Mısır’da darbe karşıtı binlerce sivil muhalifin beş yılı aşkın süredir tutuklu bulunmasına, rejiminin insan hakları ihlallerine, sivil toplumun baskı altında tutulmasına ve basın özgürlüğünün tam anlamıyla ortadan kaldırılmasına rağmen ABD yönetimi Sisi rejimine desteğini sürdürüyor. Bu stratejik işbirliğinin en açık göstergeleri ABD’nin Mısır’a devam eden askeri yardımları, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesine Mısır’ın tepkisiz kalması ve Sisi rejiminin İsrail ile ilişkileri normalleştirerek Tel-Aviv yönetimiyle işbirliğini derinleştirmesi olarak söylenebilir.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo 10 Eylül’de aldığı bir kararla Mısır’a 1.2 milyar dolarlık askeri yardımın serbest bırakılmasını onayladı. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada bu yardımın 1 milyar dolarlık kısmının 2018 mali yılı bütçesi çerçevesinde yapılacağı belirtilirken, 195 milyon dolarlık kısmının ise normalde 2017 yılında verilmesi gereken ancak Mısır’daki insan hakları durumundan dolayı dondurulan ödeme olduğu ifade edildi. Pompeo geçtiğimiz Temmuz ayında da 2016 yılında ödenmesi gereken ancak Mısır’daki insan hakları durumundan dolayı geciktirilen 195 milyon dolarlık yardımı onaylamıştı.
İDAM KARARI ARDINDAN İNSANİ YARDIM!
Pompeo’nun kararının Mısır’da bir mahkemenin 75 sanığı idam cezasına çarptırmasının hemen sonrasında gerçekleşmesi dikkat çekerken, ABD yönetiminin Mısır’daki hukuksuz yargılamalar ve insan hakları ihlallerini göz ardı ettiği yeniden teyit edilmiş oldu. Nitekim Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada “Mısır’daki insan hakları ihlallerinin yakından takip edildiği” belirtilirken, “Kahire’nin Washington’un bölge politikasında hayati bir ortak olduğu ve bu nedenle iki ülke arasında güvenlik alanında işbirliğinin devam edeceği” vurgulandı.
Mısır, 2013’te gerçekleşen askeri darbenin ardından Ortadoğu’da ve dünyada insan haklarının en yoğun biçimde ihlal edildiği ülkelerden birisi haline geldi. On binlerce sivil muhalifin tutuklandığı ve beş yıldan fazla süredir hapis tutulduğu ülkede, uzun yıllardır sivil toplum faaliyetleriyle öne çıkan Müslüman Kardeşler hareketine yönelik topyekün bir siyasi baskı uygulanıyor. Bu çerçevede hareketin tüm faaliyetleri yasaklanırken, liderlik kadrosuna mensup figürler idam ve ömür boyu hapis cezalarına çarptırıldı. Harekete yönelik baskı politikaları kapsamında Müslüman Kardeşlere ait vakıf ve derneklerin ve ilgili diğer kuruluşların mal varlıklarına el konuldu ve bunlar hazinenin kullanımına açıldı. Ayrıca yine İhvan’ın önde gelen siyasi ve ticari figürlerinin de tüm malvarlıklarına Sisi rejimi tarafından el konuldu.
HAK İHLALİ İHVAN’A YAPILIRSA GÖZÜKMÜYOR
Bu yönde yeni bir karar geçtiğimiz hafta 2013’teki darbeden sonra kurulan ve terörist grupların mal varlıklarının akıbeti ile ilgilenen komisyon tarafından alındı. Komisyondan yapılan açıklamada, Müslüman Kardeşler üyesi olan ve hareketin destekçisi olduğu iddia edilen 1.589 kişi, 118 şirket, 1.133 sivil toplum kuruluşu, 104 okul, 69 hastane, 33 internet sitesi ve uydu kanalının mal varlığına el konulduğu ifade edildi.
Ülkedeki hak ihlalleri bununla da sınırlı değil. Hapishanelerdeki kötü koşullar ve işkence, mahkumların tıbbi imkanlara erişiminin engellenmesi, istihbarat birimlerinin muhalif figürlere yönelik faili meçhul cinayetleri, ifade hürriyetinin kısıtlanması, basın ve yayın özgürlüğünün engellenmesi ve sivil toplumun faaliyetlerinin rejim kontrolü altında tutulması gibi uygulamalar uluslararası insan hakları savunucularının Sisi rejimine yoğun eleştiriler getirdiği hak ihlalleri arasında gösterilebilir.
