‘Dur bakalım, henüz başlamadık bile’ şeklinde oldu.”
Güç odaklarına baskın
Evet, büyük hamle henüz başlamış değildi. Ülkenin güç odağı oluşturan neredeyse bütün isimleri bir gece içerisinde gözaltına alınınca “Dur bakalım, henüz başlamadık bile” sözünün neye atfen söylendiği de anlaşılmış oldu. Yolsuzluk suçlamasıyla üzerlerine kolluk kuvvetleri salınarak derdest edilen ve Riyad’daki Ritz Carlton Oteli’ne kapatılanların içinde kimler yoktu ki?
Kraliyet ailesine baktığımızda ilk göze çarpanlar; Citibank ve Twitter’in sahibi olarak bilinen dünyaca ünlü Suudi Prens Velid bin Talal, bir önceki kral Abdullah’ın oğlu Ulusal Muhafız Kuvvetleri Bakanı Prens Muteb bin Abdullah, kardeşi eski Riyad Valisi Türki bin Abdullah ve Türki bin Nasır. Devlet kademesine baktığımızda; Kraliyet Mahkemesi Başkanı Halid Tuveyciri, Ekonomi ve Planlama Bakanı Adil Fakih, Devlet Bakanı İbrahim Asaf, Genel Yatırım Otoritesi Başkanı Ömer Dabbağ ve Kraliyet Protokol İşleri Başkanı Suud Tubeyşi.
İş dünyasına bakıldığında ise; Körfez bölgesindeki inşaat sektörünün lideri Binladin Grup Başkanı Bekir bin Ladin, Suudi Telekom Şirketi CEO’su Suud Deviş ve dolar milyarderi Salih Kamil. Gözaltılar devam ederken kafalarda soru işaretleri bırakan bir hadise gerçekleşti. Eski veliaht Mukrin bin Abdulaziz’in oğlu, Asir bölgesi vali yardımcısı Prens Mansur’un helikopteri düştü ve Mansur yedi adamıyla birlikte kazada can verdi.
Bugüne nasıl gelindi?
Suudi Arabistan’da yaşananları yorumlarken olayın çok yönlü olduğunu baştan akılda tutmak gerekiyor. İşin içinde Suud hanedanı mensuplarının taht kavgası var. Amerika’nın Ortadoğu’da erozyona uğrayan gücünü tekrar toparlama gayreti var. İsrail’in Arap coğrafyasını tamamen kendi dümenine alıp Filistin gibi başını ağrıtan birçok meseleden kurtulma isteği var. Birleşik Arap Emirlikleri’nin Suudi Arabistan’ı yedeğine alma çabaları var. Katar üzerinden denenip başarılı olamayan hamlenin bu defa Lübnan üzerinden tekrar ısıtılıp coğrafyadaki dengelerle oynama teşebbüsleri var. Mevzu derin ve dediğimiz gibi çok boyutlu. Biz öncelikle içerideki taht oyunlarına çevirelim gözlerimizi. Olayın Suudi Arabistan içerisinde cereyan eden bölümünü anlamaya çalışalım.
Ülkeye hükmeden Sudeyri Yedilisi
Kral Abdülaziz bin Suud 1953 yılında öldüğünde geride 115 evlat bıraktığı söylenir. Rivayete göre içinde Velid bin Talal’ın büyük annesi, Ermeni asıllı Müneyyir de olmak üzere tam 22 evlilik yapmıştır. 2015 yılı başlarında Kral Selman’ın tahta geçmesiyle yaklaşık üç ay veliaht koltuğunda oturup sonradan azledilen Mukrin bin Abdülaziz’in annesi ise Yemenli bir cariyedir. Kral Abdülaziz’in eşleri arasında birisi vardır ki Suudi Arabistan tarihine damgasını vurmuştur. Bu kadın, Hassa binti Ahmed es Sudeyri’dir. 1969 yılında büyük oğlu Fehd’in tahta geçtiğini göremeden ölen Hassa, Kral Abdülaziz’in aynı zamanda kuzeni olup dayısının kızıdır. Bu konumuyla sıradan bir eşten çok daha fazlasıdır. Abdülaziz’e yedi oğul vermiştir. Sudeyri yedilisi olarak bilinen bu kardeşler büyükten küçüğe şöyle sıralanır. Fehd, Sultan, Abdurrahman, Nayif, Türki, Selman ve Ahmed. Bunların içerisinde şimdiye dek kral olabilmiş sadece iki isim – Fehd ve Selman – bulunsa bile ülke siyasetindeki etkileri çok eski yıllara dek uzanır. Bunda hanedanın diğer kolundaki üyelerin başka işlerle iştigal etmeyi tercih etmesine rağmen Sudeyri kardeşlerin siyasete ilgi duymasının etkisi büyüktür.
