Gazeteci Beşar Kadumi Suriye’de 3.5 yıl önce kayboldu. Eşi Arzu Kadumi her kapıyı çalmasına rağmen hiçbir sonuca ulaşamadı. Bir yandan çocukları için dik durmak zorundaydı. Hala eşinden bir haber bekleyen Kadumi, kendini iyileştirmek için kaleme sarıldı. “Bu size dışarıdan verilen şifalardan daha güçlüdür. Konuşmaktan, ilaç kullanmaktan ya da nasihatlerden… Benim için şifa kaynağı oldu” diyen Kadumi’nin öyküleri Çal Bahtiyar adıyla kitaplaştı.
Suriye Konsolosluğu önünde, elinde eşi Beşar Kadumi’nin fotoğrafları, boynu bükük ama metanetle beklerken tanıdık Arzu Kadumi’yi. Al Hurra gazetesi için haber yapmak amacıyla gittiği Suriye’de kaybolan Beşar Kadumi’nin yanında bulunan Japon gazeteci Mika Yamamoto ölmüş, Cüneyt Ünal yakalandığı rejim askerlerince serbest bırakılmıştı. Ancak Kadumi’den ağır şekilde yaralandığı dışında hiçbir haber yoktu, hala yok. Arzu Kadumi eşi için çalmadık kapı bırakmadı, eylemler yaptı ve en zor olanı da yaptı; bekledi. İki çocuğuyla bir haber, bir umut ışığı bekledi. Ancak aynı zamanda o bir anneydi. İki çocuğu için dik durmak zorundaydı. Kendini iyileştirmek için kaleme sarıldı. Eşi Suriye’ye gitmeden önce başladığı Ali Ural’ın atölyesine devam etti. Yazdıkça iyileşti, iyileştikçe yazdı. Kendi kendine yardım eli uzattı Arzu Kadumi. Yazdıkları şimdi Çal Bahtiyar adında bir öykü kitabına dönüştü. Arzu Kadumi ile eşi Beşar’ın doğum gününde, yazdıklarını ve yaşadıklarını konuştuk.
Yazmaya geç kaldım
“Eşim Suriye’ye gitmeden önce başlamıştım hikaye yazmaya. Evimin karşısında belediyenin bilboardunda Ali Ural’ın yazarlık atölyesinin ilanını gördüm. Birden o ilanı görünce gitmem gerektiğini düşündüm. Gazetecilik mezunuyum. O güne kadar haber ve teknik metinler yazmıştım, editöryal işlerle uğraşmıştım ama edebi yazılar hiç yazmamıştım. Ali Ural’la tanıştıktan sonra yazmayı hiç bırakmadım” sözleriyle anlatıyor yazmaya başlayışını. Daha önce de okumalar yaptığını söyleyen Kadumi ancak bilinçli olarak okumaya başlamasının da yazarlık atölyesi ile birlikte olduğunu anlatıyor ve ekliyor: “Toplamda 3 yıldır yazıyorum. Kırk yaşındayım. Çok geç başladım yazmaya.”
Benim şifam kalemimde
Arzu Kadumi’nin yazmayı sevmesi dışında bir sebebi daha var kaleme sarılmasının. “İnsanın kendine uzattığı yardım elidir yazı. Benim için öyle oldu. Şifa kaynağı oldu yazmak” diyerek anlatıyor bunu. Kendini iyileştirmek, çocukları karşısında daha dik durabilmenin yolunun kendisi için yazıdan geçtiğini ifade eden Kadumi, “O yolu buldum ve o kapıyı açtım” diyor. Kiminin dikişle, kiminin edebiyatla, kiminin resimle kendini iyileştirdiğini ifade eden Kadumi, “Bu size dışarıdan verilen şifalardan daha güçlüdür. Konuşmaktan, ilaç kullanmaktan ya da nasihatlerden… Çünkü onu siz istersiniz. Eğer siz isterseniz Allah onu veriyor size. Ben bunu istedim. Allah da yardım etti. Çok şükür şimdi daha iyiyiz. Herkes isterse kendine yardım eli uzatabilir. Allah biz ne kadar dibe vurursak vuralım kendimizi iyileştirmek için sebepler veriyor” diyor.
İstikrar yazıda da gerekiyor
Kadumi başta yazdıklarını beğenmemiş ancak hocası “Yazman gerekiyor” dedikçe kalemi bırakmamış elinden. Ural’ın teşvikleriyle okudukça ve yazdıkça öyküsünün daha iyiye gittiğini fark etmiş. “Bu bir istikrar meselesi ve aslında her iş gibi ciddiye alınması gerekiyor. Her işe ne kadar emek verirseniz o da size öyle cevap veriyor. Yazmak da böyle” diyen Kadumi yazmaktan büyük keyif aldığını da ifade ediyor.
İnce kalem işçiliği
Kadumi’nin hikayelerinde hem yaşanmışlığın izleri var hem ince işlenmiş detaylar. Hikayelerini yazarken çok araştırma yaptığını ve bunu yaşanmışlıklarla birleştirerek yoğurduğunu söyleyen Kadumi’nin kalem işçiliğini torik balığını anlattığı hikayesinde görebiliriz mesela. Çocukluğu Kapıdağ yarımadasında geçen Kadumi’nin deniz ve balıkla tanışıklığı o yıllara dayanıyor. Torik’in hikayesini rahmetli babasından dinlermiş. Kadumi, “Torik bir balık çeşidi ve palamutun irisi. Çocukları da torik diye severler. Denizle ve balıkla tanışıklığım yeni değil benim için. Ama o öyküyü yazarken araştırmanız gerekiyor. Ciddi bir iş yapıyorsunuz. Okuru da ikna etmeniz gerekiyor. Sadece o değil çoğu öykümü yazarken araştırma yaptım. Asansör’de, Bir İhtiyarın Gözlüğü’nde… Ama yaşanmışlık da duyguyu veren kısım” diyor.
