DEAŞ İran’ı neden vurdu?

7 Haziran Çarşamba sabahı, İran’da parlamento binası ile Humeyni Türbesi önünde eş zamanlı saldırılar yapıldı. DEAŞ’ın üstlendiği bu saldırılarda 12 kişi ölürken, 42 kişi de yaralandı. Planlanan üçüncü terör saldırısı ise son anda önlendi. Bu, İran topraklarında gerçekleşen ilk terör saldırısıydı ve kalabalık yerler yerine sembolik hedefler seçilmişti. Peki bu saldırı yakın zamanda meydana gelen Londra saldırıları, Trump’ın Riyad ziyareti ve Katar kriziyle birlikte okunduğunda ne anlama geliyor? İran DEAŞ’ın “sembolik” saldırılarını nasıl okudu ve buna ne gibi bir karşılık vermeye hazırlanıyor? Bu soruları İran’ı yakından tanıyan iki isme, Anadolu Ajansı’nın Tahran temsilcisi Melih Ahıskalı ile İRAM’da İç Politika Umanı olarak görev yapan Mehmet Koç’a sorduk.

***

Saldırı barış yanlılarını ‘hizaya getirmek’ için

Melih Ahıskalı (AA Tahran Temsilcisi)
Bu olayı iki yönlü okumak gerekiyor. Dış etken ve sonuçları ile iç etken ve sonuçları. Yani sadece Riyad’daki toplantıyla değil, İran içerisindeki gelişmelerle bu patlamayı birlikte okumak lazım.

İran’da iki kanat var. Birisi Usul Gera dediğimiz muhafazakârlar, birisi de Islah Talabani dediğimiz reformistler. 19 Mayıs’ta gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ruhani’yi destekleyen grup, ılımlı muhafazakârlarla reformistlerdi. Bunların dışında kalan muhafazakâr grup, kendilerini daha çok Hamaney’e nispet eder, oradan güç alırlar. Reformistler ile muhafazakârlar arasındaki en büyük ayrım noktası, Rehber’e (Hamaney) bakıştır. Muhafazakârlar Rehber’e özden bağlıdırlar. Reformistler ise kanunen. Devrim muhafızlarına yakınlığıyla bilinen muhafazakârlar, ülkede Velayeti Fakih makamında olan Ali Hamaney’in emirlerini eleştirmez, imanen itaat ederler. Reformistlerde ise bu durum farklıdır; onlar Hamaney’in tuttuğu yolu eleştirebilir.

Şahinler ve güvercinler

Muhafazakârların desteklediği devrim muhafızları Suriye, Yemen ve Irak’a müdahale ederken, reformistler ülkenin ekonomik yönden kalkınması için bölgede savaş değil istikrar ve barış istemektedir.

Lübnan’da Hizbullah’ın desteklenmesiyle, Hamas’ın desteklenmesiyle ilgili İran’da daha önceden var olan “niçin biz oralara destek veriyoruz, niçin bizim paralarımız oraya akıyor?” düşüncesi Suriye savaşından sonra daha da güçlendi. Reformistler bir süredir, “Ülkemizin ekonomisi kötü durumda, bu haldeyken biz niçin Yemen’de, Suriye’de para harcıyoruz?” gibi eleştirilerde bulunuyorlar. Geçtiğimiz Mayıs ayında gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Ruhani en çok bu konuyu ön plana çıkardı. Bunu direkt dillendiremese de “bölgede istikrar, dünyada barış” sloganlarıyla reformistlerden oy aldı. Muhafazakârları “şahinler”, ılımlı muhafazakârlarla işbirliği halindeki reformistleri ise “güvercinler” olarak isimlendirebiliriz. Eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ılımlı muhafazakâr ve reformistlerin manevi lideri olarak kabul ediliyordu.

Mina faciası milat oldu

Güvercinlerin arasındaki önemli isimlerin başında Rafsancani, eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ve Ruhani geliyor. Bu grup Suudi Arabistan’la ilişkilerin her zaman iyi olmasını istemiştir. Diğer grup Şahinler, Suudi Arabistan’la çatışmayı tercih eder.