Babaları Abdülaziz’in 1953 yılında ölümünden sonra tahta geçen üvey ağabey Suud’un 11 yıllık saltanatına son veren Faysal darbesi Sudeyri kardeşlerin desteğiyle başarılmıştır. Gerçi Faysal da bir Sudeyri değildir. Ancak Sudeyri kardeşlerle kader birliği yapmış ve onların gücünü yanına alarak iktidara gelmiştir. Darbeye giden yol birlikte planlanmıştır. 1962 yılında, henüz darbeye iki sene varken başbakanlık koltuğunda oturan Veliaht Faysal, Sudeyrilerin ağabeyi Fehd’i İçişleri Bakanlığı’na getirmiş, kardeşi Sultan’ı Savunma Bakanı yapmış, şimdiki kral Selman’ı da Riyad Valisi olarak atamıştır. Görüldüğü gibi bütün kilit noktalar Sudeyri kardeşlerin eline geçmiştir. Bundan sonra tahtta kim oturursa otursun devletin içinde ağırlık merkezi genelde Sudeyri kardeşlerde ve onların oğullarında olmuştur.
Sudeyri devri bitti yaşasın Al-i Selman
Fehd’in ölümüyle birlikte teamüldeki ekberiyet kaidesi gereği yerine Sudeyrilerden olmayan Abdullah geçmiş ve saltanatı boyunca Sudeyrilerin gücünü kırmaya dönük bazı teşebbüslere girişmiştir. Ancak bu teşebbüslerin pek başarılı olduğu söylenemez. Tam aksine, bu teşebbüslerin bugün Muhammed bin Selman tarafından yapılan hamlelerin bir anlamda önünü açtığı bile öne sürülebilir. Nedir bu teşebbüsler? 2006 yılında kurulan Bey’at Konseyi mesela. O gün için Sudeyrilerin önünü kesmek için yapılmış bir hamleydi ama ters tepti. Muhammed bin Selman’ın veliathtlığını meşrulaştırmaktan başka işe yaramadı. 2014 yılında ihdas edilen Veliyyü Veliyyil Ahd (Veliahtın Veliahtı) mekanizması da öyle. Bu mekanizma da ters tepti ve süreç içerisinde Muhammed bin Selman’ın iktidara gelişini kolaylaştırdı. Sonuç itibariyle Selman’ı veliaht postundan bir türlü atamayan Abdullah, Yemenli bir cariyeden olma Mukrin’i diğer Sudeyrilerin önüne geçirmek suretiyle kendince bir denklem kurmaya çalıştı. Doğrudan aslanların önüne atmaya kıyamadığı oğlu Muteb’i tahta geçirme planıydı bu. Ama olmadı. Mukrin’in veliahtlığı sadece üç ay sürdü ve denklem rafa kalktı. Abdullah’ın bu denkleme matuf olarak kurduğu mekanizma Muhammed bin Selman’ın önce Mukrin’den, sonra da Muhammed bin Nayif’ten kurtulmasına zemin hazırladı. Muhammed bin Selman lehine yapılan anayasal düzenleme ise ülkede bir devrin sona erdiğinin habercisiydi. Bu düzenleme, tahtın Kral Selman’dan oğul Muhammed’e geçmesine imkân tanıyordu. Artık Sudeyri olmak da işe yaramıyordu. Al-i Selman devri start almıştı.
