Irak’ta Sadr kazanınca kim kazandı?

Sadr Hareketi’nin Irak Komünist Partisi ile yaptığı ittifakın izleyeceği yol, Irak’ta bundan sonra hangi başkentin sözünün etkisizleşip, hangisinin sözünün daha etkin hale geleceğini de belirleyecek. Ne İran, ne de ABD’nin Sadr’ın sevkiyle kurulacak bir hükümete sıcak bakmaması nedeniyle,  gözler bundan sonra bu iki ülkenin Bağdat’taki pazarlıklarda oynayacağı muhtemel rollere çevrilmeli.

Irak adeta Ortadoğu’nun bir mikro kozmosu. Coğrafyada işler ne zaman, ne yöne seyretse, esen rüzgâr doğrudan Irak siyasetinde yelkenleri şişirebilmekte. Bugün Ortadoğu’nun kriz merkezi Suriye olsa da, bölgede ‘krizlerin anası’ sıfatı asla değişmeyecek olan ülke Irak. Üstelik tüm siyaset yapıcıların etnik- mezhepsel yani sekteryen bir temsiliyetle yer bulduğu Irak siyaseti bugünlerde bölgesel dinamiklerle daha da iç içe. Irak seçimleri, ABD, İran ve Suudi Arabistan’ı, Suriye’deki durumu, hatta Lübnan’daki seçimi içine alan, tüm bölgeyi ilgilendiren bir süreç oldu.

Seçimin ardından şimdi elde yüzde 45’lik ülkenin en düşük katılımı, hile iddiaları ve seçimden galip çıkan partinin şaşkınlığı kaldı. Seçimden önce Başbakan Abadi yarışın favorisi olarak görülse de sonuç öyle olmadı. Şii lider Mukteda es-Sadr “hazırlanın” dediği birinciliğe ulaştı. Irak siyasetini bir şaşkınlık sürecine sürükleyen Sadr, ülkedeki en büyük Şii tabana sahip. ABD karşıtlığıyla nam saldı ve İran’a karşı mesafeli duruş sergilediği biliniyor. Onu anlatmak için kullanılan en basit tanım “Irak’ın milliyetçi din adamı” oluyor. Bu profilin gölgesinde cevabı aranan soru ise şu: Sadr nasıl Irak siyasetinde zirveye oturdu ve bu birincilik Bağdat üzerindeki etkinlik mücadelesinde hangi aktöre, ne anlattı?

IRAK İŞGALİNE DİRENİŞLE TANINDI

Mukteda el-Sadr’ın Irak siyasetinde adım adım zirveye yükseliş hikayesini ABD’nin Irak işgaliyle başlatmak mümkün. Zira dünya Mukteda el-Sadr ismini ilk olarak 2003 yılındaki işgal sırasında duydu. Aslında bu çıkış ailesinden aldığı manevi mirasın da sayesinde oldu. Zira Sadr, Şii dünyasının önde gelen âlimlerinden Ayetullah Muhammed Sadık Sadr’ın oğlu. Saddam Hüseyin döneminde Irak’ın bir numaralı Şii din adamı olarak görülen Muhammed Sadık Sadr, 1999’da iki oğluyla birlikte bir suikast sonucu öldürülünce, babasından kalan dev bir destekçi kitlesinin tek varisi oldu.

Irak’ta dini liderlik için yaş ve deneyim esas olsa da Sadr, 2003 yılında yani henüz 20’li yaşlarının sonunda, üstelik Ayetullah unvanına sahip olmamasına karşın, binlerce alt gelir gurubundan Şii’yi örgütlemeyi başardı. Irak Şii toplumunun ihmal edilmiş, marjinalleştirilmiş ve hor görülen unsurlarını heybetli siyasi ve askeri bir güç haline dönüştürerek “Mehdi Ordusu”nu kurdu. Amerikan işgaline karşı direniş başlattı. Yaşı genç ve ulema sınıfı hiyerarşisi içerisindeki konumu düşüktü. Ancak buna rağmen Şiiliğin sembol ve referanslarını kullanmada olağanüstü bir yetenek sergiledi.

TEK DÜŞMANI ABD DEĞİLDİ

Rakibi olan Şii din adamları uzun süre onu,  Irak’taki Şii kurumlarının mutlak hakimi olmak isteyen tecrübesiz ve sabırsız bir radikal olarak yorumladı. El Sadr’ın Mehdi grubu, Iraklı Şiilerin önde gelen dini lideri Ayetullah Sistani’nin yandaşları ile de çatıştı.

ABD İŞGALİ BİTTİ SADR’IN ORDUSU TERÖR ESTİRDİ

Kendisine bağlı ordunun Amerikan askerleriyle çatışması, Sadr’ın prestijini artırdı ve Sadr Hareketi’ni yabancı işgaline karşı direnişin sembollerinden biri haline getirdi. Ancak geçen süreçte Irak siyasetinde mezhep odaklı düşmanlığı besleyecek adımlara girişti. 2006-2007 döneminde doruğa ulaşan mezhep çatışmaları sırasında Sadr’ın Mehdi Ordusu, binlerce Sünni’nin kaçırılması, işkenceye uğraması ve öldürülmesiyle suçlandı. Üç yıl süren iç savaşta, El Sadr’ın “Mehdi Ordusu”na bağlı 50 bin milis, ölüm mangaları oluşturmuş ve Saddam rejimine bağlı kişileri ortadan kaldırmaya çalışmıştı.

