28 Şubat’ın romanı henüz yazılmadı

Zulümle yoğrulmuş bir dönemi, edebiyatını yapmadan gelecek nesillere aktarmak mümkün mü? Belgeler, bilgiler aktarılsa bile, duygular aktarılmadıktan sonra geçmişte yaşananlar tam manasıyla anlaşılabilir mi? Kemal Sayar, Gerçek Hayat’ın 799. Sayısındaki yazısında “Çünkü geçmiş geçmez, hınç ve öfke gibi kuvvetli duygularımıza yerleşir, soluk alıp vermeye devam eder” demişti. Bir süre öfkelenip, sonra sabretmeyi öğrenip, sonra da unutmaya meyledişimiz, duygularımızı yeterince aktaramadığımız için olabilir. Çünkü 28 Şubat’ın romanı henüz yazılmadı.

28 Şubat’ı konu alan edebiyat eserlerini incelemek için yola çıktığımda karşıma parmakla sayılacak kadar az kitap çıktı. Halime Toros’un Halkaların Ezgisi, Mehmet Efe’nin Mızraksız İlmihali, Sevgi Engin’in Bir Nehir Gibi, Gül Aslan’ın Bizi Ayıran Duvar romanları, 28 Şubat’a gelen sürecin hikâyeleri diyebiliriz. Hakan Albayrak’ın “çabuk roman” olarak nitelediği Ebuzer’i anmadan geçmek olmaz. Albayrak’ın bu eseri modern insana, zulme ve yozlaşmaya rağmen haysiyetli ve dimdik yaşama konusunda mütevazı bir uyarı niteliği taşıyor. Güray Süngü’nün son romanı Mehmet’i Yaralayan Serçe Parmağı’nda da karakterlerden birinin başörtülü olarak devam edemediği okuluna saçını kazıtarak gitmesi, ardından da bunu sürdüremeyip köyüne dönmesi, 28 Şubat zulmünün fotoğrafını demlendikten sonra çekiyor. Bunların yanı sıra en çok bilinen 28 Şubat kitapları, Sibel Eraslan’ın Saklı Kitap, Yıldız Ramazanoğlu’nun İkna Odası ve Ahmet Kekeç’in Yağmurdan Sonra isimli romanı.

Muhafazakârlar romana ilgisiz

Ahmet Kekeç, kendi kitabı için “Ben bir roman yazmaya çabaladım, ama 28 Şubat’ı anlatan bir roman değil bu. 28 Şubat sadece dekor olarak romanda yer alıyordu” diyor. Bu dönemin edebiyatının yapılmamasını ise şöyle anlatıyor: “Bu olay sadece 28 Şubat’la sınırlı değil. Tarihimizin çeşitli dönemlerinde inançlı insanlara yönelik devlet kalkışmasının edebiyatı da çok fazla yapılmadı. Şimdiden sonra bunun edebiyatı oluşur mu bilemiyorum. 28 Şubat’ı anlatan romanlardan biri de Orhan Pamuk’un Kar isimli romanıdır. Bu da bir bakıma 28 Şubat’ı olumlayan, mağdurlarını kalkışma içinde gösteren ön yargılı bir romandır. Ayrıca inanç sahibi insanların romana ilgisinin zayıf olduğunu da unutmamak gerekir.”

IBuharlaştırılmış bir öyküdür 28 Şubat
Saklı Kitap’la o günlerin şahitliğini aktaran Sibel Eraslan da 28 Şubat edebiyatının yapılmamasını şu şekilde anlatıyor: “Anlatmaya yatkın yapımızın olmadığı bir gerçek. Bunun yanı sıra kamusal alanla ilişkimiz de umulandan erken oldu. Çok kısa bir sürede devletle ters yüz bir ilişkiden, devletle iç içe bir ilişkiye geçildiği için, böyle bir sessizliğe bürünmek zorunda kaldık. Burada Hayrunnisa Gül örneğini anlatmadan geçmek istemiyorum. Hayrunnisa Hanım üniversite sınavlarına girip Arapça Dil ve Edebiyatı bölümünü kazanmıştı. Okula kayıt yaptırmaya gittiğinde onu almadılar. O da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdu. O sırada Abdullah Gül Bey Dışişleri Bakanı oldu ve Hayrunnisa Hanım davasını geri çekmek zorunda kaldı. Dışarıdan bakıldığında, kısa süre içerisinde hayatımıza özgürlük ve kolaylık geldiği zannediliyor. Fakat susmak, feragat ve tahammül etmek zorunda kalmıştık. Adeta buharlaştırılmış bir öyküdür 28 Şubat.”

