İran’ın geleceği belirsiz

İran’da 19 Mayıs’ta gerçekleştirilecek seçimler muhafazakarlarla reformistlerin karşı karşıya getiriyor. Reformistler ve ılımlı muhafazakarlar mevcut cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yi desteklerken, muhafazakarlar İbrahim Reisi’yi destekleyeceklerini açıkladı. Seçimleri önemli kılansa reformistlerin beklentilerini açıkça ortaya koymaları ve ülkede on yılda bir etkisini gösteren değişim isteğinin yeniden ortaya çıkması. Seçim ABD’yle yeni bir dönüm noktası’nda bulunan İran’ın uluslararası politikadaki kaderini de tayin edecek.

Dünyanın kapalı kutusu İran ekonomi ve işsizlik sorunlarıyla uğraşırken küresel anlamda ortaya çıkan nükleer kriz sorununu da çözmeye çalışıyor. Bütün bu sorunlarla seçime hazırlanan İran’ın önünde yine bir tercih var. Bir yanda mevcut cumhurbaşkanı Ruhani’nin bir dahilinde yeni döneme devam etme ihtimali bir yanda muhafazakarların adayı Resi ile yeni bir siyasi dönem. Ruhani’nin vaatlerini yerine getirmede başarı gösterememesi seçimlerde önüne konulan sorunlardan biri iken muhafazakarlar eski rejimin eski rejimin sürekliliğini sağlama vaadiyle öne çıkıyor. ABD’de de Trump’un seçilmesi sonrası geçici iyimserlik dönemi sona erince seçimler uluslararası politikada var olabilmek için de bir anlam taşıyor.

Ahmedinecad kamikaze oldu

Seçimin şoku ise Mahmud Ahmedinecad’ın kendisine yapılan bütün uyarıları gözardı ederek adaylığını koymasıydı. Bir dönem İran siyasetinde aldığı kararlarla tartışmalı figürlerden birisi olan Ahmedinejad’ın adaylığı beklenmedik bir hamle olarak yorumlanmıştı. Adaylığa tepki gecikmedi ve başvuru reddedildi. “Seçilme şansı olmayan Ahmedinejat’ın bu başvurusu bize ne ne anlatır?” analistler daha çok bu sorunun üzerinde durulması gerektiğini söylüyor. Kimi yorumlara göre cumhurbaşkanlığı döneminde Haşimi’yi protesto ederek 11 gün ofise gelmeyen Ahmedinecat yeni rejimden intikam almak istedi. Siyasal intihar olarak nitelenen bu tavır seçimler gelmeden karşılık buldu, adaylık reddeildi. Ahmedinejad beklenmeyen çıkışı ve yeniden sahneden çekilmesiyle seçim yine Ruhani ile Reisi arasındaki mücadeleye kaldı. İran’da seçim dengelerini belirleyen yalnızca reformistlerle muhafazakarlar arasında yaşanan çatışma değil aynı zamanda ülkede ülkede siyasi ve meshepsel hürriyete sahip diğer azınlıkların durumu da seçimin bir diğer denklemi.

Reformistler sıkıştı

İran Suriye savaşında izlediği politika kadar nükleer silahlanma konusunda yürüttüğü kapalı politikayla da uluslararası gözlemcilerin tepkisini çekiyor. İçeride yaşadığı sorunsa muhafazakarların beklentilerini karşılayamayan reformistlerin halkın beklentilerine de karşılık verememesi. İran Devrimini’nde ortaya çıkan kuralların uygulanması konusunda reformistlerin esnek bir tutum izlediğini söyleyen muhafazakarlar kadar reformistlerin halkın ekonomik beklentikerine karşılığı vermediği bir diğer eleştiri. İki cenah arasında sıkışıp kalan reformistlere karşılık muhafazakarların devrimin mirasını devralarak ülkeyi yeniden siyasal ve ekonomik özgürlüğe kavuşturacağını vaadi, artık Batı ile entegre olmak isteyen gençlerin kendisine yönelmesini sağlayamıyor.

