Hoşbulduk Ankara

Hava 4 dereceymiş. Turgay’la Sevda soran gözlerini üzerime dikmiş, sigaya çekiyor. Ekibin Ankaralısı bendeniz olduğum için havasından, suyundan, okurundan, trafiğinden sorumlu olmalıyım sanırım. “Merak etmeyin soğuğu kurudur, üşümezsiniz arkadaşlar” diyerek teselli ediyorum.

Neyse ki, cânım Ankaram, çocukluğumun ve gençliğimin kalesi, beni mahcup etmiyor da, uçaktan iner inmez bahardan koparılmış bir günü ayaklarımızın önüne seriyor. Bu bahar havasında, Kurtuba Kitap Cafe’de okurlarla buluşacak, “neyiz ve neredeyiz?” sorusuna cevap arayacağız.

Ankara-İstanbul kıyaslamasına girecek değilim. İstanbul’da doğup büyüyen insana nasıl anlatayım? Değişmez tepkiye değişmez yanıtım, “Ankara’yı dışardan anlamak neredeyse imkânsız.”

Sizin önyargılı olmadığınızı biliyorum sevgili okur, o yüzden, kitabevlerinin ve çay ocaklarının beslediği nesillerden söz edebiliriz. Ankara’nın gösterişsiz sokakları arasına saklanan nice küçücük mekân Türkiye’nin dört yanına yayılan evlatlarını burada yetiştirdi. Cahit Zarifoğlu’nun Zafer Çarşısı’nda oturduğu tabureler, Birleşik Yayınları’nın camlarına komşu Gökkuşağı Çay Ocağı’nın ateşli konuşmaları, bir randevu verilecekse, illa onun adresi olan Küçük Dost şahittir. Bu kentin bir kimliği varsa, bu irili ufaklı mekânlar yüzünden ve sayesinde.

Eskilerin şimdilerde giderek kalabalık pazarlara dönüşen Konur, Kumru ve Yüksel, barların gürültüsünü başına alamayan Sakarya için üzülmesi de bu yüzden. Adil Han’ın sahafları, her şeye rağmen vızır vızır işleyen tek tük kitapçıları olmasa, Ankara hakikaten bir betonlar şehri.

Kurtuba bu keskin ayrımda eskinin kenarında duruyor. Okuldan çıkıp yolunu Kızılay’a düşüren meraklı gençlerin bir yudum çay eşliğinde hala kitaplara ulaşabildiği bir kafe, kitabevi.

Dergi henüz yeni bir ekiple yeni bir nefesle çıkmıştı ki, Emeti’yi aradılar. “Ankara’ya gelmez misiniz?” demişler. “Geliriz elbette”, dedik. Okuru muğlak bir muhataptan kanlı canlı bir varlığa dönüştüren buluşma fırsatları kaçırılır mı?

Davetin üzerinden iki ay geçti. Biz her sayıda ne yapsak diye düşünüp, çalışmaya devam ettik. Kafamızda sorularla Kurtuba’ya gittiğimizde, belki sorularımıza da karşılık buluruz derdindeydik.

Emeti üşenmemiş, yanında henüz bayilere verilmemiş son sayıyı getirmişti. Buradan ona teşekkür edelim. Sayıları tezgâhın üzerine koyup beklemeye başladık. Bakalım okur bize teveccüh gösterecek miydi?

Biraz çay, biraz gidenler, biraz kalanlar üzerine kısa bir konuşmanın ardından vakit geldi çattı. Turgay’ın sonrasında “Ben Pazar günü üşenip gelmezdim açıkçası” diye teşekkür ettiği konukların birer ikişer geldiği salonda yerimizi aldık.

Bir kere bütün bu buluşmalar kıymetlidir, bunu şerh düşeyim. Ancak bu buluşmayı daha da kıymetli kılan, ilk olmasıydı. Artık okurla aramızdaki perde kalkmıştı.

15 yıllık bir dergiden beklentiniz haklı olarak çokmuş desem yanılmış olmam. Neyse ki, çabamızı da bu beklentiye uygun görüyorsunuz, buna şükür.

Yeni köşeler, biraz daha kültür sanat ve İslam coğrafyasının her köşesinden ses duymak isteği. Bunlar da diğer konu başlıkları.

Dilimiz döndüğünce bu kadar ağır bir yükü ancak okurlarla paylaşabileceğimizi anlatmaya çalıştık. Bu ancak paylaşınca çoğalan bir mesai. Önerilerinizi duyacak, onlara göre ne yapabiliriz düşünmeye ve çalışmaya devam edeceğiz.

En çok “Biz ne yapabiliriz?” diye soruyorsunuz. Edebiyat ve siyaseti teslim almaya çalışan gündelik polemiklerden sıkılmışsınız. “Twitter dışında bir dünya var mı?” diyorsunuz, sizi temin ederiz ki var. Yeni bir dil nasıl kurulur, Müslüman gençlik bunun neresinde kalır, geleceğe bırakacağımız miras ne? Bunlar ortak dertlerimiz.

Daha zamansız, kalıcı dosyalar yapılamaz mı sorusunu konuştuk. Şimdi bu konuşmayı kamuya mal edelim. Kalıcı ve zamansız dosyalar, “2016’ta Türkiye’de neler üzerine düşünülmüş” denilince başvurulan bir kaynak olmak istediğimizden bundan sonra da gündemimizde.

İki saatlik sohbeti dolduran diğer başlıklar: Kadınlar çalışmalı mı çalışmamalı mı? Gerçek Hayat’ın yeni çıkan başka dergilerden farkı ne? Sansürsüz yayıncılık yapıyor mu? İçeriden bir eleştiri mümkün mü? Her hafta nasıl konu buluyorsunuz? 28 Şubat gibi tarihsel dönüm noktalarını kaleme dökmede Müslümanlar atıl mı kalıyor?

Gelen katılımcıların heyecanı, dergiyi sahiplenmesindeki içtenlik, “aramızdan bir Gerçek Hayat yazarı çıkar mı?” düşüncesindeki samimiyeti yanımıza alarak döndük İstanbul’a.

Belki bendeniz sılayı rahim yaptığım için haddinden fazla duygulandım. Bu duygusallığı bir kenara bırakırsak sanırım diğer editör arkadaşlarla ortaklaştığımız his,- heyecan olacaktır.

Birleşik Kitabevi’ne gelir gelmez tükenen Gerçek Hayat’ın geçen 15 yıl içinde aynı heyecanı yaşattığını görmekten güzel ne olabilir? Bu biraz yaptığımız işteki tedirginliğimizi arttıracak ama her hafta “Bu hafta iyi bir konu var mı arkadaşlar?” diyen Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Karagül başımızda oldukça, bu dertle başa çıkarız sanırım.

Ankara, uçaktan indiğimizde bizi karşıladığı bahar havasını, söyleşide de eksik etmedi. Bu İstanbullulara kendini beğendiremeyen şehrin derdini kitaplarda arayan çocuklarına bir kere daha aşkla, selamlar efendim.