Coğrafyada gerilim tırmanıyor
Herşeyin plan dâhilinde gerçekleştiği ortada. O kadar ki Trump’ın desteği çok fazla gecikmiyor. ABD Başkanı “Kral Selman’a ve Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi’ne güvenim büyük. Onlar ne yaptıklarını tamamıyla bilen insanlar” şeklinde tvit atıyor. Dolayısıyla Lübnan Başbakanı Hariri’nin kendi ülkesinde değil de Suud televizyonuna çıkarak istifasını açıklaması ayrı düşünülecek bir hadise değil. Riyad’dan kalkarak Birleşik Arap Emirlikleri’ne giden, oradan tekrar ülkesi yerine Suudi Arabistan’a dönen bir Lübnan Başbakanı profili gerçekten ilginç. İran’ı ve Hizbullah’ı suçlayarak ölüm tehditleri aldığını söyleyen Hariri’nin babasının akıbetine uğramaktan korkması elbette doğal. Ancak işin Lübnan ayağı başka bir hikâyeyi dillendiriyor. Kendi partisi bile acilen ülkesine dönmesi gerektiğini söylüyor. Ülkede Hariri’nin Suudi Arabistan tarafından rehin alındığına dair rivayetler kol geziyor. Hariri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise Riyad’da Fransız Büyükelçisi ile bir araya geldiği, daha sonra diğer batılı diplomatlarla görüşeceği açıklanıyor. Kriz gittikçe derinleşirken işin içine Beyrut’taki Rus Elçisi müdahil oluyor, “Saad Hariri’nin Lübnan’a dönmemesi ve açıklama yapılmaksızın belirsizliğin devam etmesi halinde konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne götürebiliriz” cümlesini kuruyor. Bu arada Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaparak “Lübnan’daki Suudi Arabistan vatandaşları ülkeyi terk etsin” diyor. Coğrafya belirsizlik girdabına iyice gömülüyor.
Diğer yandan Lübnan kriziyle birlikte Suudi Arabistan – İran ilişkilerinde artan gerilim, gözaltılar başladığında başkent Riyad’a düşen Husi füzesiyle tavan yapıyor. İran, Riyad’a düşen Husi füzesini kasdederek “Bir sonraki hedef Dubai” şeklinde manşet atan Kayhan Gazetesi’ne iki günlük kapatma cezası verip tansiyonu düşürme çabasına girişiyor. Suud Dışişleri Bakanı Adil Cübeyr ise “Teröre destek verdiği için İran’a yaptırım uygulanmasından yanayız” demeciyle ateşe benzin dökmeye çalışıyor.
Bu arada gözlerden kaçan bir ayrıntı. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas 8 Kasım’da Veliaht Muhammed bin Selman ile Riyad’da bir görüşme gerçekleştiriyor. Bir gazetenin attığı başlık manzarayı şu şekilde resmediyor: “Abbas Riyad’da… Suudiler İsrail ile yapılan büyük ittifaka destek vermeleri için Filistinlileri iknaya çalışıyor.”
Küresel ittifak için ılımlı İslam
Mehmet Ali Büyükkara
Geçen hafta sonunda Suudi Arabistan’da bir takım bakanlar, prensler ve iş adamları tutuklandı. Bu tutuklama girişimleri veliaht prens olan ve tahta geçmesi beklenen Muhammed bin Selman’ın iktidarını tahkim etmek, bilhassa Suud ailesi içinden –ki dokuz bin prensten bahsediyoruz- gelebilecek ve tabii ki hem İslamcı kesimden hem de liberal kesimden gelebilecek karşı hamleleri bertaraf etmek için yapıldı.
