Kerkük’ün alacakaranlık yüzü

Kerkük Arap milletvekili Halid el Meferci, Fransız Haber Ajansı’na “2003 yılından bu yana 2000 kişi tutuklandı” açıklamasını yaptığı sıralarda Kerkük İnsan Hakları Komitesi kayıp yakınlara ilişkin kendilerine 74 şikâyetin ulaştığını duyuruyordu. Aynı gün,  9 Kasım 2017’de, yakınları kayıp kişilerden oluşan bir grup protesto gösterisinde bulunarak Başbakan Haydar İbadi’nin konuya müdahil olmasını talep ediyor, Bağdadi’nin ofisinden konuya ilişkin yapılan açıklama ise şöyle diyordu:

“Başbakan İbadi, Kürt Asayiş mensuplarınca Kerkük eyaletinde gözaltına alınan yakınlarının akıbetini merak eden ailelerin taleplerini yerine getirmek amacıyla bir soruşturma açılması emrini vermiştir.”

ABD askerine saldırdı diye

9 Kasım’daki protestolara iştirak edenlerden biri de oğlu 2007 yılında Kürt Asayiş Güçleri tarafından gözaltına alınan Necm eş Şehri olmuştu. Şehri’nin iddiasına göre oğlu o tarihten üç yıl önce ülkeyi işgal eden Amerikan askerlerine saldırdığı iddiasıyla suçlanmış,  derdest edilerek götürülmüştü. Dertli babanın çok basit bir dileği vardı: Ya oğlunun cesedi kendisine verilsin, ya da oğlunun akıbeti hakkında kendisine iki kelam edilsindi.

İsmini vermekten kaçınan üst düzey bir Asayiş yetkilisi, Fransız Haber Ajansı’na verdiği açıklamada yapılan gözaltıların amacı hakkında ‘hukuk düzenini koruyucu önlemleri almaktan ibaret’ nitelemesini yapıyordu. Üstelik gayet pişkin bir şekilde:

“Başbakan İbadi’den gelecek bütün soruları cevaplamaya hazırız” cümlesini kuruyordu.

Maksat demografiyi değiştirme

 2003 yılından bu yana Kerkük’te yaşananlara başka bir örnek 25 Ekim 2016 tarihli Reuters haberiydi. Haberin başlığı “Birleşmiş Milletler Kerkük Araplarının toplu cezaya uğramasından endişe ediyor” şeklindeydi. Samia Nakhoul ve Michael Georgy tarafından yazılan habere göre Kerkük şehrini elinde tutan Kürt yönetimi DEAŞ tarafından şehre yapılan bir saldırı sonrasında 250 Sünni Arap ailesini şehri terk etmeye zorlamıştı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Koordinatörü Lise Grande konuya ilişkin Erbil’de “Yaklaşık 250 sivil aile şehri terketmek zorunda bırakıldı. Birleşmiş Milletler toplu cezalandırma olarak anlaşılacak herhangi bir eylem konusunda son derece endişe duymaktadır” şeklinde bir açıklama yapıyordu.

Kerkük Kürt yönetimi Sünnilerin DEAŞ’a saldırı sırasında yardım ettiğini savunurken Lise Grande Birleşmiş Milletler’in elinde bu ailelerin DEAŞ’a destek verdikleri yönünde bir kanıt bulunmadığını, bu insanları kovmak için bahane uydurulduğunu ifade ediyordu.

Etnik hassasiyetleri kaşıma tehlikesi

 Kerkük, Irak içerisindeki en tartışmalı kent. Kent içerisinde Kürtlerin yan sıra hatırı sayılır Türkmen ve Arap nüfus mevcut. 1960’lı yıllarda Baas rejimiyle birlikte yoğun bir Araplaştırma harekâtına maruz kalan kent, 2003 işgaliyle birlikte bu defa Kürtleştirme politikalarının esiri olmuş durumda. 1957 yılına ait nüfus sayımlarında kentin yüzde 37,6’sını Türkmenlerin, yüzde 33,3’ünü Kürtlerin ve yüzde 22,5’ini de Arapların oluşturduğu biliniyor. Bugünkü manzara, Kürtlerin lehine ciddi bir demografik değişimin yaşandığının en büyük kanıtı.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Irak Koordinatörü Grande her ne kadar “Daha önce yerlerinden edilenler yaşadıkları bölgelere tekrar geri gelip yerleşme haklarına sahipler. Böyle yapanlar tekrar yaşadıkları yerlerden göç etmeye zorlanamaz. Bu konuda çok hassasız” dese de Kerkük’te yaşanan demografik değişimlerin oldu bittiye getirildiği noktasında herkes aynı fikirde.

Amerikan İşgali, mezhep çatışmaları ve DEAŞ nedeniyle Irak genelinde büyük bir iç göç dalgası yaratıldı ve milyonlarca insan bir oraya, bir buraya göç etmek zorunda kaldı. Bu göç dalgasına etnik çatışmaların mağdurları da eklenince ortaya kocaman bir trajedi çıkıyor. Lise Grande’nin şu tespiti yaşanan trajediyi daha da katmerliyor:

“Çoğu aileler göç ederken en önde yürüyen kadınları görüyoruz. Asıl mesele şu: Bu ailelerin erkekleri nerede?”

Benzer konular