Allah’a havale etme duygusu çok güçlü

İkna Odası isimli kitabıyla 28 Şubat hikâyelerini anlatan Yıldız Ramazanoğlu da 28 Şubat’ın romanlara değil de hikâyelere yansıdığını düşünenlerden. 28 Şubat edebiyatının henüz yapılmadığını ama gerekli altyapının oluştuğunu söyleyen Ramazanoğlu, bunun sebeplerini şöyle anlatıyor:

“İnsan içinde yaşarken başına gelenin boyutlarını tam olarak bilemiyor. Kimileri tarafından insanların fiziki varlığına kasteden darbelerle karşılaştırılıp önemsiz görüldüğü oldu. Fakat nefes almanız ve sokakta dolaşmanız dışında en temel haklarınızın elinizden alındığı bir yaşam da insanı ağır çekimde öldürmekten başka bir şey değildir. Kutuplaşmaktan söz edeceksek 28 Şubat’ın yarattığı derin ayrımcılığın etkisini göz ardı edemeyiz. Edebiyata da sinemaya da yansıyacağını düşünüyorum. Gerekli altyapı yeni oluştu. Bir de bizde tevekkül ve Allah’a havale etme duygusu çok güçlü. Bu yüzden dönemin suçlarıyla ilgili açılan davaya, hakları çiğnenen kadınlar yeterince sahip çıkmadı. Bireysel bir mesele olarak görüldü. Hâlbuki müdahil olup işlenen suçların hiç değilse teşhirini sağlamak, yaptığı yıkımı göstermek gelecek kuşaklara karşı görevimizdi. “

Yazar ve sanatçılar bürokrasi yolunda

Boşluk, Beni Kaybeden Sokaklar, Duvar Resmi, Telmih gibi hikâyeleriyle 28 Şubat’ın izlerini süren Cihan Aktaş ise, büyük travmaların sanat ve edebiyat alanlarında belli bir mesafeden sonra daha doğru bir şekilde ele alınabildiğini söylüyor. Bu dönemin edebiyatının yapılamamasını ise şu sebeplere bağlıyor:

“28 Şubat kuşkusuz bir zulmün sistematik bir şekilde uygulanmasında önemli bir zirve, bir dönüm noktası. Benzeri zulümler önceki yıllarda da benzeri bir şiddet sergilenerek yaşanmıyor değildi. Ancak Türkiye toplumu bu zulümleri artık taşımak istemediğini bildirmeye hazırlanırken, yaşanan zulümler kadar bu zulümlere gösterilen tepkiler de daha aleni ve yüksek sesle bir tırmanma gösterdi. Kısa bir süre sonra da AK Parti iktidara geldi. Bu süreçte 28 Şubat üzerine yazabilecek, film yapabilecek birçok yazar ve sanatçının siyasi kadrolara ve bürokrasiye katılmasının edebiyat açısından bir kayıp olduğunu söylemek mümkün. Tabii daha önce belediyeler döneminde de yaşandı bu şekilde bir potansiyel eksilmesi. Bunun yanı sıra, 28 Şubat’ı konu alması beklenebilecek yazar ve sanatçıların önemli bir kısmının bu dönemi ele almakta hevessizliğinin ya da geç kalmışlığının İslami kesimin edebiyat temaları süreğinde kurcalanması gerektiği açık.”

Muhafazakârlarda gündelik hayata ilgi yok

28 Şubat’ı öyküleriyle anlatan bir diğer yazarımız da Fatma Barbarosoğlu. Karanfilli Kavga, Kapanmayan Yaralar Antolojisi ve Dazlak isimli öykülerinde bu süreci anlatan Barbarosoğlu, “İslami çevrelerin bugünle ilişkisini sağlam tutan metinler daha ziyade öykü üzerinden akıyor. Bu anlamda 28 Şubat’a dair pek çok öykünün yazıldığını söylemek mümkün” diyor ve şunları ekliyor: “Bu soruya cevap verebilmek için ikinci bir soru sormak gerekiyor: İslami kesimin edebiyatçılarının gündelik hayata ilgisinin boyutlarından haberdar mıyız? Hidayet romanları ve tarihi romanların dışında yayınlanan kaç roman var? Sosyalist düşünce 12 Mart’ın ve 12 Eylül’ün romanını yazdı. Nereden yazdı? Gündelik siyasete koyduğu tepki ve mesafe üzerinden yazdı. Grup kimliğinin bireyi ezen damarını teşhir etmek üzerinden yazdı. Muhafazakâr siyasetçiler dünde ve bugünde yaşıyor. Muhafazakâr siyasetin özellikle kültürel yarın tasavvuru çok güdük. Muhafazakar edebiyat ise  bugünü ya “hidayet” ile sonlandırarak  donuklaştırıyor ya da geçmişin ışıltısından nostaljik tatlar devşiriyor.”

 

 

Benzer konular