DEAŞ bitti, Batı yeni örgüt hazırlıyor

Newsweek dergisinden Janine di Giovanni’nin 12 Ağustos 2014 tarihinde yazdığına bakılırsa Samarra’daki eski komşularından biri DEAŞ lideri Bağdadi’yi “neredeyse duyulamayacak kadar kısık sesli, sakin, fazla konuşkan olmayan biri” olarak niteliyordu. 2003 yılında Amerikalılar Bağdat’ı işgal ettiklerinde yeni mezun olmuş bir üniversite öğrencisiydi. O zamanları hatırlayanlar işgale karşı direnenlerin arasında olmadığını söyleyecekti. Sesi soluğu çıkmayan o genç, sonradan ne hikmetse cezaevine girecek ve birkaç yıl sonra karşımıza tüm zamanların en güçlü PR’ına sahip terörist örgütün lideri olarak çıkacaktı. En delikanlı çağında ülkesini işgal eden Amerikan askerlerine çıtını çıkarmayan adamın on yıl sonra “halife” ünvanıyla tezahürü tam bir muamma olacaktı. Adımını attığı toprakların kıvrım kıvrım BOP haritasına ait çizgilere dönüşmesi ayrı bir muamma. Coğrafyanın en belalısı İsrail’e dokunmayacak lakin Müslüman ahaliye yaptığı zulümler şeytanın zekâsını zorlayacaktı. İbrahim Avad, nam-ı diğer Ebubekir Bağdadi hakkında kapsamlı bilgiye erişmek bir türlü mümkün olmayacaktı. Yine de sisler içindeki hayat hikâyesinden kamuoyuna sızan şu kadar kırıntı bile “proje adam” olduğunu anlamaya yetecekti.

Süresi geçen mamul raftan iner

Üsame Bin Ladin figürü, 11 Eylül 2001 itibariyle yeniden kodlanan Amerikan dış politikası açısından “en büyük şer odağı” olarak tanımlanmıştı. Ölü ya da diri getirene vaat edilen ödül miktarı 25 milyon dolardı. Amerika’nın Afganistan ve Irak işgalleriyle Ortadoğu coğrafyasına çöreklenmesinde katalizör unsur El Kaide örgütü ve lideri Üsame bin Ladin’den başkası değildi. Üsame bin Ladin’in 2011 Mayıs’ında Amerikan Donanması Özel Kuvvetleri tarafından tedavülden kaldırılmasının üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki yeni bir isim Amerikalılar tarafından terörist olarak tanımlanacak ve tedavüle sürülecekti. Tarihler 2011 yılının Ekim ayını gösteriyordu. Ölü ya da diri 10 milyon dolar değer biçilen bu isim El Kaide uzmanlarının bile fazla tanımadığı Ebubekir Bağdadi idi. Yılların El Kaide militanlarını geride bırakmış, yeni mamul olarak raftaki yerini almıştı.

Bağdadi’ye ne olacak?

DEAŞ, kendisine verilen görevi fazlasıyla yerine getirdi. Onun da kullanım süresi nihayete erdi. Bağdadi’nin hilafetini ilan ettiği Musul Ulu Camii, nam-ı diğer El Nuri Camii’nin yerinde yeller esiyor. Musul, artık Irak ordusunun elinde. Bağdadi’nin akıbeti bilinmiyor. Günlerdir bir türlü doğrulanamayan ölüm haberleri kamuoyuna servis ediliyor. Bağdadi’ye ne olacağı hakkında fazla kafa yormaya lüzum yok. Gerekli ipuçları selefi Üsame’nin akıbetinde mevcut. Üsame’nin akıbetine dair bazı detayları hatırlayalım o vakit. Bilindiği gibi 2 Mayıs 2011’de Üsame’nin Amerikan askerleri tarafından Pakistan’ın Abbotabad kentindeki evine yapılan baskında ölü olarak geçirildiği bizzat Obama tarafından Amerikan ve dünya kamuoyuna duyurulmuştu. Şöyle demişti Obama:

“Bugün, benim direktifimle Birleşik Devletler Pakistan’ın Abbotabad şehrindeki bir eve karşı operasyon başlattı. Küçük bir Amerikan askeri timi operasyonu olağanüstü cesaret ve yeterlilikle yerine getirdi. Hiçbir Amerikalı zarar görmedi. Askerlerimiz, sivil zayiat olmaması için ellerinden geleni yaptılar. Çıkan çatışma sonrası Üsame bin Ladin öldürüldü ve cesedi ele geçirildi.”

Kendisiyle yapılan röportajda da ısrarla kendisinin cesedi gördüğünü ifade eden Obama her nedense kamuoyuna ikna edici bir delil sunamamış, “Devletinize ve ordunuza güvenin” gibi orta yerden konuşmayı tercih etmişti. Oysa mademki ceset ellerindeydi, mesela bir DNA örneği alınabilir, cesedi teşhis eden bir fotoğraf kamuoyu ile paylaşılabilirdi. Ama bunu yapamadılar. Sonuçta Üsame’nin süresi geçmişti ve raftan indirilmesi gerekiyordu. Böylece indirilmiş oldu. Belki çoktan öldürülmüştü, yaşıyor gösterilmesi menfaat gereğiydi. Belki de William Engdahl gibilerinin dediği gibi Amerikan menfaatlerine yaptığı hizmetten ötürü Karayip Adaları’ndan birine gönderilmiş, yeni bir yüz ve yeni bir kimlik ile gününü gün ediyordu. Bağdadi’yi farklı bir akıbet mi bekliyor sizce?