SADR’I ‘BİRİ’ Mİ DESTEKLEDİ?

Ancak Irak’ta işgalin ardından ABD’nin geriye büyük bir yıkım bırakarak çekilmesi, yine ABD eliyle kurulan anayasal kaos ortamı, Sadr gibi mezhep eksenli krizden beslenenlere yaradı. ABD işgalinde ABD’ye karşı savaşan Şii gruplarından Mehdi Ordusu, bu süreçte devşirdiği büyük güçle daha sonra hem siyasi hem de askeri bir bloğa dönüştü. Irak’ta iç içe geçen siyaset-güvenlik denkleminin en güçlü damarlarından biri haline geldi. Sadr’ın partisi 2005 genel seçimlerinde 275 sandalyeli mecliste tek başına 32 sandalye kazandı.

Sadr’ın devşirdiği siyasal güç öyle büyüdü ki, Nuri el Maliki’ye ve onun Dava Partisi’ne sert bir muhalefet geliştirdi.  Maliki’yi ‘insanlar üzerinde tahakküm kuran diktatör ve tiran’ gibi sıfatlarla tanımladı, Mehdi Ordusu Irak ordusu ile çatışmaya başladı. Bu tutum Irak’ta Şiiler arasındaki bloklaşmayı büyüttü. Sadr grubu böylelikle Irak’taki parçalı Şii siyasetteki rekabetin önemli bir cephesini oluşturdu.

Irak başbakanı Maliki’ye yönelik sert muhalefeti nedeniyle Sadr’ın kişiliği bazı kesimler tarafından ‘amatör’ olarak nitelendirildi.  Bazılarına göre ise direktiflerini başka bir devletten alıyordu. Kuşkuları besleyen Irak siyasetinde zaten var olan tahribatı daha da büyütmüş olmasıydı. Sadr bir yandan Sünnilere yönelik muameleyle mezhep krizini büyüttü. Diğer yandan da zaten sarsılmış olan Şii siyasetindeki sarsıntıyı büyüterek, Şiilerin kitlesel bir bloklaşmaya gitmesinin önünü tıkadı.

ÇEKİLİYORUM DEDİ DAHA GÜÇLÜ DÖNDÜ

Başbakan Maliki hem Amerikan varlığını teminat altına alacak, hem de Irak içinde en etkili ülke olan İran’ın çıkarlarına hizmet edecek bir rejim kurma yoluna gitti. Amaç Mehdi Ordusu’nun sahadaki varlığını da bitirmekti. Mehdi Ordusu feshedildi, geri çekilen Sadr 2008 yılında hakkında yakalama kararı çıkarılması sonrası İran’a kaçtı, 2011’de ülkesine geri döndü.

Bu sürecin ardından Maliki-Sadr kavgasında galip hep Irak Başbakanı oldu. Süregiden kavganın sonunda Mukteda es-Sadr 2014 yılında sürpriz açıklamalar yaptı. Kendisine bağlı “Mehdi Ordusu”na silahlarını bırakmasını emretti, politikadan da çekileceğini ilan etti. Dönüşü ise DEAŞ’ın Irak’ta ilerlemeye başlamasıyla oldu. El Sadr mezhep savaşı sırasında Sünnilere karşı kıyım süreci yürüten “Mehdi Ordusu”nu “Barış Tugayları”na dönüştürdüğünü duyurdu.

ABADİ’YE KARŞI DA MÜCADELE

Mukteda es-Sadr “çekiliyorum” dediği siyasetten hiçbir zaman tam olarak çekilmedi. Sadece kısa molalar verdi. O ve destekçilerinin Irak siyasetinde bir kez daha “buradayız” dediği yıl 2016 oldu. Çok sayıda destekçisiyle birlikte, Bağdat’ta yoğun korumaya sahip olan Yeşil Bölge’yi işgal etti Sadr. Hedefinde Maliki’nin halefi Haydar el Abadi vardı bu kez. Abadi’yi yolsuzlukla mücadele etmemekle ve kabinedeki bakanların yerine teknokratlar atamamakla suçladı; Tahrir Meydanı’nda Abadi’ye adeta meydan okudu. Hınca hınç dolu meydanda kitleye hitaben yaptığı konuşmada “Bugün Yeşil Bölge’nin kapısındayız, yarın o kapıdan içeri gireceğiz” diye konuştu. Bu konuşmadan tam iki ay sonra göstericiler Yeşil Bölge’ye hücum etti. Bu, Sadr’ın Iraklıların hükümet konusundaki öfkesini siyasi desteğe dönüştürme gayretinden başka bir şey değildi.

