Medya ile Türkiye’yi istîlâ harekâtı

Soros ve yerli uzantısı Kızıl Sorosların finanse ettiği Gezi kalkışması daha başlamadan Taksim’i mesken edinip canlı yayına başlayan CNN’den, İngiliz hinliği ve Yahudi kurnazlığının bileşkesi olan BBC’nin her taşın altından çıkması, vakıfları ile yerli uzantılarını finanse etmekle yetinmeyen muhteris Alman’ın DW’si ile Türkiye’ye bodoslama saldırıları aslanın bir asırlık uykudan uyandığının açık bir göstergesi. Elbette bunlara FOX, NBC, RT, Press, ‎France 24, ‎China, RTL gibi kanalları da eklemek gerekiyor.

DALGALARI KISA ETKİNLİKLERİ YÜKSEKTİ

Kısa dalga devri, yaşı 50’yi, 60’ı geçmiş olanların bizzat yaşadığı zamanlardı. Geçmişte BBC, Amerika’nın Sesi (VOA), Almanya’nın Sesi Deutsche Welle (DW), Tahran, Cidde, Moskova, Budapeşte şeklinde uzayıp giden kısa dalgadan Türkçe yayınlar yapan radyolar vardı. Günün belirli saatlerinde çoğu kez de sabah akşam olmak üzere 2 vakitte bir iki saat süren yayınlarla şekillendirilirdik. İş öylesine çığırından çıkmıştı ki, birkaç sokaktan ibaret bir toprak parçası olan kumarhanelerden müteşekkil Monako’nun Monte Carlo adlı radyosunun bile Türkçe yayını ulaşırdı Anadolu topraklarına. Kimi Şiiciliğini, kimi Vahhabiliğini pazarlar, kimi de haber verme görüntüsüyle oyardı altımızı.

GAZETELERİ YENİ DEĞİLDİ

19. ve 20. asırda neşredilen batı gazetelerinin en çok ilgi duydukları mesele Osmanlı, enerji kaynakları ve Müslümanlardı. Batı gazetelerini okumak münevverlerin kendilerini ayrıcalıklı hissetmesine yol açmakla kalmıyor, evrilmelerinin de önünü açıyordu. Cumhuriyetle birlikte bu ilgi azalmadı. Kemalizmin uygulamaları yerli basında yer bile bulamazken bütün gizliliğiyle batı medyasında neşrediliyordu.

CHP’NİN DOMUZU TIMES’TA

CHP’nin tek parti diktasının Dışişleri Bakanlarından Tevfik Rüştü (Aras)’ın “Domuz çok güzel bir gıdadır. İslam bunu yasaklamış fakat bu fikir eski nesille birlikte yok olacaktır. Yıllarca pis diye korkutulan domuzu artık genç nesillerimiz yiyebiliyor. Bu reformu halkımız gönüllü kabul etmiştir” diyen devam eden sözlerine varana dek çok şey Londra’daki ‘The Times’ gazetesinin 23 Ağustos 1927 tarihli nüshasında yayınlanıyordu.

HABER GÖRÜNÜMLÜ MERMİLER

Batının yerleşik medya sisteminin özellikle de Türkçe versiyonları üzerinden Türkiye’ye yönelen haber görünümlü demokratik mermileri dün olduğu gibi bugünde ablukasını sürdürüyor, üstelik de çemberi daraltarak. İnternet siteleri başta olmak üzere sosyal mecralardaki Türkiye’ye yönelen bu mermiler, kısa klipler, vur kaç taktiğini ötesine çoktan geçen etkili ve sarsıcı yalanlarıyla huzurumuzu dinamitlemeyi sürdürüyorlar.

ZEHİR ZERK EDEN HABER AĞLARINA DİKKAT

Haber demenin büyük ajanslar demek olduğunu bilen bilir. Ne yazık ki Londra merkezli Reuters, Paris merkezli AFP, New York merkezli AP’nin tekelinde olan bu ağ, insanlığın yönetilmesinde konvansiyonel ateşli silahlardan kat be kat etkinler. Genellikle iktisadi tetikçilik, siyasî vesayetler ve ticarî dayatmalar gündemleri meşgul etse de asıl istîlâ, yönlendirme ve beyin işgalleri bu büyük ağda zehirli servisleri ile yapılıyor.

