Donald Trump göreve geldiği günden bu yana ABD’li bürokratlar ve danışmanlarının etkisiyle İran’a yönelik sert bir tavır takınmıştı. Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve İsrail Başbakanı Netenyahu’nun yoğun ‘tavsiyelerine’ maruz kalan Trump İran’ı yoğun ambargolar ile tehdit ediyor. Öyle ki son günlerde İran’a ABD ordusunun müdahalesi bile konuşuldu.
ABD Başkanlık koltuğuna oturan Trump’ın 2016 yılından bu yana gündeminden çıkarmadığı üç ülke İran, Kuzey Kore ve Venezuela’ya yönelik ifadeleri zaman zaman sertleşip zaman zaman yumuşuyor. Bu bir tesadüf değil. Donald Trump 2016 yılında beklenmeyen ABD Başkanlığı sonrası hem kendi partisinin hem de Demokratların hedefi haline geldi. Kongre’de ve ABD medyasında yaşadığı zorluklar sonrası Trump, doğal olarak ikinci dönemi için şimdiden çalışmaya başladı. Ülkesindeki iç dinamiklerle baş etmekte zorlanan Trump’ın bu ülkeleri gündemde tutarak ABD halkının dikkatini ‘dışarıya’ çektiği bazı çevrelerde konuşuluyor.
NÜKLEER ANLAŞMA VE İRAN
Obama’nın ABD Başkanlığı döneminde gerçekleştirilen P5+1 (BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülke ve Almanya) anlaşması Trump’a göre İran’ın nükleer çalışmalarını sınırlandırması bakımından ‘işe yaramaz’ olarak nitelendirilmişti. Özellikle son günlerde gündemde olan İran’a yönelik yeni bir nükleer anlaşma, AB ülkelerinin ABD’yi eleştirmesine neden oldu. Geçtiğimiz Mayıs ayında ABD Başkanı Donald Trump, P5+1 ülkelerinin İran ile imzaladığı nükleer anlaşmadan çekildiklerini ve İran’a yönelik daha ağır yaptırımların yürürlüğe sokulacağını açıkladı.
İRAN AMBARGOLARA DAYANAMAYABİLİR
Trump yönetiminin anlaşmadan tek yanlı olarak çıkması ve ardından Avrupa ülkelerinin pratikte ABD ile paralel hareket etmesi üzerine İran, birtakım tedbirlere başvurdu. İran Cumhurbaşkanı Ruhani geçtiğimiz bir yıl içinde Avrupa ülkelerinin Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) çerçevesinde yasal ve mali yükümlülüklerini yerine getirmediklerini vurgulayarak ülkesinin sınırsız uranyum zenginleştirme ve plütonyum üretme işlemleri dahil olmak üzere tüm nükleer faaliyetlerini yeniden başlatacağını açıkladı. Ruhani, uranyum zenginleştirmede sınır olan 3.67’yi kaldıracaklarını ve istedikleri kadar zenginleştirebileceklerini söyledi. Bunun üzerine Trump’ın ‘‘ABD’nin neden hiçbir kazancı olmadan Hürmüz Boğazı’ndaki nakliye rotalarını koruduğunu’’ dile getirmesi bölgeyi daha da hareketlendirdi.
İran siyasi tedbirler alarak ABD ve müttefiklerini ambargodan caydırmayı denese de yapılacak yeni yaptırımlara dayanması zor görünüyor. Son bir yıldır petrol üretiminin düştüğü ülke, petrol satışına bağlı ekonomisi düşünüldüğünde yeni ambargolar olmasa dahi sert bir ekonomik krizin içine demirlemiş durumda. Öyleki dolar tümen karşısında İran tarihinde zirve yaparak 14 bin tümen seviyesine yükselmişti. İran’ın Türkiye gibi önemli müşterilerine uygulanan geçici muafiyetlerin Trump tarafından kaldırılması ile birlikte ambargo öncesi 2,5 milyon varil olan günlük petrol satışı 300-400 bin varil civarına geriledi. Zaten alarm zillerinin çaldığı İran ekonomisi daha büyük bir girdabın içine sürüklenmiş oldu.
HÜRMÜZ BOĞAZINDA TEMASLAR
ABD ve İran arasındaki gerilimin bölgesel etkileri Hürmüz Boğazı ve çevresinde devam ediyor. Trump yönetiminin nükleer anlaşmadan çıkmasından bu yana Hürmüz Boğazı’nın sıcaklığı arttı. İran hava savunma füzelerinin düşürdüğü ABD insansız hava aracı olayı ve Fuceyra limanında gerçekleşen tanker saldırıları ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton tarafından İran’a yıkılmaya çalışılmıştı. Bu olay sonrasında ABD savaş gemilerinin ve askerlerinin bölgeye intikal etmesi dünyanın gözünü Hürmüz Boğazına çevirmişti.
HAVA YUMUŞUYOR
John Bolton ve İsrail Başbakanı Netenyahu’nun bölgede yaşanan bütün gerilimlerin sorumlusu olarak İran’ı göstermesi dünya kamuoyunda beklenen karşılığı bulmadı. Bunun ardından ABD ve bölgesel müttefiklerinin İran ile gerilimi düşürme çabaları başladı. Bu gerilimin düşmesi önemliydi çünkü Trump yönetiminin sert ekonomik yaptırımlarından yalnızca İran ekonomisinin değil bölge ekonomilerinin de etkilenmesi kaçınılmazdı. İran’ın zayıf ekonomisi ile ‘kapalı’ bir rejim olarak kalması ABD’nin bölgede oluşturduğu dengeler açısından önemli.
Bölgede ‘sıcak’ bir çatışma çıkması durumunda başta Körfez’deki emirlikler olmak üzere İsrail gibi ABD müttefiklerinin İran’ın askeri kapasitesi karşısında zarar göreceği aşikar. İran ile çıkabilecek bir savaşın finansal ve insani açıdan bedeli, bölgenin İsrail dahil büyük bir istikrarsızlık dalgasına girmesi olacak. Bu nedenle ekonomik baskılarla bunaltılmış, sokaklarda hareketlenmelerin başladığı İran’ı müzakere masasına çekip taviz koparmak ABD açısından öncelikli hedef. ABD, bölgedeki müttefiklerinin kışkırtmalarına karşın sıcak çatışmayı değil, diplomasiyi kullanması bölgede dengelerin bozulmaması açısından elzem durumda.
İRAN-İSRAİL DANIŞIKLI DÖVÜŞ İÇERİSİNDE
İran’da yaşanan devrimden bu yana İsrail’in İran’ı en büyük tehdit, İran’ın ise en büyük tehdit olarak İsrail’i görmesi herkesçe biliniyor. Bölgede her ne kadar birbirlerine düşman görünseler de aslında birbirlerinin çıkarlarına hizmet eden İran ve İsrail, yaşanan son gelişmelerde bunu açıkça ortaya koyuyor.
İRAN KÖRFEZ REJİMLERİNİ DENGELİYOR
Körfez rejimlerinin ABD ile ‘stratejik’ ilişkisi Trump döneminde zirve yaptı. Suudi Arabistan, BAE ve Katar ile milyonlarca dolarlık silah anlaşmaları yapan ABD, bu satışları İran tehdidine borçlu. İran rejiminin bölgede Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor oluşu Körfez ülkelerini daimi bir alarm halinde tutuyor. ABD politikalarının bölgede revaç bulmasını buradan okumak gerekiyor.