Uzun cümlelerim Tanpınar’dan
Hikayelerinde orijinal benzetmeleri ve uzun cümleleri dikkat çeken Arzu Kadumi klişelerden mümkün olduğunca kaçmaya çalıştığını ifade ediyor. Bu nedenle Tövbeli hikayesinde “tövbe don lastiği gibi” uzayıp esneyebiliyor mesela. Riskli bir tercih olarak uzun cümleleri de kullanıyor Kadumi. Bir mühendis gibi uzun cümleyi işlemeniz gerektiğini söyleyen Kadumi, “Başlarda hikayeleri yazarken fark ettim ki hep uzun cümle kuruyorum. Sürekli uzun cümle de metni yoruyor. Sonradan kısa cümle, uzun cümle uyum içinde devam etti. Sanırım uzun cümleler yazmamda Tanpınar ve Proust’un etkisi var. Çünkü Tanpınar ve Proust’u çok okuyorum. Okuduğunuz kaynaklar kaleminizi besliyor. Cümlelerimin uzun olması bu kaynaklardan çok fazla beslendiğimden olabilir” diyor.
Kendi hikayemi yazmayacağım
Kadumi’nin hikaye kahramanları Osman, Ziya, Neriman, Binnaz gibi isimler taşıyor. Kadumi “Erkek ismi deyince aklıma Ziya, Osman kadın deyince Nerimna, Nermin, Binnaz geliyor. Güncel isimler hikayelerime yakışmıyor gibi geliyor” diyor. İnsan ister istemez sayfaları karıştırırken gözleri Kadumi’nin kendi hikayesini de arıyor. Arzu Kadumi kendi hikayesini yazmayacağını şu sözlerle anlatıyor: “Kendi hikayemi yazmayı düşünmüyorum. Düşünceler, kalpler değişiyor bilemem ama şu an bunu yazma konusunda bir isteğim yok. Herşeyi göz önünde yaşadım fakat bunun çok özel ve çok mahrem olduğunu düşünüyorum. Gizli kalmasını istiyorum.”
İlk baskı bitmek üzere
Kitaptaki öyküler bir buçuk yılda ortaya çıkmış. Bir öykü üzerinde 2 ya da 3 hafta uğraştığını söyleyen Kadumi bazen paragrafları ezberlediği bile olduğunu anlatıyor. “Çok fazla yazıp bozuyorum. Duygu bütünlüğü bozulduğu için aynı cümleyi defalarca okumam gerekiyor. Torik hikayesinde dediğim gibi çok da araştırma yaptığım için tutarlı olması gerekiyor yazdıklarımın” diyor. Kitabı Ekim ayında çıkan Kadumi’nin hikayeleri beğenilmiş olacak ki ilk baskısı bitmek üzere.
Arafta kaldık
Arzu Kadumi ile buluştuğumuz 22 Aralık Beşar Kadumi’nin doğum günüydü. Oğlu Enes ve kızı Zehra’nın bugün yaklaştıkça duygusallaştığını anlatan Kadumi, “Müsbet, menfii hiçbir gelişme yok. 20 Ağustos 2012’deki yerdeyiz. Allah’a şükrediyoruz. Bekliyoruz. Allah’tan bize bir hayır kapısı açmasını bekliyoruz” diyor. Kızı Zehra’nın “Daha ne kadar geçecek” diye sorduğunu çünkü babasının bir yerde tutsak olduğunu ve bir gün geleceğini düşündüğünü aktaran Kadumi, oğlunun ise babasının ölmüş olması ihtimalini daha çok düşündüğünü söylüyor. Arzu Kadumi de çok olumlu düşünemediğini ama Allah’ın mucizelerinin her zaman olabileceğini ifade ediyor: “Ağır şekilde yaralanmış. Oradaki sıhhi şartların çok iyi olmadığını biliyoruz. Gaybı yalnızca Allah bilir ama savaş ortasında bir adam karın bölgesinden ağır bir şekilde yaralanmışsa ve 3.5 yıldır kendisinden haber alınamıyorsa çok da olumlu şeyler gelmez insanın aklına. Emanetin sahibi o. Bize de bildirsin emanetin akıbetini.”
Kadumi insanın bir şekilde yaşadığını ve hayatın devam ettiğini söylerken şu cümlesi yaralıyor insanı: “Arafta kalmak zor. Hep bekleyeceksiniz. Ben kırk yaşımdayım, kocamdan bir haber beklerim fakat çocuklarım çok küçükler. Bu haberi hayatlarının ortasına oturtmalarını, ona göre yaşamalarını istemiyorum. Her şeyi erteliyorsunuz.”
Suriyelileri gördükçe durumumdan utanıyorum
Kadumi ailesi için acıların başladığı yer oldu Suriye. Ancak Suriyelilerin durumunu gördükçe kendi derdini unutuyor Arzu Kadumi. “Bizim durumumuzda ya da bizden daha kötü durumda olan çok insan var Suriye’de. Onları gördükçe, düşündükçe, yaşadıklarımdan ben çoğu zaman utanıyorum. Çünkü çok ağır şeyler yaşıyor insanlar” diyor. Kadumi Suriyeli çocuklar için Arapça yayınlanan bir dergide de onlar için öyküler yazıyor.