Kissinger Planı ve Ortadoğu Semalarında Kaos Füzeleri

“Suudi Arabistan Ortadoğu’da Şiiliğin bir güç olarak yükselişinden inanılmaz derecede endişe duyuyor. Fakat aynı zamanda kendi iç bünyesini tehdit eden Sünni fanatizm ile de tehdit altında. Ortadoğu’daki durum şu sıralar dört yüz yıl öncesinin Avrupa’sında yaşanan Otuz Yıl Savaşları dönemini andırıyor. Hemen her ülke kendi iç kaosuyla boğuşurken Sünni ve Şii öfke karşılıklı olarak gittikçe tırmanıyor. Avrupa’yı Otuz Yıl Savaşları’nın bunalttığı krizden çıkaran Westphalia Barışı benzeri bir sistemi Ortadoğu’da kurmak mümkün olabilir mi? Amerika’nın ve diğer aktörlerin yüzleşmek zorunda olduğu mesele işte bu. Diğer aktörler diyorum çünkü Amerika bunu tek başına yapamaz. Güçler dengesinin olmadığı tek kutuplu bir dünya, keyfi bir dünyadır. Güçler dengesinin yapısı değişebilir fakat prensip, bir daha asla dünyayı tek başına domine eden bir ülke veya güç odağının yeniden zuhur etmemesidir. Böyle bir durum kesinlikle bir daha tekrar etmemelidir.” Henry Kissinger

9 Eylül 2014 tarihinde “The Takeaway” isimli radyo programının moderatörü Todd Zwillich, Henry Kissinger’e kimi insanlar tarafından bir savaş suçlusu olarak görüldüğünü söylemişti. Kissinger’in tepkisiyse “Bunu söyleyenler bir avuç kişi. Çoğunluk bu konuda onlardan farklı düşünüyor” sözleri olmuştu. Mekik diplomasisinin mucidi olarak adını duyuran Henry Kissinger, İsrail ile Mısır arasında imzalanan Camp David Anlaşması’nın mimarı olarak Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştü. Barış ödüllü diplomatın İran Irak savaşının yaşandığı günlerde dile getirdiği şu ifade oldukça manidardı. “Bize ne, bırakalım birbirlerini öldürsünler.”

Humeyni’yi iktidara taşıyan kimdi?

Middle East Journal’ın 2004 Kış Sayısı enteresan bir röportaja ev sahipliği yapıyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı eski İran Direktörü Henry Precht, bakın, neler söylüyordu?

“Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger İran’dan yeni dönmüş ve Şah ile yaptığı görüşmeyi bir rapor halinde bakanlığa sunmuştu. Raporda yer alan ifadelere göre Şah, Kissinger’e bir avuç mollanın böyle organize ve etkili gösteriler düzenleyecek kapasitesi olmadığını, arkalarında muhakkak başka bir gücün olduğunu söylemiş. Şah’a göre bu güç CIA imiş. Kissinger’e CIA’nin niçin böyle bir şey yaptığını, neden ondan yüz çevirdiklerini sormuş. Daha sonra kendi kafasındaki muhtemel iki cevabı söylemiş. İlki, bazı askeri malzemeler ve demir-çelik tesisi kurma dâhil Sovyetlerle girmiş olduğu ilişkinin Amerikalıları rahatsız etmesi, onu Sovyetlerle fazla samimi bulmaları. İkincisi ise yüzyılın başındaki İngiliz-Rus planının bu defa ABD-Rus planı olarak yeniden işleme konması ve güney petrol alanları ABD’ye, kuzey Ruslara bırakılacak şekilde İran’ın iki nüfuz alanına bölünmesi.”

İran Genelkurmay Başkanı’nın anıları teyit ediyor

İran Şahı’nın son Genelkurmay Başkanı Abbas Garabaği’nin döneme ilişkin hatıralarını yansıtan “İran Krizi Hakkında Gerçekler” adlı kitabında dile getirdiği satırlar, ABD Dışişleri Bakanlığı eski İran Direktörü Henry Precht’in ifadelerini doğrular nitelikteydi. İran Genelkurmay Başkanlığında önemli komutanlar bir araya gelmiş, bir durum değerlendirmesi yapıyorken iki komutan arasında şöyle bir diyalog geçmişti.

“General Ali Badrei (Muhafız Kuvvetleri Komutanı):

Bu sabah CIA istasyon şefi bana geldi ve Humeyni ile temasa geçmemizi tavsiye etti. Kendisine cevap vermedim, konuyu sizinle paylaşmak istedim.

General Mogadam (İstihbarat Teşkilatı SAVAK’ın başı):

Doğru. CIA bu görüşte.”

Bu diyaloğu nakleden Garabaği, anılarına şu ifadelerle devam ediyordu:

“O günlerde yaşananlar, bana hep bir Türk generali dostumun sözlerini hatırlatıyordu. Bu dostum bana bir gün demişti ki:

“Amerikalılarla müttefik olmanın en büyük zorluğu nedir, bilir misin? Seni ne zaman arkadan hançerleyeceklerini asla bilemeyecek olman.”

