Turan Kışlakçı
Araplar neden birleşemiyor? Hakikatte bu çok kadim bir soru. İslam öncesinde de müteferrik yaşayan ve kabile eksenli yaşam ile hayatlarını idame eden Araplar, İslam’ın zuhuruyla aralarında vahdeti sağladı. Kur’an-ı Kerim bunu Âl-i İmrân suresinin 103. ayetinde şöyle anlatır: “Hep birden sımsıkı Allah’ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini de hatırlayın ki, siz birbirinize düşman iken, kalplerinizi kaynaştırdı da Onun nimeti sayesinde kardeş oluverdiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız; O sizi oraya düşmekten kurtardı. Doğru yola erişmeniz için, Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor.”
Kur’an İslam’dan önce Arapların içinde bulundukları dehşet verici durumu tasvir ettikten sonra bu halden nasıl kurtulduklarını anlatır. İslâm’dan önce Arap kabileleri düşman kamplara bölünmüştü ve bu kamplar incir çekirdeğini doldurmaz nedenler için savaş yapıyorlardı. İnsan hayatı kutsiyetini kaybetmişti ve insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Eğer İslam lütfedip onları kurtarmasıydı, düşmanlık ateşi tüm Arabistan’ı yakabilirdi. Bu lütuf, bu ayetlerin nazil olduğu dönemde Medine’de elle tutulur bir şekilde gözlenebiliyordu. Yıllardan beri birbirine düşman olan, kanlı savaşlar yapan ve birbirlerine vahşi saldırılarda bulunan Evs ve Hazrec kabileleri İslam’ı kabul ettikten sonra birbirleriyle kardeş olmuşlardı. Sadece bununla da kalmamış, tarihte hiç eşine rastlanmayacak bir şekilde Mekke’den gelen muhacirlerin rahat etmesi için emsalsiz fedakârlıklar yapmışlardı.
Müthiş bir uhuvveti, tesanüdü, ittihadı ve muhabbeti yakalayan Araplar, fitne ve fesadın toplumlarına tekrar rücu etmesiyle yeniden tefrikaya düştü. Emeviler ve Abbasiler döneminde bir birlik yakalamış olsalar bile daha sonra beyliklere bölündüler ve yine birbirleriyle çarpışmaya başladılar. Osmanlı’nın bu coğrafyaya getirdiği bereket ile yeniden birleştiler. Bu kez 400 yüzyıl Osmanlı şemsiye altında ittihad ettiler. Fakat Osmanlı’nın çöküşü sonrası yeniden bölündüler. 1917’den bugüne aradan geçen yüzyılda Arap âleminin durumu hakikaten içler acısı durumda.
Araplar anlaşmamak üzere anlaştı
1944 yılında kurulan Arap Birliği, bugüne değin yaptığı her toplantıda liderlerin hararetli tartışmaları ve çekişmelerinin yanı sıra bir konu üzerinde gerçek manada ittifak edemeden dağılmaları ile meşhur oldu. Bu hâl, artık bir darbı mesel haline gelen “Araplar anlaşmamak üzere anlaştı” deyimi her Arap Birliği toplantısı sonrası hakikatini bir daha acı bir şekilde ortaya koyuyordu. Son yıllarda Arap âleminde yaşanan katliamlar karşısında Arap Birliği’nin esamesinin okunmaması bunun en bariz işaretlerinden biri maalesef.
22 üye ülke, 14 milyon kilometre karelik koca bir alan, 450 milyon nüfusu ve zengin yeraltı kaynakları ile Arap Birliği, dünyanın etkin kurumu olabilecekken maalesef gülünç toplantıları ile tüm dünyayı hayal kırıklığına uğratıyor. Arap Birliği zirveleri öncesinde ve sonrasında yaşananlar, Arap Birliği’nin, sorun çözücü, kriz yöneten, Araplar arası işbirliğini ve dayanışmayı sağlayan bir örgüt olmaktan çok, üye ülkelerin kendi dış politika çıkarlarını savunmak ve rakipleriyle mücadele etmek için uluslararası arenada seslerini duyurabilecekleri bir platform haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor. İkinci Dünya Savaşı sonunda milliyetçi bir heyecanla kurulan Arap Birliği, kuruluşundan yaklaşık yarım asır sonra Arap dünyasındaki siyasi ve ideolojik bölünmüşlüğü yansıtmakla kalmayıp geçmişi, faaliyetleri, etkinliği, hatta varlığı tartışılan bir örgüt durumuna geldi.