Bu noktada dikkat çeken bir husus ise Mısır’da 2013’ten bu yana yaşanan insan hakları ihlalleri karşısında başta ABD ve Avrupa Birliği olmak üzere Batılı yönetimlerin tepkisiz kalmaları. ABD’de de Obama’nın başkanlığı döneminde Washington’un bu anlamda Sisi rejimine yönelik sınırlı düzeyde tepki göstermesi, Avrupa’daki yönetimlerin Sisi’ye meşruiyet kazandırmak üzere devreye girmesine neden olmuştu. Bu dönemde Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya gibi Avrupa Birliği’nin önde gelen ülkeleri Mısır’daki insan hakları ihlallerine gözlerini kapamış ve Sisi rejimiyle her alanda işbirliğine gitmişlerdi. Öte yandan Donald Trump’ın ABD’de başkanlık görevine gelişinin ardından bu kez Washington yönetimi Sisi’ye tam destek çıkmaya başladı. Göreve gelişinin ilk aylarında Sisi’yi ağırlayan Trump, “Mısır Cumhurbaşkanı ülkesinde mükemmel iş çıkarıyor” diyerek desteğini ortaya koydu. Bu durumun başlıca nedeni ise Mısır’ın ABD’nin bölge politikalarında hayati bir role sahip olması.
İSRAİL’İN GÜVENLİĞİ ABD’NİN ÇIKARLARI
Bunun arkasında da temelde üç nedenden bahsedilebilir. Bunlardan ilki İsrail’in güvenliğidir. Geleneksel olarak ABD’nin Ortadoğu politikasının temel belirleyicisi olan İsrail’in güvenliğinin sağlanmasında en önemli unsur Mısır’da ABD’ye sadık ve İsrail açısından problem oluşturmayacak bir yönetimin varlığıdır. İkinci neden ise bölgenin en güçlü ülkesi olan Mısır’ın ABD çıkarlarını önceleyen bir dış politika izlemesidir. Son olarak da bölgede Türkiye ve İran gibi ABD’nin politik tercihleriyle rekabet halinde olan İslam ülkeleriyle mücadelede yine bir Müslüman ülke olan Mısır’ın işlevselleştirilmesi önem taşımaktadır. Bu sayede ABD, Mısır’ın bölgenin güçlü ülkeleriyle yakınlaşmasının önüne geçmekte ve bölgesel politikalarda kendi aleyhine bir koalisyonun oluşmasını engellemektedir.
ABD İLE STRATEJİK İŞBİRLİĞİ
Mısır’da 2011’deki devrim sonrasında 2012’de düzenlenen ülkenin ilk demokratik ve özgür seçimlerinde Cumhurbaşkanı seçilen Müslüman Kardeşler üyesi Muhammed Mursi yönetiminin Washington tarafından tam anlamıyla desteklenmemesinin arkasında bu nedenler yatıyor. Nitekim Müslüman Kardeşler yönetimindeki bir Mısır’ın, ABD’nin bölge politikalarına muhalif bir çizgi izleyebileceği ve İsrail’in güvenliğini tehdit edebileceği ihtimali Washington’u Mursi yönetimine karşı mesafeli durmaya itti.
Öte yandan ABD yönetiminin 2013’ün Temmuz ayında gerçekleşen askeri darbe sonrasında Kahire’deki askeri rejime destek verdiğini gördük. Bu durum darbenin arkasındaki isim olan Abdülfettah El-Sisi’nin iktidarını pekiştirmesinin ardından daha da açık bir hal aldı. Washington yönetimi Mısır’da Mübarek dönemindekine benzer bir yönetimin hayata geçmiş olmasıyla rahatladı. Her ne kadar Obama döneminde tam bir işbirliği sağlanamamış olsa da, Donald Trump’ın 2017’de ABD Başkanı olmasının ardından iki ülke arasındaki ilişkiler stratejik işbirliğine dönüştü. Bunun en açık göstergeleri ABD’nin Mısır’a devam eden askeri yardımları, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesine Mısır’ın tepkisiz kalması ve Sisi rejiminin İsrail ile ilişkileri normalleştirerek Tel-Aviv yönetimiyle işbirliğini derinleştirmesi olarak söylenebilir.
Mısır’da darbe karşıtı binlerce sivil muhalifin beş yılı aşkın süredir tutuklu bulunmasına, rejiminin insan hakları ihlallerine, sivil toplumun baskı altında tutulmasına ve basın özgürlüğünün tam anlamıyla ortadan kaldırılmasına rağmen ABD yönetimi Sisi rejimine desteğini sürdürüyor. Washington, açık biçimde demokratik değerleri göz ardı ediyor ve baskıcı bir rejimi destekliyor. ABD’nin bu tutumu bölgedeki diğer baskıcı yönetimleri de cesaretlendiriyor ve Ortadoğu’da demokratik siyasi yapıların ortaya çıkmasını engelliyor. Bu nedenle ABD yönetiminin Ortadoğu’ya yönelik demokratikleşme söylemlerinin gerçeği yansıtmadığı gibi, Washington’un demokrasinin bölgede bir yönetim biçimi olarak yerleşmesinin karşısındaki en önemli engel olduğunun da altı çizilmelidir.
İsmail Numan Telci: Dr. Öğretim Üyesi, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü & SETA.