SÜNNİ BLOKLA YAKINLAŞMA

Irak milliyetçiliğiyle tanımlanıp, İran ve ABD karşısında pozisyonlanan çizgisiyle zihinlerde net bir yere oturdu yıllar boyu. Ta ki, 2017 yılının yaz aylarında ardı ardına gerçekleştirdiği ziyaretlere kadar. Sadr 2017’de de Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ı ziyaret ederek pek çok kişiyi şaşırttı. ABD destekli bu ziyarette temel amacın İran’a karşı bloğun genişletilerek içine bölgesel müttefiklerin de alınması ve İran’ın yayılmacılığının önlenmesi olduğu yorumu yapıldı.  Bu ziyaretin ardından Riyad Bağdat ilişkileri adeta balayına girdi.

Sadr, Suudi Arabistan’ı ziyaretinin ardından BAE’nin resmi davetiyle Körfez’de yeni kurulan cephenin tetikçi ülkesi BAE’ye gitti bu kez. Emirlik tarafından tahsis edilen özel uçakla gerçekleştirilen bu ziyarette Sadr’ın,  Irak’ta Sünni Müslümanlara yönelik kötü muameleyi eleştirip, Körfez-İran diyaloğu çağrısı yapması soyunduğu rolün de göstergesi oldu. Mukteda es-Sadr bu ziyaretle hem ülkedeki Şii nüfusa, Sünniler tarafından da ciddiye alınan bir politikacı olduğunu göstermiş oldu, hem de İran’a Şii olmasına rağmen kendisine bağımlı olmadığının sinyalini vermek istedi.

KOMÜNİSTLERLE İTTİFAK KURDU

12 Mayıs’ta yapılan seçim,  Sadr liderliğindeki Sairun ittifakının sürpriz zaferiyle sonuçlandı. Ancak Sadr kurduğu ittifakla da şaşırttı. Seçime 2016’daki yolsuzluk karşıtı protestolara destek veren komünistler ve seküler bağımsız siyasetçilerle ittifak yaparak girdi. 329 sandalyeli mecliste kazandığı 56 sandalyeyle, favori aday Abadi’yi geride bıraktı. Destekçilerinin 2016’daki o gösterilerde parlamentoyu işgal ederken attığı  “iktidar halka” sloganı iki yıl sonra, ancak iktidarın gerçek anlamda halka geçip geçmeyeceğine dair soru işaretleriyle birlikte hayata geçti.

NE ABD NE İRAN MEMNUN

İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in baş danışmanı Ali Ekber Velayeti, Şubat ayında yaptığı açıklamada Sadr’ın ittifakını kastederek, “Liberallerle komünistlerin Irak’ı yönetmesine izin vermeyeceğiz” demişti. Irak’ta siyaset, koalisyon pazarlıkları seçimin ardından nasıl şekillenir bilinmez. Seçimin ardından Sadr’ın başbakan olması mümkün değil, zira milletvekili adayı olmadı. Ancak koalisyon görüşmeleri boyunca, liderlik ettiği ittifakın kararlarına yine kendisi yön verecek. İşte bu nedenle sonuç Tahran’ı endişelendirecek cinsten.

Yarışta üçüncü olan Abadi hem ABD, hem İran’ın, ikinci olan eski paramiliter güç komutanı Hadi El Emiri ise İran’ın desteğini alıyordu. Sadr ise hem ABD, hem de İran karşıtı bir siyasetçi olarak bu iki ülkenin de destek vermediği bir isim. Hatta ABD elçisinin bazı bölgelerde seçim noktalarına giderek Sadr’ın sandıktan çıkmaması için baskı yaptığı da iddialar arasında.

İRAN IRAK’TA SAF DIŞI MI KALDI?

Şii lider Sadr, İran’a yakın eski Başbakan Nuri el-Maliki ve Haşdi Şabi’yi hükümet kurma çalışmalarında saf dışı bırakacağını açıkladı. Bu, Tahran’ın Bağdat üzerindeki tahripkâr etkisinin de ne ölçüde etkinlik kazanacağını belirleyecek.

Sadr Hareketi’nin Irak Komünist Partisi ile yaptığı ittifakın izleyeceği yol, Irak’ta bundan sonra hangi başkentin sözünün etkisizleşip, hangisinin sözünün daha etkin hale geleceğini de belirleyecek. Ancak elbette Irak’ta hükümetlerdeki belirleyicilik sadece partiler yahut liderlerle sağlanmıyor. Ne İran, ne de ABD’nin Sadr’ın sevkiyle kurulacak bir hükümete sıcak bakmaması nedeniyle,  gözler bundan sonra bu iki ülkenin Bağdat’taki pazarlıklarda oynayacağı muhtemel rollere çevrilmeli. Sadr’ın masaya koymayı planladığı hükümetin hayata geçme olasılığı da pekala, bu iki ülkenin Şii lidere yönelik menfi yorumuna bakıp anlaşılabilir.

Benzer konular