Körfez ABD’nin Mısır İsrail’in etkisi altında
Arapların bir araya gelememelerine birçok neden zikredilebilir lakin benim Arap âleminde son 20 yılda edindiğim tecrübeden çıkardığım 3 sebep var. Bunlardan ilki enaniyet sorunu. Ahlaki bir sorun olarak gördüğüm bu durumu, Arap âleminde sadece devlette değil cemaatlerde, STK’larda ve sivillerde bile çok rahatlıkla müşahede edebilirsiniz. Milli veya ortak duygunun zafiyeti sadece ben ve kabile eksenli düşünce Arap âleminin yeniden bir ateş çukurunun eşiğine getirmiş durumda.
Arap âleminin bir araya gelememesinde etkili olan sorunlardan biri de erk düşkünlüğü. Bunu tamamen harici sorunlara bağlayabiliriz. Osmanlı’nın çöküşü sonrası gerçek sınırlarını, gerçek kimliğini ve gerçek siyasetini bulamayan bu coğrafya 100 yıldır batılı devletlerin etkisi altında siyasi hareketliliğini sürdürdü. Daha önce İngiliz nüfuzu altında olan Körfez ülkeleri son birkaç asırdır ABD petrol şirketlerinin iktisadı çıkarları çerçevesinde kuşatılmış durumdalar. Arapların halka devletler dediği Suriye, Ürdün ve Mısır ise İsrail’in nüfuzu altında. Bu ülkelerdeki herhangi bir değişiklik o ülkenin çöküşü anlamına geliyor. Onların varlıklarını idamesi ise İsrail rızasına bağlı.
Daha önce Tunus, hâlihazırda Cezayir ve eskiden Libya gibi ülkeler ise baskıcı askeri bir yönetim altında olan ülkelerdi. Diğer Arap ülkelerinin ise hemen hemen irapta mahalli yok. Mağrib bölgesi Amerika ve Avrupa tesiri altında. Irak daha önce Rusya’nın nüfuzu altındaydı son yıllarda ise ABD işgali sonrası İran’ın kontrolüne geçmiş durumda. Tunus ise ABD ile yakın ilişkiler içerisindeydi şimdi ise kimliksiz ve geleceği muamma bir ülke görünümde. Libya ve Yemen ise harap olmuş ve yıkıma sürüklenen ülkeler durumunda. Sudan ise fakir ve her geçen daha da çöküyor. Umman ise yavaş yavaş İran’ın kanatları altına çekiliyor.
Osmanlı sonrası geçen yüzyılda, büyük devletlerin Arap ülkelerinin siyaseti üzerindeki etkileri halen devam ediyor. Öyle ki çoğu kez büyük devletler, bu ülkeler adına karar yetkisini kendinde görüyor. Bunun karşılığında halkların değil liderlerin güvenliği öne çıkıyor.
Aydınlar diktatörlere alkış tutuyor
Siyasi kültür bu coğrafyada henüz olgunlaşmış değil. Arapların birleşememe sebeplerinden biri de fikri sorun. Milli ruh halen çok zayıf. Arap aydınları bölük pörçük durumda. Arap vahdetini savunan aydınlar baskılarla veya zindanlarda ölüme terkedilerek susturuldu. Sonra 50 yılda Arap diktatör rejimlerinin ortaya çıkardığı aydınlar zümresi ise liderlerine alkış tutmaktan başka bir vazife ifa etmiyor.