Son tutuklamalarda milli muhafızların başındaki isim, eski kral Abdullah’ın oğlu Mutab bin Abdullah da tutuklandı. Milli muhafızlar Suudi Arabistan’da ordunun dışında bir başka ordudur, rejimi korur. Ordu zaten kendi elinde, milli muhafızlar da eline geçince, silahlı kuvvetler istihbarat vs. tümüyle kendi inisiyatifi altına geçmiş oldu. Onun krallığa doğru gittiği yolda önemli bir adım. Fakat her zaman her şey olabilir. Son nokta koyulmuş değil.
Genç prensin gözü karalığı
Tutuklamalara rağmen süreç tamamlanmış değil, risk devam ediyor, çünkü bu hamleler ters de tepebilir. 30’lu yaşlardaki genç prens Amerika’dan aldığı destekle gözü kara bir biçimde bunları yapıyor. Haziranda Trump’ın ziyareti vesilesiyle küre etrafındaki meşhur fotoğraf bir ittifakın başlangıcıydı aslında. Sisi, BAE, Trump ve Selman’ın olduğu, İsrail’in de destek verdiği ittifak Bahreyn’i de yanına çekerek Katar krizinde iyice kendini belli etti. Katar’ı da yanlarına çekmeye çalıştılar, olmayınca burnunu sürtmeye çalıştılar, ama Katar buna direndi. Bu ittifakın amaçlarından en önemlilerinden bir tanesi, bölge yeniden dizayn edilirken İran’ın bölgesel yayılmacılığını durdurmak.
Lübnan’ın Başbakanı Saad Hariri’nin istifa ettirilmesinin arkasında da bu yatıyor. Hariri istifa ederken “Hizbullah tarafından büyük bir baskı var” dedi. Fakat bana kalırsa böyle bir şey yok. Bir güvensizlik sorunu olsa bile bu istifayı gerektirecek kadar büyük değil. Çünkü bir hafta önce İran’ın dini lideri Hamaneyn’in baş danışmanı Beyrut’taydı ve orada iyi bir fotoğraf verildi. Eğer İran’la arada ciddi bir sıkıntı olsaydı, bir şeyler yansırdı. Benim kanaatimce Hariri, İran’ı dünya kamuoyunda küçük düşürmek, zor durumda bırakmak için Riyad’da istifa ettirildi.
Bir halk hareketini tetiklemez
Bütün bu olanlara rağmen yine de başarısız bir profil sergiliyorlar. Katar krizinde, Yemen Savaşı’nda başarıya ulaşamadılar. Son tutuklamaların olduğu saatte Yemen’den ateşlenen İran füzesinin Riyad’a düşmek üzere iken durdurulması da bu başarısızlığın bir kanıtı. Bu füze belki bugün durdurulur, ama yarın durdurulmaz.
Öte yandan bu olanlar Suudi Arabistan’da bir iç savaşı tetiklemez. Mısır’da, Libya’da olduğu gibi bir halk hareketinin burada çıkacağına ihtimal vermiyorum. Suudi Arabistan’ın mezhebi karakteri Vehhabilik ve Hanbelilikte ulu’l emre itaat esastır. Demokratik bir halk talebine alışık değil, ama süreç doğru yönetilmezse, halkı da içine alabilecek aile içinden bir kaos doğabilir.
Ilımlı Vehhabilik
Ilımlı İslam meselesine gelince; Suudi Arabistan’ın üzerinde Vehhabilikten kaynaklanan bir takım riskler vardı. 11 Eylül korsanlarının 19’u Suudi Arabistan vatandaşı çıkınca, El Kaide’yi, DEAŞ’ı üreten bu ideolojidir şeklinde ithamlara maruz kaldı. Bunu ılımlılaştırmak istediler. İkinci olarak da Kızıldeniz’in kuzeyinde büyük bir serbest bölge kurmak istiyorlar. Turizm ve teknoloji bölgesi olması planlanan bu yere büyük bir yatırımın gelmesi lazım. İstikrar ve ılımlılık yatırımın gelmesi için de lazım. Üçüncü olarak da Muhammed bin Selman, kendisine muhalif olan İslamcı kesime “sizin gibi düşünmüyoruz” diyerek bir gözdağı verdi.