MAYINLANMIŞ HABER

Kâbe-i Muazzama’da namaz kılan bir Müslüman, yanı başında meydana gelen patlama veya çekirge istîlâsını, selam verdiğinde elini uzattığı telefondan ister kaynak olarak adları yazsın, isterse de yazılmasın AP, AFP ya da Reuters’un servis ettiği haberden öğreniyor. Son zamanlarda bazı bölgelerde çeşitli atılımlarımız olsa da Yahudi’nin Kudüs-ü Şerif ve Mescid-i Âksâ’da yaptığı zulümleri de bu yayın organlarından, izin verildiği kadar ve mayınlanmış haliyle haberdar oluyor Müslümanlar ve tüm insanlık.

SOSYAL MEDYA İSTİLASI

Batının yerleşik medya düzeninin sonunu getireceği yalanıyla özellikle Müslümanların bu alandan çekilmesini vazeden sosyal medya düzeni, aynı zamanda düzensizliğin de habercisi durumunda. Daha hızlı ama gerçeklerden daha da kopuk. Daha yaygın ama kimlikler ve kişilikler muamma olan bir dünya. Bizler bu mecranın da sahipleri değil sadece suya yazı yazan kullanıcıları durumundayız. Hayr ya da şer muslukları bize doğru olsa da, vananın başında oturanlar yine onlar. Neyin görünür olacağına, neyin ne kadarının kime ulaşacağının kararını veren de aynı yapılar.

İSTİLA SADECE BATIDAN MI?

Batının yön olmayıp şerrin genel adı olduğu artık bilmeyen yok. İster batıdan, ister doğudan, ister kuzeyden isterse de güneyden gelsin, yönden çok fikre, zikre, açık yahut gizli patrona, bağıran ya da sinsice yürüyen amacı öncelemek gerekiyor. Demokrasilerde isteyen istediğini rahatsız edebilir. Demokrasi adına dilediği yalanı söyleyebilir ve manipülasyonda bulunabilir. Nasılsa itiraza karşı “diktatör” diye bağırarak bastırabilirler. O zaman bağırana değil bağırtana bakmak daha akıllıca olacak.

KÖRFEZİN DERDİ NE?

İran’ın devrimin ilk gününden bu yana sıkça yalana müracaat ederek, çoğu kez de batı maskesi kullanarak Türkiye’ye yönelik yaptığı algı yönetimi ve yalan haberleri ehlinin malumuydu. Şimdi ise İsrail, İngiltere ve Amerika’nın sömürgesi durumundaki Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın yayın organları aynı yolları deniyorlar. İstanbul’a kurdukları şirketlerle Şark’ul Avsad, el-Arabia gibi kendi kuruluşlarının Türkçelerinin yanı sıra The Independent’ın batılı yayın organlarının Türkçelerini de finanse etmeleri yeni ortak hedefin bir zemini olabilir mi?

SPUTNIK YOLDAŞ MI, YOLA DÖŞENEN MAYIN MI?
Sıcak denizlere inme hırsıyla yanıp tutuşan Rusya, tarihte en büyük düşman olarak gördüğü Türkiye üzerinde büyük emelleri olan bir ülke. Hiçbir zaman kalıcı bir müttefiklik kurmanın mümkün olmadığı devletlerin başında yer alan Rusya’nın şimdilerde başta Sputnik ve RS Fm olmak üzere Türkiye kamuoyuna yönelik yayınları ile ağın bir başka cephesini oluşturuyor. Türkiye’nin batı ile ilişkileri, Suriye ve Mısır ile ilgili duruşu, terör örgütleri, Azerbaycan, Kırım, Gürcistan, Türk Cumhuriyetleri ve Afganistan gibi bahislerde yaptığı agresif yayıncılığı bir devletin başka bir devlete yönelik yapabileceği yayıncılığın yeni örneklerinden birini oluşturuyor. Sputnik kelimesi her ne kadar 1950’lerde SSCB’nin uzay aracına verdiği isim ise de mânâsı ‘yoldaş’ demektir. Çarları Lenin, Stalin gibi liderleri ile şöhret bulan Sputnik’in yoldaş mı mayın mı olduğuna siz karar verin!