Kissinger stratejisi tüm hızıyla devam ediyor

İran Şahı, Amerikan yönetiminin Ortadoğu’daki en sadık müttefikiydi. Ortadoğu’da parmakla gösterilen bir Batılılaşma yanlısı, Ortadoğu’nun en seküler figürlerinden biriydi. Batılı gözüyle bakıldığında bugünkü “Ilımlı İslam” projeleri İran Şahı Rıza Pehlevi’nin tutmuş olduğu istikametin yanında bahse bile değmezdi. Ancak Amerika öyle bir planı yürürlüğe koymuştu ki, İran Şahı gibi bir müttefik bile çok rahatlıkla bu uğurda gözden çıkarılabilirdi. Plana göre Ortadoğu’nun kendi içinde savaşlar yaşaması, etnik, mezhebi ve çeşitli çıkar türlerine dayalı çok katmanlı bir çekişmeler coğrafyasına dönüşerek Kissinger’in ifadesiyle “Hemen her ülkenin kendi iç kaosuyla boğuştuğu, Sünni ve Şii öfkenin karşılıklı olarak gittikçe tırmandığı” 30 Yıl Savaşları Avrupa’sına benzemesi gerekiyordu. Bu sürecin haritası bile öngörülmüştü. Bu harita, Büyük İsrail ile sonuçlanacak nihai haritaya giden yolda en önemli kilometre taşını ifade ediyordu. Süreç, en seküler, en Batıcı müttefik İran Şahı’nın CIA desteğiyle devrilmesi, Fransa Havayollarına ait bir uçakla Tahran’a iniş yapan Ayetullah Humeyni’nin İran’ı mezhebe dayalı bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürmesiyle start almıştı.

Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler

Humeyni ile birlikte katı bir mezhep devletine dönüşen İran’ın ilk yaptığı iş, coğrafyada Tahran’a bağlı bir network oluşturmak için kolları sıvamak oldu. Lübnan’da, Irak’ta, Yemen’de, Suriye’de, Suudi Arabistan’da ve hatta Türkiye’de kendisine yakın bulduğu, daha doğru bir ifadeyle, Sünni İslam tanımının dışında kalan bütün inanç gruplarına özel bir itina ile yaklaştı. Bu grupların ileri gelenlerini maddi manevi her türlü desteğe boğarken, ileri gelenlerin çocuklarını Kum şehrindeki geleneksel Şii medreselerinde eğiterek kendi adına coğrafyanın geleceğine yatırım yapmayı sürdürdü. Bu yatırım, meyvelerini sunmada gecikmedi. Ortadoğu’nun dört bir yanına serpiştirilmiş bölgelerdeki bu networkun üyesi gruplar, bir zaman sonra sivil örgütlenme biçimini fazlasıyla aşarak İran’ın sağladığı eğitim ve lojistik desteğiyle ordulara sahip koca koca devletlere kafa tutacak askeri güce erişmeye başladılar. Lübnan’da Hizbullah Arap devletlerini girdiği her savaşta yenilgiye uğratan İsrail’e kafa tutar hale gelip Lübnan denkleminin en kuvvetli bileşeni haline gelirken, Yemen’in kuzeyindeki Husiler, 2014 yılında başkent Sana’yı ele geçirip Suudi Arabistan’a ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne füze fırlatacak kudrete kavuştular. Ayrıca bu network sayesinde Tahran’dan çıkan bir yolcunun pasaporta gerek duymaksızın Irak ve Suriye’yi boydan boya katedip Akdeniz sahillerine erişebildiği, adına Şii hilali denilen bir yapı ortaya çıktı.

Mezhepçi ağa karşı ‘Ilımlı İslam’ bloku

Kissinger planı, mezhepçi İran’ı Ortadoğu’da umacı gibi kullanarak coğrafyayı bir uçurumdan diğerine sürüklerken Arap devletleri İran’a karşı etkili bir formül geliştirme noktasında hep kendilerini eksik hissettiler. Baas ideolojisi Irak’ta Saddam eliyle İran karşıtı bir Arap milliyetçiliğine dönüşürken ülkedeki Şii çoğunluğu ikna etmekten hep uzak kaldı. Suriye’deki Baasçılık ise Tahran’ın denetlediği network içerisinde özel bir yer edinen Nusayri azınlığın  iktidarı sayesinde  İran için tehdit oluşturmayan, başka bir  güdük yapıya dönüştü. Suudi Arabistan’ın devlet destekli Selefi İslamı’na yakın duran Körfez ülkeleriyse kendi networkleri aracılığıyla diğer İslam ülkelerinde gösterdikleri varlığı hiçbir vakit İran dâhilinde gösterme yeteneği kazanamadılar. Üstelik iç bünyelerindeki ciddi oranlara ulaşan Şii azınlık nedeniyle kendilerini hep tehdit altında hissettiler. Şiilerin çoğunluk ifade ettiği Bahreyn’de sorunlar hiç bitmezken, nüfusun yüzde 20’sine yaklaştığı Suudi Arabistan’da her zaman bir karın ağrısı olarak kaldılar. Kuzeyden Şii hilali güneyden Yemen ile kuşatılan Arap coğrafyası iç bünyedeki Şii muhalefetin de bastırmasıyla iyice panikledi, çözüm arayışıyla dayatılan her koşula evet diyecek duruma getirildi. Suudi Arabistan Veliahtı Muhammed bin Selman’ın açıkladığı Ilımlı İslam formülü dayatılan bir çözüm arayışından başka bir şey değildir. Mezhepçi networke karşı geliştirilen Ilımlı İslam bloğunun coğrafyadaki çözülmeyi hızlandırmaktan başka bir işlevi olmayacaktır. Nitekim son gelişmeler, sıklaşan füze saldırıları ve eski Yemen Cumhurbaşkanı Salih’in Husiler tarafından infaz edilmesi bunun bir göstergesidir.

Benzer konular