Bu ılımlı İslam’la artık Vehhabilik bırakılacak anlamına gelmiyor. Çünkü Vehhabilik’le Suudi rejimi iç içe geçmiş. İki yüz elli yıldır bu din devlet ittifakı var. Dolayısıyla bunu ılımlı İslam olarak değil de ılımlı Vehhabilik şeklinde anlamak lazım. Küre etrafındaki İsrail’in de desteklediği ittifakın yürümesi için de ılımlı bir duruş lazımdı.
* * *
Suudi Arabistan’da Neler Oluyor?
Zekeriya Kurşun
Suudi Arabistan’da son hafta meydana gelen olaylar bölgeyi takip edenler için sürpriz değildi. Zira Kral Selman, kral olduktan sonraki tasarrufları ile bu süreci hazırladı. Önce oğlu Muhammed’i büyük yetkilerle bakan yaptı. Ona prestij sağlayacak olan Yemen Savaşı’nı başlattı. Ayrıca ülkenin geleceğinin kurgulandığı 2030 vizyonunun başına getirdi. Hanedan’ın pek çok yaşlı-genç ve geçmişte sorumluluk üstlenmiş üyeleri varken genç birine yani oğlu Muhammed’e verilmiş olması aile içinde ciddi rahatsızlıklar meydana getirdi. Kral Selman bununla yetinmedi, Haziran ayında kendisinden sonra kral olması beklenen Muhammmed bin Nayif’i veliahtlıktan azledip oğlunu birinci veliaht ilan etmesi daha büyük bir tepkiye neden oldu.
Katar krizi muhaliflerin ses çıkarmasına imkân vermemişti. Herkes hançerlerini saklayıp, krizin sonuçlarına odaklandı. Eğer aynı süreçte yaratılan Katar krizinde Suudi Arabistan istediğini almış olsaydı, muhtemelen herkes durumu kabullenecekti. Fakat beklenen olmadı. Krizin yaratılmasına Muhammed b. Zayed ile el ele vererek sebep olan Muhammed b. Selman Yemen’den sonra ikinci kere hüsrana uğrayınca, sesler yükselmeye ve aile içinde tartışmalar yaşanmaya başlandı. Uluslararası bağlantıları ve ülke ekonomisinde önemli yeri olan emirler muhalefet oklarını Saray’a yönelttiler.
Sarayın üçüncü hamlesi zenginlere
İşte bundan sonra Saray’ın üçüncü hamlesi geldi. Son zamanlarda ülke ekonomisi çökmüş, özellikle 2015’ten sonra toplumun her kesimi ama özellikle küçük işletme sahipleri kazanmak bir yana iflasın eşiğine gelmişlerdi. Genel olarak bunun sorumlusu olarak da ülke kaynaklarını istediği gibi kullanan ve her türlü imtiyazı elinde bulunduran Kraliyet ailesinden işadamlarını, onlar ile işbirliği yapan eski bakanları, bazı bürokratları ve mevcut ekonomi bakanını görüyorlardı. Saray üçüncü hamleyi bunlara karşı başlatarak bir taşla iki kuş vurdu. Kral Selman ve oğlu Muhammed hem kamuoyu nezdinde kendilerini akladılar ve hem de en büyük muhaliflerini devre dışı bıraktılar. Yaptıkları operasyon halk nezdinde kabul gören ve Muhammed bin Selman’a yeniden güven sağlayacak bir operasyondur. Bunu sürdürülebilmesi halinde Muhammed kısa bir süre sonra önü temizlenmiş olarak tahta geçecektir.