ALMAN VAKIFLARI SESSİZ VE DERİNDEN

Batı sadece kendi kurum ve kuruluşlarıyla değil, aynı zamanda kullandığı taşeronlarla da sahamızda. Alman Vakıfları, Soros diğer sermaye yapılarınca finanse edilen sol ve liberal çevrelerin gürültü koparmandan sessiz ve derinden ilerleyişi şüphesiz dikkatle izlenmesi gereken yeni bir durum. Cumhuriyeti kuran iradenin isminin ardına sığınan eski kaşarlanmışların bir nebze tribünün ardına çekildiği bu dönemde ister onların yetiştirmeleri isterse de eski tüfeklerin suflörlükleri ile yürüyen, görünür ancak hesaplı internet oluşumlarının inceden inceye döşedikleri mayınlarda bir başka bahis.

İSRAİL DESTEKLİ KARANLIK KÜPLER

İnternette MOSSAD’ın depka’sının izinden giden ve dahası aynı yapılarca beslenen, özellikle fitne çıkarmaya matuf provokatif haberleri ile şöhret bulan odatv gibi eski oyuncuları da hayli etkin. Eski defterleri açarak nefreti körükleyen ve ‘karanlık küp’ olarak ünlenen bu siteler, habercilikten ziyade Mescid-i Âksâ’nın altına tünel açanlarla aynı işlevi görüyor.

HER TÜRLÜ ENSTRUMANI KULLANIYORLAR

Bizim ülkemizde de darbeye zemin hazırlamak için gerçekleştirilen Gezi olayları, yerli yabancı basın organlarının çeşitli yayınları, ekonomik kriz denemeleri ve FETÖ, PKK gibi terör örgütleri kullanıldı. Ancak gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gerekse de halkın feraseti her defasında kurulan tuzakların bozulmasını sağladı.

GAZETECİLİK KILIFLI ALGI OPERASYONLARI

Batı medyası Erdoğan nefretiyle yatıp kalksa da yaptıkları yayınlar Türkiye’deki kamuoyunu yeterince etkileyemedi. Gazetecilik kılıfı altında yapılan algı operasyonları Türkiye’de başarılı olamadı. Financial Times, Economist gibi ekonomi dergileri kriz algısını sonuna kadar körüklemeye çalışsa da BBC, CNN kriz çığırtkanlığına soyunsa da bir türlü kur saldırıları yaşandığında halkın sokaklara çıkıp, marketleri neden yağmalamadığına akıl sır erdiremediler.

BOŞLUKLARA SIZILIR

Şimdi ise Türkiye’de yazılı basının bir duraklama dönemine girip bazı gazetelerin kapanmasıyla birlikte doğan boşluğu itina ile doldurmaya çalışıyorlar. Daha çok dijital ortamda örgütlenen bu yayın organları, şimdilik algı operasyonlarını muhaliflik örtüsü altında, çok da belli etmeden yapıyorlar. Fakat ileride nasıl bir yayın çizgisi izleyeceklerine dair endişelenmemiz yersiz mi?

YABANCI VAKIFLARI FONLUYOR

“Çünkü Özgür” sloganı ile yola çıkan Medyascope.tv’ye bakalım. “Türkiye’nin sivil, bağımsız, özgür ve çoğulcu medya ortamı” olarak lanse edilen Medyascope, başta gazeteciler olmak üzere, Periscope ve sosyal medyanın sunduğu diğer imkanları kullanan, kullanmak isteyenler için ortak bir mecra olmayı hedeflediğini söylüyor. Ancak destekte bulunanlar bölümüne girip baktığımızda ilk gözümüze çarpan Açık Toplum Vakfı oluyor ki, Soros’un vakfı olduğunu söylememize gerek yok. Diğer destekçi kurumlar Amerika merkezli Chrest Foundation, Alman vakıfları olan Heinrich Böll Stiftung ve Friedrich Ebert Stiftung’u, İsveç bağlantılı Sida ve Danimarka bağlantılı IMS’yi görmek mümkün. Elbette bu bağlantılar gizli saklı değil. Ancak özgür medyanın ne kadar özgür olduğunu sorgulatıyor.

BAĞIMSIZ DEMEK BATIYA BAĞLI DEMEK!