Hâsılı kelâm, diktatörlerin, neronların ve kralların hükmettiği Arap dünyasında, yeni bir vahdet umudu şimdilik çok uzaklarda. Devasa zenginliğe rağmen halklarının fakir olduğu, İslam’ın terörize edilişine göz yumulduğu ve özgürlüklerin olmadığı bir coğrafyada birlikten bahsetmek abesle iştigal etmek gibi. Günlük maişet derdiyle uğraşan sıradan halk siyasetten uzak durmayı yeğliyor. Sebebi ise rejimlerin korkunç baskısı ve muhalif gruplara yönelik güvensizlik. Son 50 yılda, hemen hemen tüm Arap ülkelerinde ortaya çıkan muhalif gruplar ya diktatörler tarafından halkın nabzını ölçmek için ihdas edildi ya da sonradan rejimler tarafından içeriden kuşatıldı. Arap liderlerin ise Katar gibi birkaç ülke dışında zaten birlik gibi hedefinin olmadığı bariz bir şekilde ortada. Yaşanan bunca vahşet dolu olaylara rağmen, herkes halinden memnun. Çünkü herkes iktidarı çocuklarına miras olarak bırakmak istiyor büyük mücadeleler veriyor!
Halkları ve toplumları birleştirenler daima iktidar ve mal derdi olmayan sadık ve güvenilir insanlar olmuştur. Ve bugün Arap toplumu yeniden güvenilir ve emin insanını arıyor. Ya da onları Osmanlılar gibi yeniden bir araya getirecek bir Müslüman güce ihtiyaçları var.
Hepsi birbirinin aleyhine çalışıyor
Arapların, Irak’ta, Yemen’de, Libya’da, Suriye’de ve hemen hemen tüm cephelerde kaybedişlerinin nedeni tamamen gerçek bir ittihadı sağlayamamaları. Arap devletlerinin tümü bu cephelerde birbirlerinin aleyhine çalışıyor. BAE, Mısır vb ülkeler Yemen’de el altından hem Yemen sabık Başkanı Ali Abdullah Salih ve Husilere destek verirken, Suud ve Katar ise onların karşıtı muhaliflere destek veriyor. Suud destek verdiği gruplar arasında Yemen’in en güçlü siyasi oluşumu İhvan yanlısı el-Islah Partisi’nin olmasından rahatsız ve muhaliflere gereken desteği vermeden kendisi Yemen’e müdahale etmeye çalışıyor. Benzeri bir şeyi Libya’da görüyoruz. BAE ve Mısır başta olmak üzere bazı ülkeler tümgeneral Halife Hafter’de askeri destek verirken, diğer Arap ülkeleri ise Libya’nın Trablus’taki meşru yönetimine destek veriyor.
Suriye’de 150 ayrı grup var
İhtilaf sadece Arap ülkeleri arasında yaşanmıyor. Sahada mücadele eden gruplar arasında ise ihtilaflar daha fazla. Suriye’de Esed rejimine, DAEŞ terör örgütüne ve PYD terör örgütüne karşı mücadele eden Suriyeli grupların sayısı 150’yi aşmış durumda. Her ne kadar bazı gruplar, bazen tek çatı altında biraraya gelmiş olsa bile sahada değişen bir şey olmadı. Son yıllarda geniş tabanlı ittifakların kuruluşu muhalif gruplara güç katsa da daha sonra yine yaşanan ihtilaflarla yaşadıkları bölünmeler güçlerini dağıttı. Bunun ise iki ana nedeni var; birincisi her Arap devletinin farklı gruplara destek vermesi ve ikincisi grupların kendilerince farklı dini anlayışlara ve görüşlere sahip olması. Halbuki dinin onlardan istediği tek şey vatanlarını ve çocuklarının namuslarını ve ırzlarını korumaktı. Din onlardan şeriat devleti kurun diye asla ne talebi oldu ne de olacak. Suriye halkının ise onlardan istediği tek şey vardı: Milli birlik. Fakat muhalif gruplar, Halep’in düştüğü güne değin gerçek manada bir birlik kuramadı ve bu da onların toptan dağılışını doğurdu. Artık ağlamanın ve ağıt yakmanın bir manası kalmamıştı. Çünkü, yenilginin asıl sebebi bizzat kendileriydi. Tarihi hakikat bir kez daha tezahür etmişti: vahdeti sağlamayanlar asla başarıyı yakalayamazlar…