Yeni hedef neresi?

Bin Ladin ile BOP haritasının birinci aşamasını, Bağdadi ile ikinci aşamasını gerçekleştiren Amerika artık üçüncü aşamaya geçeceğinin sinyallerini vermeye başladı. Yeni senaryo ufukta. Peki, hedef bu defa neresi olacak? Birkaç ihtimal mevcut. Mesela Yemen’de halen aktif bir El Kaide olgusu göze çarpıyor. Diğer yandan üçe bölünmeyi bekleyen bir Libya gerçeği ortada duruyor. Ancak kimsenin belki de pek fazla tahmin etmediği başka bir hedef var. Filistin sorunu kökünden çözmek için de oldukça ideal görünüyor. Sina yarımadasından ve DEAŞ’a bağlılığını ilan eden Sina Eyaleti örgütünden bahsediyoruz.

Ensaru Beyt-il Makdis’ten Sina Vilayetine

13 Kasım 2014 tarihine kadar Ensaru Beyt-il Makdis olarak bilinen örgüt daha sonra DEAŞ’ın bir uzantısı olduğunu ilan edecek ve kendisini DEAŞ’ın Sina Eyaleti olarak tanıtacaktı. 24 Aralık 2013 tarihinde Mansura şehrinde gerçekleştirilen ve 14’ü polis 16 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırı sonrası İngiliz makamlarınca “Mısır’ın Kuzey Sina bölgesinde üslenmiş, El Kaide’den ilham alan militan grup” olarak tanımlanan örgüt, yetkili isimlerin ısrarla inkâr etmesine karşın kimi mahfillerce Müslüman Kardeşler ile bağlantılı olarak gösterilmeye çalışılacaktı. Gatestone Enstitüsü bu noktada en ısrarcı tutuma sahip mahfillerin başında gelmekteydi.

İddialara geçmeden önce enstitüyü tanımakta yarar. Bunun için 1865 yılından bu yana, en uzun süreli yayın yapan haftalık Amerikan dergisi The Nation’a müracaat ediyoruz. 2-7 Temmuz 2012 tarihli İslamofobi sayısında Max Blumenthal imzalı bir yazı var. Başlığı şu şekilde: “Müslüman karşıtı nefretin şeker annesi.” Spotta ise şunlar yazılı: “Filantropist Nina Rosenwald milyon dolarlarını İsrail yanlısı lobi ile İslamofobik kesim arasında bir ittifak kurma için harcadı.”

Wilders’i New York’a getiren enstitü

Şimdi de yazının içeriğine göz atalım.

“Wilders’in New York’a varışı üzerine Gatestone Enstitüsü adıyla az bilinen bir düşünce kuruluşu kırmızı halıyı serip onu bağrına bastı. 30 Nisan’da adam başı 10.000 dolar ödeyen seçkin bir topluluğa konuşma yapan Wilders, nefret suçlamasıyla yargılandığı davadan söz açarak “Hollanda’da meydana gelen şu maskaralık sizin muhteşem ülkenizde asla gerçekleşmezdi. İslam, bir dinden ziyade tehlikeli bir ideolojidir. Gerçek budur. Bu vahşi ideoloji, şeriat kurallarını bütün dünyaya zorla benimsetmek istiyor. İslam, hâlihazırda özgürlüğün karşı karşıya kaldığı en büyük tehdittir.”

Wilders’i Hollanda’dan çağırıp New York’ta İslam karşıtı konuşma yaptıran Gatestone Enstitüsü, yazarın da dediği gibi Siyonist Yahudiler’in elinde. Milyonlarını Siyonizm ile İslam karşıtlarını bir araya getirmek için harcayan Nina Rosenwald da enstitünün başkanı.

Amaç, Hamas’ı Gazze’den söküp atmak

DEAŞ’ın Sina Eyaleti örgütünü ısrarla Müslüman Kardeşler ile bağlantılı göstermeye çalışan enstitü, Valentina Colombo imzalı yazıda şu tezleri savunuyor.

  • Mısır’ın Sosyalist Partisi El Tecemmu lideri Rıfat Said’in de belirttiği gibi – ki kendisi Müslüman Kardeşler Manevi Rehberi Mehdi Akif’in eski arkadaşıdır – Müslüman Kardeşler Teşkilatı terörist bir teşkilattır, onunla aynı fikri taşıyan, onunla işbirliği yapan, onunla müttefik olan herkes de teröristtir.

 

  • Ensaru Beyt-il Makdis örgütüne ait mottonun Hasan el Benna’nın bilhassa işaret ettiği şu ayet olması şaşırtıcı değildir. “Fitne kalmayıncaya, din Allah’ın oluncaya dek onlarla savaşın.”

 

  • Müslüman Kardeşler ile Hamas arasındaki ilişki açıktır. Hamas’ın kuruluş beyannamesindeki 2. Madde şöyle demektedir: “İslami Direniş Hareketi, Müslüman Kardeşler’in Filistin’deki kanatlarından biridir.”

Görüldüğü gibi basit bir mantık oyunu yaparak DEAŞ ile Müslüman Kardeşleri, dolayısıyla Hamas’ı aynı kefeye koyan Siyonist akıl, Gazze’deki direnişi bu şekilde kırmak istiyor. İşte bu nedenle Sina yarımadasına dikkat çekmek istiyoruz. Yeni hedef pekâlâ Filistin olabilir.

Benzer konular