Reformistlerin önceki dönem kazandıkları seçim İran’da Haşimi Rafsancani, Humeyni ve Ruhani’nin bir arada olduğu afişlerle kutlanırken bugün Ruhani’yi yalnızca Humeyni ailesi destekliyor. İran ekonomisinin giderek daralması Ruhani’nin seçim sürecinde karşısında en çok çıkan argüman. Nükleer anlaşmalar sonrası ülkeyi uygulanan yaptırımların bir kısmının kalkması ekonomik iyileşme beklentisini gündeme getirse de bu beklentiden öteye geçemedi. Bütün bu sorunlara karşılık yine de dünyayla daha barışık biri İran hayali kuran gençler oylarını yine reformistlardan yana kullanacak gibi görünüyor. Muhafazakarların istikrar ve vaatleri yeni nesilde karşılık bulamadı.

Hamaney’in prensi: İbrahim Reisi

İran’da seçimin sürpriz adayı ise İbrahim Reisi. Reisi’nin Hamaney sonrası Devrim Rehberliği için ismi geçtiği de düşünüldüğünde, Cumhurbaşkanlığı’nın, kendisi için düşünülen kritik görev öncesi bir deneyim kazanma yeri olarak görüldüğü yorumlanıyor. Halihazırda Reisi’nin hiçbir siyasi tecrübesi bulunmuyor. Kariyerinin tamamını yargı alanındaki görevlerden sürdürmüş bir isim. Reisi sırasıyla, Tahran başsavcılığı, sonrasında Denetleme Kurumu Başkanlığı, İran Yargı Organı Başkan Yardımcılığı görevlerini yürüten Reisi, son olarak Hamaney’in özel atamasıyla İran’ın en güçlü vakfı olan Astan-i Kudsi Rezervi’nin başkanlığına getirildi.

Bu kısa hikayeden de anlaşılacağı üzere Reisi, Devrim Rehberi Hamaney’in kanatları altında özenle yetiştirilmiş bir isim olması ile İran’ın gelecekte en güçlü ismi olmaya aday. Buna karşın İbrahim Reisi’nin bagajında da geçmişinden gelen kimi yükler yok değil. Reisi, 1980’lerde binlerce siyasi muhalifin toplu ölüm fermanını imzalayan (halk arasında ‘Ölüm Komitesi’ olarak tanınan) komitenin üyeliğini yaptığından dolayı halk arasında “Katliamcı Ayetullah” olarak nitelendiriliyor. Söz konusu dönemle ilgili Ayetullah Muntazari’nin oğlu Ahmed Muntazari’nin babasının 1988 idamlarına ilişkin eleştirilerini içeren ses kaydını yayınlaması da Reisi’nin prestijine bir darbe olarak değerlendiriliyor. Muntazari ses kaydını yayınlamasının ardından Din Adamları özel Mahkemesinde yargılanmış, din adamı kıyafeti giymekten men edilmiş ve 6 yıl hapse mahkum edilmiştir. Bu da Reisi’nin ardındaki derin desteği gösteren en kuvvetli delillerden biri.

Hamaney, prensi İbrahim Reisi’yi Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday yaparak iki risk alıyor. Bunlardan birincisi, Reii’nin Ruhani karşısında kaybetme ihtimali. Bu hem Hamaney’in hem de Reisi’nin prestijlerini derinden sarsacak bir netice olur. İkincisi ise Reisi’nin seçilmesi halinde, siyasi tecrübesi olmayan bir Cumhurbaşkanı olarak, dışarıda ve içeride büyük sıkıntılarla boğuşacak olması. Reisi’nin yaptığı her hata aynı zamanda Hamaney’e yazılacaktır.

İşgallerin büyük maliyeti

İran’ın içine düştüğü bu yol ayrımı sadece kendi bölgesel meseleleriyle ilgili değil dünyanın ve Ortadoğu’nun giderek yükselen tansiyonu da bu seçimlerin belirleyicisi olacak. Özellikle Suriye savaşı sırasında Rusya’yla müttefik haline gelen İran’ın bu tartışmalı tutumu ABD’nin de tepkisini çekti. Nükleer anlaşmalarla iki ülke arasında yaklaşık 30 yıldır süren gerginlik bir nebze azalsa da Donald Trump’ın başkan olduktan sonra açıklamaları o iyimser dönemin eskisinden daha kötü bir hale gelebileceğinin sinyali olarak yorumlanıyor.

