Güvenli bölge fakat kimin için

ABD ile mutabakata varılan üç maddelik metnin en büyük sorunu, taraflar açısından aynı manaya gelmeyen ifadeleri barındıyor oluşu. İlk maddede Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderme bahsi geçiyor. Türkiye’nin bundan anladığı, defalarca ifade edildiği gibi PYD-YPG’nin bir tehdit olmaktan çıkarılması. Peki, bu nasıl olacak? ABD yıllardan beri DEAŞ bahanesiyle silahlandırıp basbayağı ordu kıvamına soktuğu bölücü örgütü tasfiye mi edecek? Yahut verdiği onca silahı geri mi isteyecek?

Milli Savunma Bakanlığı 21 Ağustos’ta sosyal medya üzerinden Bakan Hulusi Akar’ın ABD’li muhatabı Mark Esper ile telefonda görüştüğünü duyurdu. Yapılan açıklamaya göre, Bakan Akar’ın Fırat’ın doğusunda güvenli bölgeye ilişkin bilinen görüş ve beklentileri ifade ettiği, takvimde belirlenen esaslar çerçevesinde zaman kaybetmeksizin güvenli bölgenin oluşturulmasına dair görüşünü dile getirdiği vurgulandı.

Ayrıca iki bakanın güvenli bölgenin oluşturulmasına ilişkin planın birinci aşamasının o gün itibariyle başlatılmasında mutabık kaldığı zikredilirken planlamanın ileriki aşamalarını ele almak amacıyla askerî heyetlerin en kısa zamanda Ankara’da tekrar bir araya geleceği kamuoyuna duyuruldu.

HEP AYNI BELİRSİZLİK

Mark Esper ile yapılan güvenli bölge diyaloğunun temelinde 7 Ağustos’ta ilan edilen uzlaşma metni var. 5 Ağustos’ta Ankara’ya gelen ABD askeri heyeti üç gün boyunca Türk askerî heyetiyle güvenli bölge müzakereleri yaptı. Üç günün sonunda üç maddelik bir metin üzerinde anlaşıldığı beyan edildi. Neydi bu üç madde?

■ Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek ilk aşamada alınacak tedbirlerin bir an önce uygulanması,

■ Güvenli Bölge tesisinin ABD ile birlikte koordine ve yönetimi için Türkiye’de Müşterek Harekât Merkezinin en kısa zamanda kurulması,

■ Güvenli Bölgenin bir barış koridoru olması ve yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönmeleri için her türlü ilave tedbirin alınması.

Bu üç maddenin 2012 yılından bu yana gündeme getirilen güvenli bölge meselesinde atılan ‘en net adım’ olduğuna şüphe yok. Fakat ABD ile girişilen tüm işlerde olduğu gibi burada da netlik bizatihi meselenin kendisi. En net adım diyorsun, ortada netlik ifade eden tek cümle yok. Şu üç maddeyi okuyun, olmadı bir daha okuyun, güvenli bölgenin derinliği hakkında tek kelime görebiliyor musunuz? Takvim noktasında da ‘bir an önce’ ve ‘en kısa zamanda’ ifadelerinden başka ne var?

Mark Esper ile yapılan telefon konuşmasında da aynı belirsizlik mevcut. ‘O gün itibariyle başlamak’ ne anlama geliyor? Telefon konuşması o gün değil, mesela ertesi gün yapılsaydı, ‘ertesi gün itibariyle’ mi süreç başlayacaktı?

ÇELİŞKİLER, HEP ÇELİŞKİLER

ABD ile mutabakata varılan üç maddelik metnin en büyük sorunu, taraflar açısından aynı mânâya gelmeyen ifadeleri barındıyor oluşu. İlk maddede Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderme bahsi geçiyor. Türkiye’nin bundan anladığı, defalarca ifade edildiği gibi PYD-YPG’nin bir tehdit olmaktan çıkarılması. Peki, bu nasıl olacak? ABD yıllardan beri DEAŞ bahanesiyle silahlandırıp basbayağı ordu kıvamına soktuğu bölücü örgütü tasfiye mi edecek? Yahut verdiği onca silahı geri mi isteyecek?

