Hedef İslam dünyası

Ortadoğu’da beklenen değişim bu değildi. Halkların diktatoryal yönetimlere karşı duyduğu öfkenin politik karşılığı, ülkelerin toprak bütünlüğü içinde demokratik yönetimlere geçişiydi. Yıllardır başta ABD olmak üzere Batı dünyasının iddia ettiği ve ister gibi göründüğü demokratik değerlerin hakim kılınması projesinin, kocaman boş bir hikaye olduğu da Arap devrimleri sonrası anlaşılmış oldu.

ABD, Mısır’da demokrasinin tank paletleri altında ezilmesini darbeci yönetime yaptığı askeri yardımla alkışladı. Obama 2015 yılında Mısır’a Süveyş ve Sina güvenliği için askeri destek paketini onayladı. Milyarlarca dolarlık yardım paketi Sisi yönetimine verildi. Şimdi Trump bu desteği bir adım daha ileri taşıyor. 8 yıl aradan sonra Beyaz Saray’da karşılanan ilk Mısır Cumhurbaşkanı demokratik seçimle iktidara gelen Muhammed Mursi değil, askeri darbeyle yönetimi ele geçiren Abdulfettah Sisi oldu. ABD yönetimi şimdi 1.3 milyar dolarlık yeni paketi Mısır’a göndermek üzere.

Yemen’de ülkenin demokratik çoğulculuk içinde bir arada tutulması yerine yıllardır mezhepsel ayrışmalar yüzünden kardeş kanı akıtılıyor. Batı dünyasından çıt çıkmıyor. Yemen sorununun çözümü için adım atan da yok, muhtemel bir umut da.

Libya hem siyasi olarak, hem de aşiretler düzeyinde parçalanmış durumda. Mısır’ın, BAE’nin ve Suud’un desteklediği eski bir general yüzünden ülke çok kanlı bir savaşın ortasında. Komşu aşiretler bile artık kan davaları olan çatışmalar giriyor. ABD dolaylı olarak ülkeyi istikrarsızlaştıran Halife Hafter’i destekliyor.

Ve Suriye…

Bu halkanın en önemli ülkelerinden Suriye, küresel ölçekte bütün hesapların görüldüğü, her ülkenin kendi çıkarını vekalet savaşları üzerinden yürüttüğü büyük kanlı pazar.

Suriye’de ABD de var, Rusya da. İran da var, Suudi Arabistan da. Fransa da var Almanya da, İngiltere de var BAE’leri de. Dikkat ettiyseniz bu ülkelerin hiç birinin Suriye ile sınırı yok ama hepsi aktif olarak sahada. Suriye’ye sınırı olan Türkiye, Ürdün, Irak, Lübnan ve İsrail var.

Bu ülkelerden Türkiye ve Irak etnik ve mezhepsel olarak savaştan etkileniyor. Ürdün ve Lübnan insani olarak Suriye savaşının yükünü Türkiye ile birlikte çekiyorlar. İsrail’e etkisi ise çok farklı. İsrail Suriye savaşı yüzünden yıllardır olmadığı kadar rahat bir dönem yaşıyor. Son 5 yıldır İsrail güvenlik konusundaki en istikrarlı süreç içinde.

Türkiye, Suriye savaşının doğrudan etki altına aldığı en kritik ülke. İki temel konu var. Birincisi, Suriyeli mülteciler meselesi. Çatışmaların başladığı ilk günlerden itibaren kapılarını savaştan kaçan halka açan Türkiye bugün 3 milyon civarında Suriyeliyi misafir ediyor. Ancak Türk devletinin doğru politikaları ve halkın büyük çoğunluğunun hoşgörüsü sayesinde rahat bir hayat yaşıyorlar ülkemizde. Bu tarihe kayıt düşeceğimiz önemli bir dönemdir. Zira bütün bu misafirperverlik dış yardım alınmadan yapılıyor. İkinci ve daha temel konu Türkiye’nin zaten geçtiğimiz son iki yılda en ağır şekilde yaşadığı terör ve bunun ülkenin geleceğindeki etkisidir. Türkiye 910 kilometrelik sınır hattında yaşanan savaşın kendi toprak bütünlüğünü tehdit eder hale gelecek olmasına karşı son derece dikkatli. Bu konuda Batılı müttefiklerini de yanında görmek istiyor. Ancak bırakın desteği, ABD ve Batı ülkeleri gelecekte Türkiye için tehdit olabilecek yeni oluşumlara Suriye’nin kuzeyinde her türlü yardımı yapıyor.