19 Mayıs’ta yapılacak seçimlerden ister muhafazakarlar isterse de reformist/ılımlı muhafazakar kanat galip çıksın, İran’ı zorlu bir geleceğin beklediği görülüyor. Özellikle Trump yönetiminin her geçen gün ülke üzerinde kurduğu baskının artması ve söyleminin sertleşmesi, İran için Obama döneminde bulduğu geniş siyasi manevra alanını kaybedeceğini gösteriyor. Irak, Suriye ve Yemen gibi ülkelere yönelik müdahaleci politikası, kendisini bölgede siyasi olarak izole ederken, büyük bir ekonomik külfeti de beraberinde getiriyor. İran’ın yalnızca kanlı Esed rejimini ayakta tutabilmek için 100 milyar doların üstünde bir parayı bugüne kadar harcadığı belirtiliyor. Irak ve Yemen de dahil edildiğinde miktarın daha da yükseleceği rahatlıkla söylenebilir. Buna karşı enerji fiyatlarının son birkaç yıldır düşük seyirde izlemesi, ekonomik sıkıntıları katlayan bir etkiye sahip.

Rejim sansürü isyanı gizleyemiyor

ABD’nin artan baskısı karşısında, İran mezhepçi ve maceracı dış politikasının duvara toslaması, içeride halk tarafından sorgulamaya tutulabilir. Yine ülkede, özellikle Azeri nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde protestoların varlığı kimi zaman videolar yoluyla dünyaya yansıyor. Son olarak, Arap nüfusun yaşadığı Huzistan vilayetinde yaşanan halk isyanı, rejimin içeride yaşanan sıkıntılara çare olamadığını gösteren deliller. Rejim, şimdilik bu sorunları içerideki güçlü sansür yöntemiyle dışarıya yansımasına engel olmaya başarıyor ama bu sansürün yeni sosyal patlamalara yol açtığı da bir gerçek. Bu da yeni seçilecek Cumhurbaşkanı’nın koltuğa oturur oturmaz çözülmesi zor bir problemle karşı karşıya gelmesine sebep olacaktır.

***

İran, hasta ekonomisiyle Suriye savaşını fonladı

Selim Celal

Nükleer programla ilgili Cumhurbaşkanı Ruhani uluslararası toplumla bir anlaşma yapmakta başarılı oldu. İranlılar anlaşma imzalanır imzalanmaz bunun ekonomik nimetlerini görmeyi bekliyordu. Ruhani istatistikler ve ekonomi jargonuyla milli ekonominin iyiye gittiğini kanıtlamaya çalışsa da, sıradan vatandaşlar Ruhani’nin nükleer anlaşma sonrası dönemdeki ekonomi performansından hoşnut değiller. Bu algının popülerliğine katkıda bulunan birkaç faktörden aşağıdaki sayacaklarım özellikle dikkate değer olanlar:

İlk olarak, nükleer müzakereler sırasında, nükleer anlaşmaya karşı olan gruplardan gelen baskıya direnebilmek için Ruhani’nin halkın desteğine ihtiyacı vardı. Sonuç olarak, kasıtlı veya kasıtsız bir şekilde, Ruhani nükleer anlaşmayla ilgili büyük bir beklenti havası oluşturdu. İkincisi, Cumhurbaşkanı Ruhani, ekonomik sorunların köklerinin İran’ın rantiye ekonomisinde bulunan yapısal sorunlar olduğu gerçeğini halka ifşa etme cesaretini gösteremedi. Üçüncüsü, nükleer meseleyle ilgili yaptırımlarla genel yaptırımların ayrımını halkın karşısında net bir şekilde yapmadı. Halbuki gerçekte, nükleer anlaşmadan sonra kaldırılan yaptırımlar sadece İran’ın nükleer silahlanmasıyla ilgili olanlardı; diğer genel yaptırımların hepsi olduğu gibi duruyor. Son olarak, Ruhani’nin görev süresi boyunca İran’ın hasta ekonomisi Suriye ve Yemen’de verilen iki yıpratıcı savaşı fonlamayı sürdürdü.

Benzer konular