Bedel ödemeden bu operasyonlar yapılmaz
Bu büyüklükteki bir operasyonda elbette küresel oyuncuların da parmağı var. ABD’den ve uluslararası şirketlerden izin ve işaret almadan, hatta bedelini ödemeden Körfez’de bu büyüklükte bir operasyonun yapılması mümkün değildir. Zira gözaltına alınan ve hesapları dondurulan emirler ve işadamları uluslararası şirketlerin temsilcileridir. Dolayısıyla onlara teminat verilmeden bu operasyona başlanmamıştır. İşte İsrail’in rolü da burada ortaya çıkıyor. Uluslararası finans kuruluşlarını ve şirketlerine verilen teminatlara aracılık ederek bu operasyonu desteklemiştir.
Bütün bu gelişmeler Muhammed b. Selman’ın babası hayatta iken tahta geçerek, kendisine sonra da hanedanın diğer üyelerine fırsat verilmeden üçüncü kuşak idarecilerin Âl-i Selman olarak devam etmesini sağlamaktır. Şimdilik Suud toplumsal yapısı bu değişiklikleri tolere edecek yapıda olmakla birlikte, Yemen Savaşının daha fazla uzaması, Lübnan üzerinden İran’a yeni bir cephenin açılıp başarısız olması dengeleri alt üst edecektir.
* * *
Ilımlı İslam Batı’ya göz yummak demek
Turan Kışlakçı
Suudi Arabistan’daki gelişmeleri izlediğimizde Arabistan’ın 4. kuruluşunun temelini attığını anlıyoruz. Bunun felsefesini, siyasal yapısını yeniden oluştururken de güçlü olmaları gerekiyor. Bu değişim için çok ciddi paralara ihtiyaç var. Çünkü Suudi Arabistan’ın şu anda kendilerinin koyduğu 2030 hedefine ulaşabilmesi için maddi imkânı kalmadı. Gözaltına aldıkları dünyaca ünlü zenginlerin trilyonlarca parasına el konuldu. Öncesinde siyasal ve askeri ayağa operasyonlar çekilmişti. Böylece Muhammed bin Selman 4. Arabistan krallığını kurarken iktidarını sağlamlaştırmaya çalışıyor. Bazıları bunun başarısızlıkla sonuçlanacağını, ülkeyi bölünmeye götüreceğini söylüyor. Bazıları da gerekli olduğunu savunurken, Putinvari yol izleyerek iktidarını sağlamlaştıracağını söylüyor. Buradan Putin değil Kaddafi çıkar diyen de var.
Lübnan’a saldırı bekleniyor
Bu karışıklığın bir başka sebebi de dünyanın en büyük petrol şirketlerinden olan Aramco’nun hisselerini satışa çıkarması. Dünyanın gündeminde olan bu satışın operasyonun arkasındaki asıl neden olduğu söyleniyor. İngiltere, Çin, Avrupa, Amerika bu hisselere talip, kimin alacağı tartışma konularından bir tanesi. Şu anda tutuklu olan, gözaltına alınan iş adımların çoğu bu satışa karşıydı.
İkinci aşamada Muhammed bin Selman’ın içeriyi bastırabilmesi için dış tehdit ihtiyacı var. Bunun için de İran’ı seçti. Yemen’de, Suriye’de ve Lübnan’da İran’a yönelik Amerika ve İsrail’le birlikte operasyonların öncülüğünü yapacak. Kendi halkına “bakın ben böyle bir mücadele içindeyken sakın sesinizi çıkarmayın” deyip susturmaya çalışacak. Lübnan’da çok yakında bir saldırı bekleniyor. Hizbullah’ın sur içindeki milislerini Lübnan’a çekmesi bunun delili. Birçok ülke bundan dolayı vatandaşlarının derhal Lübnan’ı terk etmesi çağrısında bulundu.
FETÖ’nün ılımlı İslam’ı da buydu
Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin istifasının da bu dizaynda önemli rolü var. Hariri, Suudların hem maddi hem siyasi desteğine sahipti. 2011’de Suudi Arabistan desteğini çekince sıkıntı yaşadı ve Lübnan bir süre hükümetsiz kaldı. 2016’da Hizbullah’la anlaşarak başbakan oldu. Suudi Arabistan Hariri’yi Riyad’a çağırarak istifa ettirdi. Her türlü desteği vermeye hazır olduklarını söyleyerek hükümetten çekilmesini, Hizbullah’a yönelik operasyon yapacaklarını söyledi.