Son iki yılda bazı önemli olay meydana geldi. Birincisi, yüzlerce İranlının hayatını kaybettiği Mina faciası, ikincisi de İran’daki Suudi Arabistan elçiliklerine yapılan saldırılar. Bu iki olay sonrası İran-Suudi Arabistan ilişkileri koptu. İran, Mina faciasından sonra ilk defa sessiz bir şekilde savaş söylemleri kullanmaya başladı. İran-Irak savaşında karar merkezi görevini yürüten Hatemül Enbiya Karargâhı, savaş sonrası işlevini yitirmişti. Komutanlık görevini de Hamaney uhdesine almıştı. Bu durum, Mina olayı ve Suudi Arabistan elçiliklerine saldırılar sonrası değişti. İran’da yaklaşık 30 yıl aradan sonra adı geçen karargâhın kapıları tekrar açıldı; başına devrim muhafızlarından bir komutan getirildi.

Bu durum, “İran savaş hazırlığı yapıyor” şeklinde değerlendirildi. Suudi Arabistan’la İran arasındaki olası bir savaşta, İran bu savaşı başlatan taraf olmak istemiyor. Çünkü dünya kamuoyundaki baskıyı biliyor; Arabistan’ın arkasındaki güçlerin de farkında. Böyle bir savaşı başlatan taraf İran olmayacaktır.

Trump rahatsızlığı

ABD Başkanı Donald Trump, yönetime geldiği ilk günden bu yana İsrail ile ilgili koruma-destekleme sözleri verdi; İran karşıtı sert açıklamalar yaptı. Bu açıklamalarla birlikte bölgedeki varlığını hissettirmek için Tomahawk füzeleriyle Suriye’yi vurdu. Böylece “Bu bölgede ben de varım” dedi. En son Riyad’da bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda ABD’ye yakın Arap ülkeleri Amerika ile birlikte hareket edeceklerini ortaya koydular. Toplantıda Katar’a ambargo uygulanması kararı alındı.

İranlı uzmanlar, bu olayı “Katar’a ambargo uygulanmasının İran’a ne gibi menfaatleri olacaktır”  üzerinden okudular. “Katar’ın kara sahanlığı sona erdi. Katar bir ada haline geldi. Deniz ve havacılık bakımından da İran’dan daha yakın bir ülke yok. O zaman Katar krizi bizim (İran) için ticari yönden avantaja dönüşmüştür” dediler.

Bir diğer görüşte, Suudi Arabistan çevresinde birleşen Arap ülkelerinin Şii İran’a karşı oluşturdukları ittifak, Katar’ın muhalefetiyle kırıldı. İranlı uzmanların yaptığı açıklamalar genellikle bu yönde.

Katar meselesini İran böyle okurken ve asıl hedefin kendileri olmadığını düşünürken bir anda DEAŞ saldırıları gerçekleşti. Katar meselesinden sonra meydana gelen bu terör olayı, İran’da yönetim içerisinde Suudi Arabistan ve bölgedeki ülkelere müdahaleyi ve savaşa soğuk bakanları hizaya getirme görevini üstlenmiştir.

***

İran Arap NATO’sunu dağıtma peşinde

Mehmet Koç (İran Araştırmaları Merkezi İç Politika Uzmanı)
Suriye olaylarıyla başlayan, devamında özellikle 2014’te aktif bir şekilde DEAŞ’ın ortaya çıkması ve İran’ın bu konudaki tutumu, bu yaşanan son olayla doğrudan bağlantılı. Yani sahada DEAŞ’a karşı mücadele gerekçesiyle özellikle hem Suriye’de hem Irak’ta yerel güçlerle birlikte, oradaki resmi silahlı kuvvetlerle birlikte İran ciddi bir alan kazandı. Musul kurtarılmak üzere; Suriye’de DEAŞ ciddi alan kaybediyor. DEAŞ’ın içerde eylem hazırlığındayken veya bombalama eylemleri gerçekleştirmek üzereyken önlendiği, tutuklandığı yönünde ülke içerisinde resmi yetkililerden beyanatlar geliyordu sık sık. Ancak son saldırıyla birlikte bu söylem çöktü. Artık İran güvenli bir liman değil. Bundan sonra bu olayların devamının gelmesi muhtemel.