Artık herkesin gördüğü bu net gerçeklik karşısında Türkiye kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda. Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda Esed rejiminden daha hassas davranmaktadır. ABD’nin öncülüğünde oluşturulan DEAŞ karşıtı ittifak, bir terör örgütüne karşı savaş açarken diğer terör örgütünü hem de müttefiki Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden bir başka terör örgütünü ağır silahlarla donatıyor. Bu durum elbette gelecek nesiller açısından Türk-Amerikan ilişkilerini anlama konusunda travmatik bir süreç olarak algılanacaktır ama bütün uyarılara rağmen ABD yönetimi bu yanlış politikayı devam ettiriyor.

ABD Savunma Bakanı James Mattis, Türkiye’nin tepkisini “YPG ile işbirliğimiz tercih değil zorunluluk” diyerek soğutmaya çalışıyor. Ancak bu açıklamanın Ankara’da hiç bir karşılığı yok. Zira yıllardır adeta bu anı bekleyen PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD-YPG ummadığı kadar büyük bir askeri destekle donatıldı. ABD onlarca tır ağır silahı PYD/PKK’ya gönderdi. Mattis, Fikri Işık’la yaptığı telefon görüşmesinde bu silahların Rakka operasyonu bittiğinde geri alınacağını söylüyor. Konu bugün Rakka operasyonu olsa bile silahların bu kadar kaotik bir savaş ortamında kolay kolay geri alınmayacağını onlar da biliyor.

Peki o zaman ABD neden böyle bir desteği PKK’ya sunuyor?

Şunu artık net olarak görmemiz ve ABD’nin Türkiye dostluğunu sorgulamamız lazım. ABD yönetimi (başkanları kast etmiyoruz. Zira onların derin Amerika karşısında etkileri yoktur) bölgede bir Kürt devleti kurdurmak istiyor. Bu konuda Fransa ve Almanya başta olmak üzere diğer Batılı müttefikleriyle de hemfikirler. Bunun ilk adımını 1991 yılında attılar. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgaliyle yerinden oynayan taşlar o günden itibaren yerine oturmadı. İlk adım Irak’ın Kuzey’inde 32. ve 36. paralel arasını uçuşa yasak bölge ilan etmekti. Bu şekliyle KDP ve KYB’nin önü açılmış ve egemenlik alanı tanınmış oldu. O günden beri Kuzey Irak, Bağdat’tan neredeyse bağımsız olarak hareket ediyor. Kendi ordusu, kendi yerel dili, para birimi olan bir ülkenin bazı konularda Bağdat ile konuşuyor olması onu Irak’ın parçası değil yarı bağımsız bir yönetim haline getirir.

Bu planın ikinci adımını şimdi Suriye’de görüyoruz. 2011’de başlayan halk ayaklanmasında ABD, demokrasiyi desteklemek yerine PYD/PKK’yı desteklemeye başladı. ABD’nin Suriyeli muhalifleri desteklediği bir tek doğru örnek veremezsiniz. Bilakis Suriyeli bazı grupları kendi içlerinde fitne çıkarmak için kullandığını görebilirsiniz.

ABD 1991’de Irak’ta gerçekleştirdiği planı şimdi Suriye’de uyguluyor. Nisan 2016’dan bu yana PKK/PYD’ye verilen silah ve hava desteğinin haddi hesabı yok. Zaten YPG/PKK’nın kontrol altına aldığı yerlerde asıl faktör ABD’nin hava desteği olmuştu. PKK/YPG’lilerin yerden koordinatlarını alan ABD uçakları hedefleri bombalamış zaten bitmiş olan savaşı PKK/YPG karadan girerek tamamlamıştı.

Arap baharının Ortadoğu’daki yansıması işte böyle. Her ülke kendi ulusal çıkarı için planlar yapıyor ve uyguluyor. Kimsenin dostluk ve müttefikliğe baktığı yok. Şimdi Türkiye bu ahval ve şerait içinde kendi geleceğini planlamakla karşı karşıya. Bunun yolu terörü önleyici milli doktrinden geçiyor. Bu doktrin Türkiye’nin geleceğini tehdit edenlere karşı anlık sert müdahalesini gerektiriyor. Suriye’nin kuzeyinde oldubittiyle bir oluşuma müsamaha edilmesi, yarınlar için çok daha büyük tehditler oluşturacaktır. Bu doktrin aynı zamanda Suriye’nin toprak bütünlüğünü de garanti altına almış olacaktır.

Madem bizi anlayacak müttefikimiz yok o zaman tek yol kendi yağımızda kavrulmaktır.

 

Benzer konular