Muhammed bin Selman’ın Ilımlı İslam çıkışı da bu yeni dizaynın bir parçasını oluşturuyor. Esasında ılımlı İslam da radikal İslam da batıya ait kavramlar. İkisini de üreten, finanse eden, yükselten batı. Önce radikal İslam’ı göstererek bu coğrafyayı terörle dizayn etmeyi planladılar. Şimdi yeni modeller oluşturmak istiyorlar, buna da ılımlı İslam diyorlar. Ilımlı İslam demek; batının emperyalist çıkarlarına ses çıkarmamak, İsrail’in güvenliğini temin etmek ve İsrail’in çıkarlarına sahip çıkmak, bu coğrafyadaki enerji kaynaklarının batı tarafından sömürülmesine göz yummak demektir. FETÖ’nün ılımlı İslam’ı da buydu zaten. Türkiye üzerinden yapamadıklarını şimdi Suudi Arabistan üzerinden yapıyorlar.
* * *
Riyad’da riskli oyun
Taha Kılınç
Suudi Arabistan’da son günlerde yaşanan gelişmeler, aslında yıllardır biriken olaylar silsilesinin bir patlamasından ibaret. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın başına geçirildiği ‘Yolsuzluk Komisyonu’nun kararlarıyla hızlı bir şekilde gözaltına alınan isimlere bakıldığında, bunların hepsinin son 20-25 yıllık bir periyotta ciddi şekilde zenginleştiği, devlete rağmen faaliyet gösteren bağımsız tröstlere dönüştüğü, kraliyet ailesinin gücünü de kullanarak kendi ajandalarının peşinde olduğu anlaşılır. Bizzat Kral Selman’ın yeğeni olan Velid bin Talal, bu figürlerin en meşhuru; Türk magazin basını tarafından da en tanınanı.
Yolsuzluk adı altında düzenlenen operasyonların üç amacından söz edilebilir: 1) Prens Muhammed bin Selman’ın tahta çıkışının önündeki engelleri bertaraf etmek, 2) Ülkede yapılması planlanan reformlarla ilgili kaynak yaratmak. (El konulan mal varlıklarının toplam tutarının 800 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor), 3) Suudi toplumunu ayakta tutan çeşitli kesimlerin yeni dönemde işbaşına geçecek olan genç prensler kuşağına güven duymasını sağlamak.
ABD’nin kontrolü altında
Operasyonların ABD’nin müsaadesiyle ve kontrolü altında düzenlendiğini söylemek, yanlış olmayacaktır. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump da, Kral Selman ve Prens Muhammed’e duyduğu güveni açıktan ifade etti. Trump yönetiminin, Suudi yönetimiyle birlikte İran’a karşı güçlü bir cephe oluşturmaya çalıştığı sır değil. Hizbullah’ın (dolayısıyla da İran’ın) desteğiyle koltuğuna oturan Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin istifa ettirilmesini de bu bağlamda okumak gerekir. ABD’nin İran karşıtı cephesinde, elbette İsrail de yer alıyor.
Ekonomisi güçlü, ideolojik yönden dünyayla entegre, komşularıyla sorunlarını çözmüş bir yönetim teslim almak isteyen Prens Muhammed bin Selman, tahta giden yolu ve sonrasını güvence altına almak için birbirinden ses getirici adımlar atsa da, tüm bu adımların aynı zamanda riskli bir kumar olduğunu söylemek gerekiyor. Ortadoğu’da ABD’nin güçlü bir şekilde desteklediği iktidarlar, genellikle trajik yanlışlara savruldular. Suudi Arabistan’ın yakın geleceğinin de bu anlamda karanlık bulutlarla kaplı olduğu görülüyor.