Anasayfasında “Bağımsız iletişim ağı” mottosu olan Bianet’in sitesinin en altında şöyle bir metin yer alıyor: “Bu web sitesi IPS İletişim Vakfınca İsveç Uluslararası Kalkınma Ajansı (SIDA) desteğiyle yürütülen, “Haklar İçin Habercilik, Haberciler İçin Özgürlük” -kısa adıyla BİA3 – projesi kapsamında yayınlanmaktadır. Bu web sitesinin içeriği yalnızca IPS İletişim Vakfı’nın sorumluluğundadır ve hiçbir biçimde SIDA’nın tutumunu yansıtmamaktadır.” Bu açıklama sitenin ne kadar bağımsız olduğuna dair fikir vermek için yeterli. Anlaşılan yabancı ülkeler tarafından fonlanmak bazı lügatlerde bağımsız olmaya karşılık geliyor.

ERDOĞAN NEFRETİNDEN BESLENMEK

Bunların yanı sıra gazeteduvar, Diken, T24 gibi bazı siteler daha çok muhaliflik üzerinden yayın yapıyorlar. Muhalif görüş açısı gerekli elbette ancak Türkiye’de geçer akçe daha çok Erdoğan nefreti. Ülkedeki her olumsuz olayı Erdoğan’a yormak, Erdoğan üzerinden yorumlamak sıradan hale geldi. Mikrofonu eline kapan sokağa çıkıp günlük hayatı yansıtıyormuş gibi görünen ancak algı operasyonlarına göz kırpan video haberler çekiyor.

Dönemsel ekosistemin sonu

Son yılların en yaygın ve yeni meslek alışkanlıklarından birinin medya dünyasında yaşandığını düşünüyorum. Fakat bu durumun meslek alışkanlığından ziyade bir nevi meslek hastalığı haline gelmek üzere olduğunu da söylemem gerekiyor. Daha açık bir ifadeyle, bir şekilde medya dünyasında yer alan neredeyse herkes, kendi bulundukları kurumları, gazeteleri, televizyonları, kurumları da buna dâhil ederek, artık, medyanın bittiğini, gazeteciliğin sona erdiğini, haber ve özel haber üretilmediğini, hatta artık bir medya okuru ve izleyicisinin kalmadığını söylüyor, yazıyor, konuşuyor, tartışıyor.
Şüphesiz ki bu, bulunduğunuz pozisyona, konuma, bakış açınıza, önceliklerinize ve kanaatinize göre değişen, değişebilecek yargılardır. Net olan şu ki, artık 10 yıl öncesinin dünyası da, Türkiye’si de, medyası da okuru da hatta iletişimi de yok.
Bunu, son yıllardaki en ezber klişe ile, “her şeyin dijitalleştiği, konvansiyonel medya ve iletişim araçlarının sonunun geldiği, tek gerçeğin dijital iletişim” olduğu kanaatinden söz etmiyorum. Bir anda gelen hiçbir şey, kalıcı olan değildir.
Dijitalin bu derece her şeyi kuşatması, konvansiyonel olanın sonu anlamına gelmez, gelmediğini de görüyoruz aslında. Yeni medya platformlarını, dijital mecralarını besleyen, hatta vâr eden, hâlâ ve tabiî olarak elbette, bilgi, haber, içerik, gazeteciliktir, üretimdir ki, bu hiç bir zaman da değişmeyecektir genetiği itibariyle.
Matbu olarak yayın hayatına son veren Haberturk ve Vatan gazetelerinin seyir değiştirmesi, özellikle Hürriyet gazetesinde yaşanan patronaj değişikliği ile birlikte (burada, Ahmet Tulgar’ın Aydın Doğan yazısının ve Mehmet Efe’nin çok uzun zaman önce Yeni Şafak’ta kaleme aldığı yine Aydın Doğan yazısını anmam gerekiyor), Fatih Altaylı’nın ifadesiyle “tanrı yazarlar” döneminin sonuna gelindiği konuşuldu, konuşuluyor.
Derya Sazak, Kadri Gürsel, Mehmet Yakup Yılmaz, Mehveş Evin, Ruşen Çakır, Murat Yetkin, Mehmet Tezkan gibi isimlerin farklı zamanlarda, farklı mecralara verdikleri mülakatlardan da anlıyoruz ki, “dönemsel ekosistem” aslında sadece sermaye ile var. Bu sermaye, çeşitli sebeplerle, uzun bir “kör dövüşü”nden sonra, adeta “hayvan terledikten” sonra bir anda çekilince, yeni medya – dijital medya platformları bir nevi “hürriyet plazası” konumuna, (planlı ya da plansız bir şekilde) gelmiş oldu.