Olayın Katar’daki gelişmelerle, Riyad’daki Trump’ın ziyaretiyle ve yüklü miktardaki silah anlaşmalarıyla doğrudan bağlantısı var. Çünkü Suudi Arabistan, İran’ın Suriye, Yemen ve Irak’taki politikalarından, Bahreyn’deki Şiiler üzerinden yeni bir hamle yapmaya kalkışmasından ciddi anlamda rahatsızdı. En son bir ay önce Suudi Arabistan Savunma Bakanı bir açıklama yapmış, “Biz artık ülkemizin sınırları içerisinde değiliz, bu savaşı beklemeyeceğiz, bu savaşı İran’ın içine savaşı çekeceğiz” demişti. Arabistan’ın bu konuda hazırlıkları da vardı. İran’ın bölgedeki tüm yayılmacı politikalarına tepki olarak hem Kürt silahlı gruplara hem Ahval’deki Arap kökenli silahlı milislere hem de Paris’teki İran muhalifleri kongresine doğrudan destek verdiler.

DEAŞ üzerinden verilen mesaj

Trump’ın gelmesiyle birlikte yapılan anlaşmalar İran’da ciddi rahatsızlık yarattı. Bu konuda hem Dışişleri Bakanı Zarif’in hem de Hamaney’in aşağılayıcı tarzda ifadeleri ve eleştirileri oldu. Ardından Katar’ın tecrit edilmeye çalışılması, İran’a yapılacak bir hamle varsa bunun doğrudan olabileceği ihtimalini de gündeme getirdi.

Burada aslında Katar’ın farklı bir konumu var. Körfez İşbirliği Konseyi içerisinde biraz daha bağımsız takılmaya çalışıyor; orada dize getirmek istediler. Tabi bu hamleyi İran gördü. Katar dize gelirse ardından Arap ülkeleri sindirilerek Arabistan ve Mısır tarafından İran’a yönelik bir operasyonu başlatılacağı düşünülüyordu. İran Dışişleri Bakanı Zarif, aynı gün içinde birçok İslam ülkesinin dışişleri bakanıyla görüştü. Bu, İran’ın olayı ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor.

Bundan sonra İran antiterör politikalarını gözden geçirmek zorunda. İstihbarat çalışmalarını biliyoruz, hem ülke dışında hem ülke içinde çok iddialı bu konuda. Fakat bu iddiaya rağmen üç erkinden biri hedef alınabiliyor, ülkenin ideolojik sembolü olan devletin kurucusunun türbesine saldırı gerçekleştirilebiliyor. Bir metro saldırısı ya da kalabalık bir yerde patlama gerçekleşmiş olsaydı, yüzlerce kayıp olacaktı. Yani eylemi yapanlar aslında bunu da yapabilirlerdi. Ancak sembolik olan hedefleri seçtiler. Bu, DEAŞ’ın arkasındaki güçler tarafından Tahran’a çok güçlü bir şekilde verilmiş bir mesajdı.

Arapların birlik olmasını istemiyor

İran’ın bölgede bu kadar yayılması ve Arapları kuşatma politikası, Arap yarımadasını kuşatma politikası ister istemez bu ülkeleri tedirginliğe sevk etti. Onlar da karşıt politikalar geliştirmeye başladılar İran’a karşı. Sonuçta bütün Arap dünyası yekvücut hareket etmiyor. Dış politikada birbirinden farklı politikalar takip ediyorlar. En basitinden Katar’ı kontrol edemediler. Dolayısıyla İran tüm Arapları karşısına almak istemez, o yüzden böyle bir söylem içerisine girmiyorlar; Bağdat yönetimiyle neredeyse aynı şeyleri söylüyorlar. İran, özellikle Arap NATO’sunun Amerika’nın da desteğiyle İran’a karşı yürütülecek bir operasyon ittifakı oluşturmasını önlemeye çalışıyor şu an.

 

 

Benzer konular