Kadim Türkçe

Doğru yazamayan neyi doğru yapabilir?

Latinize edilmiş lisanımızı doğru yazmadığımızda başımıza neler geldiğini gördük. Arapçada meşhur bir örnek vardır. “Yoktan var eden” mânâsındaki “āli” İsmi Celilini bugün hemen herkes “halik” diye yazmakta. Bu şekilde yazmak, Allah-ü Teâlâ Hazretlerine iftira değilse nedir?

1 Kasım 1928 tarihinde “1353 sayılı Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” ile bin yıllık alfabemiz yasaklanıp, yeni bir şey yapılmış gibi Latin alfabesi “Türk alfabesi” diye dayatılmıştı.

Elbette eskiden kullanılan alfabe Türklere ait değil, Araplara aitti. Ancak İslam ile şereflenen Türkler bu alfabeye P, Ç, J gibi harfler ilave ederek kendi alfabeleri hâline getirmişlerdi.

Latin alfabesi tercihi Türkçeyi yazmak için yeterli olmadığı için de Ç, Ş, Ö, Ü, İ, Ğ gibi harfler eklendi. Kelimelerin uydurulmasının yanı sıra, Türkçeleşmiş olan Arapça ve Farsça kökenli kelimeler atılmak istenmiştı.

Uydurulan dil kifayetsizliği bir yana, Latin alfabesinde bazı kelimeler aynı yazıldığı için harfin alt ve üstüne eklenen işaretle kelime doğru okunulmaktaydı. Kraldan çok kralcıların “şapka” adını taktığı “inceltme işaretleri” bir süre sonra yok sayıldı. Ne yazık ki “kaldırıldı” dedikodusu hâlâ devam ediyor!

Bu yüzden hala ile hâlâ, kar ile kâr, ala ile âlâ, hal ile hâl, arı ile ârî, dahi ile dâhi, ali ile âli aynı şekilde yazılır oldu. Bu yüzden pek çok kişi doğru okumayı unuttu. Çocuklar aradaki farkı bilemez oldu.

Bununla birlikte askerî yerine askeri, mâlî yerine mali yazılmaktadır. Doğrusu dükkan değil dükkândır. Aynı şekilde öykü şeklindeki uydurukçası kullanılan hikâye, hikaye şeklinde yazılıyor. İşte bazı doğru yazılışlar: Hakkâri, Kâzım, Nigâr, Kâmil, Âdem, Ârif, Kâbe, kâğıt, kâfir, mahkûm, mânâ, dergâh, tezgâh, yâdigâr, gâvur, ordugâh, mahkûm, mekân, mezkûr, sükûn, sükût.

Latinize edilmiş lisanımızı doğru yazmadığımızda başımıza neler geldiğini gördük. Arapçada meşhur bir örnek vardır. “Yoktan var eden” mânâsındaki “Ḫāliḳ” İsmi Celilini bugün hemen herkes “halik” diye yazmakta. Bu şekilde yazmak, Allah-ü Teâlâ Hazretlerine iftira değilse nedir?

O halde gelin artık Türkçemizi doğru yazıp, doğru okuyalım.

Haftanın suâli

Geçtiğimiz hafta, Mısır’ın son firavun rejiminin zulmüne maruz kalarak 3 kez idama mahkûm edilen Muhammed Abdulhafîz Hüseyin isimli Müslüman genç, başka bir ülkeye gitmek üzere İstanbul Havalimanına gelmişti. Transit alanda gözaltına alınıp, infaz edileceği bilindiği ülke olan Mısır’a gönderildi. Sosyal medya bu hususta çalkalandı. Pek çok muhafazakâr kimse ve sosyal medya trolleri bu yanlışı savundu ve Hüseyin kardeşimize terörist iftirasında bulundu. Sosyal medyada yükselen çığlık sonrasında mazlum kardeşimizi, eli ve dili kanlı İslam düşmanı kâtil Sisi’ye teslim eden havalimanı görevlisi 8 polis görevden uzaklaştırıldı. Polisleri görevden uzaklaştırmak meseleyi halletti mi? Yıkılan itimat nasıl tamir edilecek? İnfaz edilecek olan Hüseyin’in hesabını kim verecek?

Benzer bir durum 2013’de yaşanmış ve Suriye’de yaşanan iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan, Özgür Suriye Ordusu kurucusu Albay Hüseyin Mustafa Hormous ile Binbaşı Mustafa Kasım, eski MİT’çi Önder S.’ye tarafından 100 bin TL karşılığında rejimin ordu birliklerine teslim edilmişti. Esed, bu iki yiğit eski askeri ağır işkencelere tabi tutarak öldürmüştü. Bize sığınan bu yiğitleri rejime teslim eden 4 hâin kişi ise 8 ila 20 yıl gibi sıradan bir hapis cezası ile kurtulmuştu.

Aynı şekilde zaman zaman Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin de sınır dışı edildiği ya da Çin’e gönderilmek istendiği haberleri görülmektedir. Bu acı tecrübeler bize şu suâli sormaya itiyor: Bütün mazlumların umut ışığı olarak hayallerini süsleyen, yüreklerinde bir kandil gibi yanan Türkiye Cumhuriyeti Devleti; TBMM, bu meseleden sorumlu İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı ile AK Parti iktidarı ne zaman bu konuyu üç beş polisin insafından çıkarıp, devlet politikası haline getirecek ve bu hususta ne zaman hukukî bir düzenleme yapılacak?