ÇARPITICI ÖZEL VİDEO DOSYALAR
Sputnik, BBC Türkçe, Deutsche Welle, Şarkul Avsat, CRI, (yakında yayına başlayacak olan) Independent gibi farklı ülkelerin yayın markaları, kendi ülkelerinin, Türk dış siyasetinin bazı parçaları ile müzahir oldukları alanlarda dahi, seçtikleri ifade kalıpları, başlıklar, tanımlamalar, fotoğraf tercihleri ve refleksleri ile, Diken, T24, Duvar, Medyascope.. gibi “toplamda Erdoğanfobik ilk 11” listesi çıkardığımızda ilk 5’te yer alacak “sivil” mecraları dahi zaman zaman aşan bir dil kullanmakta stratejik olarak özenli bir ısrar göstermekteler. BBC gibi, hangi dilde yayın yaparsVanız yapın, dünyaya gazetecilik standartları alfabesi “dayatan” BBC (Türkçe) de dahi, tanımlayıcı, çarpıtıcı, yönlendirici, edilgenleştiren, vülgarize eden özel (video) dosyalar, haber içerikleri ve röportaj – analizlerle karşılaşabiliyoruz.
Kitabın tam ortasından konuşmak gerekirse, özellikle son 3 yılda aşama aşama “amatör ve sivil bir kurumsallaşma” grafiği gösteren mecraların bir şekilde etkinlik oluşturmaları, “başarılı” olmalarının temel sebebinin “Türkiye’de muhalif medyanın susturulması” tezinin yaygınlık kazandığı bir vasatta konuşacak olursak, Evrensel, BirGün, Cumhuriyet gibi gazetelerin (yaşadıkları kendi iç çatışmaları arasında dahi ) bir şekilde ayakta kaldıkları ortada.
90’lı yıllar Türkiye’si, 28 Şubat günleri ve geride bıraktığımız son 15 yıllık serüvenimizde medyanın, bugün bir kısmı yukarda ismi geçen bazı gazeteciler olmak üzere, bugün “iktidarın uçağındaki” birçok gazetecinin, köşesini, kalemini, manşetini ne denli vazgeçilmez bir “cephe” olarak gördüklerini ve kullandıklarını, dijital ve matbu arşivler sayesinde net olarak görmek mümkün.

YENİ BİR DİL OLUŞUYOR
Bu temanın biraz daha dışından yayınlar yapan Cüneyt Özdemir’in youtube kanalından yaptığı, ortalama 250 bini aşan izlenme rakamına sahip etkili ve popüler yayınlarının yanında, “ideolojik” duruş ve öncelikleri, olanca çabalarına rağmen bir şekilde fark edilen (fark ettirilen) Teyit.org’un, özenli, nitelikli ve doğru içerik üretimine önem veren yayıncılığını zikretmek gerekiyor.
140 Journos, ve Journo, kısa sürede ürettikleri video dosyaları, özgün hikâye – kurgu anlatımları ile (NewsLabTurkey’i biraz daha ayrı tutarak söyleyecek olursak) ile, daha steril ama aynı zamanda daha ince bir hesaplaşmacı -dolaylı- katmanlı bir “yeni medya” dili üretme sürecinde olduklarını fark etmek gerekiyor.

‘YENİ MEDYA’NIN CEPHELERİ
Son birkaç örneğe bakacak olursak, Ünsal Ünlü’nün, TRT Türk’te yıllar önce sunduğu “Masa” programı biter bitmez başladığı, Ayşenur Arslan, Can Dündar, Ahmet Şık, Emin Çölaşan, Kadri Gürsel, Anberin Zaman karışımlı bir gazetecilik ortalaması ile sürdürdüğü periscope yayınlarının, İrfan Değirmenci örneğinde olduğu gibi önemli bir izlenme trafiğini yakaladığını da belirtmek isterim.
Bütün bu konuştuklarımız aslında “yeni medyanın” bir “cephesi”. Üzerine konuşacağımız birçok “cephesi” var, devamı belki başka bir soruşturmaya diyelim. Son söz niyetine şunu söylemek isterim, nitelikli içerik üretimi her zaman, her yerde kazanmaya, kazandırmaya devam edecek.

Benzer konular