Türkiye’nin güvenlik endişelerini nasıl gidereceklerine dair bir ipucu vereyim mi? Fehim Taştekin’in BBC Türkçe tarafından yayınlanan 19 Temmuz tarihli Ferhat Abdi Şahin nâmı diğer Mazlum Kobani mülakatına bir göz atın. Ne diyor orada SDG (ya da YPG, yahut PKK) Genel ‘Komutanı’?

“Biz Türkiye’ye tehdit değiliz. 7 yıldır olmadı, bundan sonra da öyle bir hedefimiz yoktur. Sorunları diyalogla çözmek istiyoruz, Türkiye’nin bu alanlarda rol oynamasını istiyoruz.”

Bu cümleyi Fehim Taştekin’in şu gözlemi eşliğinde bir daha okuyalım.

  1. “Ya sınırın altındaki vaziyet? Halkta panik yok ama öfke ve kızgınlıktan bolu da yok. Karşılarındaki NATO’nun ikinci büyük askeri gücü. Kobani ile birlikte Türkiye sınırlarını dikizleyen Miştenur Tepesi’ne de konuşlanan ABD önemli bir güvence. Bunun yanı sıra stratejik tepelerde, sınır hatlarında ve ana yollar üzerinde hendekler ve tüneller kazılıyor. İlgililerin ifadesiyle “Cephe savaşı Afrin’de kaybettirdi, o yüzden buralar şehir savaşına hazırlanıyor!”

Neymiş? Türkiye’ye karşı ABD en büyük güvence imiş. Ayrıca her yere hendekler ve tüneller kazarak şehir savaşına hazırlanıyorlarmış. Sonra da çıkıp “Biz Türkiye için tehdit değiliz” değiliz demiyorlar mı?

Peki, ömrünü Türk askerine kurşun sıkarak geçirmiş biri bu sözü, hem de BBC aracılığıyla niçin söyler, hiç düşündük mü? ABD kuklasını işte böyle söyletir, “Bakın, adamların sizinle bir derdi yok ki” demek için…

SURİYELİLER GERİ DÖNEBİLİR Mİ?

İkinci maddeyi, ABD ile kurulacak Müşterek Harekât Merkezi bahsini geçelim. Bu iş, Menbiç’te devriye gezdirme işinden öteye geçmeyecek çünkü. Gelelim son bahse. Barış koridorunun tesisiyle birlikte Suriyeli mültecilerin geri dönme meselesine. Bir kere terör örgütü bunun bir demografi oyunu olduğunu düşünüyor. Avrupalı ve Amerikalı dostları da öyle. 9 Ağustos tarihli The Guardian’ı açın ve kim, bu konuda neler söylemiş görün.

Guardian, Türkiye’nin Suriyeli sığınmacıları güvenli bölgeye yerleştirme planına bölücü örgütün ağzıyla “Baas rejiminin 1960’larda yaptığı gibi bir Arap kemeri yaratarak bölgenin nüfus yapısını değiştirme planı” diyor.

ABD menşeli Foreign Policy Research Institute direktörü Aaron Stein da Türkiye’nin Suriyeli mültecileri zorla geri gönderemeyeceğini, bunun “uluslararası hukukun ihlal anlamına gelebileceğini” söylüyor.

Örgütün ileri gelenlerinden Suriye Demokratik Konseyi Diplomatik İlişkiler Ofisi Eş Başkanı Cihad Ömer’e de söz hakkı vermişler. O da elbette Arap akınına hoşgörü göstermeyeceklerini net olarak ifade etmiş.

Ya ne olacaktı? Siz hiç Guardian’da veya Batılı herhangi bir yayın organında “PYD’nin Arap nüfusun ezici ağırlıkta olduğu Tel Ebyad’da, Münbiç’te, Rakka’da ve Deyrizor’da ne işi var” dediğini duydunuz mu? Terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde etnik temizlik yaptığını kaç kere yazdılar?

Bakın, daha güvenlik koridorunun derinliği meselesine gelemedik bile. Terör örgütü en fazla 5 kilometreye razı gelirmiş. Orada da Türk askeri olmayacakmış, falan filan. Hadi bunu geçtik. Sahi, Türkiye’nin talep ettiği 30-40 kilometreye ABD razı olacak mı? Kimse çıkıp da daha önce Trump 20 mil (yaklaşık 32 km) lafını etmişti demesin. Evet, Trump 20 mil demişti ama peşinden eklemişti. “Türkiye Kürtlere vuracak olursa canlarına okuruz.”

Benzer konular