CHP halka tepeden baktı düpedüz din düşmanlığı yaptı

70 yıllık müzmin muhalefet partisi CHP, her zaman olduğu gibi yine ortalığı toza, dumana boğarak puslu havadan iktidar devşirme peşinde. 1960’da ortalığı fena halde bulandırıp askeri göreve çağırmadı mı? 1977 yılındaki Güneş Motel hadisesinde siyaset iklimini fesada boğup milletvekili pazarlıklarına girişmedi mi? Her daim karanlıktan medet umarak türlü numaralar sergileyen CHP’yi duayen bir isimle, Avni Özgürel ile konuştuk. Güzel bir sohbet oldu. Umarım sizin de hoşunuza gider.

CHP deyince sizin aklınıza ne geliyor?

İlk akla gelen Cumhuriyet Halk Fırkası, yani 1938 yılına kadar Mustafa Kemal’in başında olduğu, ülke yönetiminde rol oynamış parti. Sonradan adı fırka iken partiye dönüştürüldü filan. Akabinde Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü’nün genel başkanlığında “Tek partiyiz ama farklı görüşleri hatta muhalefeti bile içimizde barındırıyoruz” mantığıyla 1950 yılına dek aynı minvalde devam etti. 1946 yılında mâlum dörtlü takrirle -ki bana göre demokrasi manifestosu sayılabilecek parti içi başkaldırıdır- ortaya çıkan Demokrat Parti ile birlikte Türkiye başka bir evreye geçti. CHP, 1950 sonrası iktidar partisi olmaktan çıktı, müzmin bir muhalefet partisine dönüştü. Malumunuz o tarihten sonra bir daha tek başına iktidara gelemedi.

Bu durumun sosyolojik ve siyasi sebepleri nelerdir?

Halkın tek parti yönetimine – buna Mustafa Kemal ve İnönü’nün dönemleri de dâhil – itirazı söz konusu. Halk CHP’den rahatsız. Bu bir anlamda psikolojik hadise. Bakın, bu ülkede saltanatın kaldırılması neredeyse oy birliğiyle olmuştur. Kimse itiraz etmemiştir. Fakat hilafet meselesinde Türkiye farklı bir tartışmanın içerisine girdi. Ondan sonra da zaten din-siyaset ilişkisinde sergilenen politikalar -yani mesele sadece hilafetin kaldırılmasından ibaret değil- insanların tepkisini çekti.

Fransız devriminden miras Jakoben zihniyete işaret etmiyor mu bu? Tepeden bakan, buyuran, toplumun temel dinamiklerini hiçe sayan aynı tavır. İttihatçı kafa buradan beslenmiyor mu?

Bilhassa İsmet Paşa’nın başbakanlığı dönemindeki uygulamalarla bir rahatsızlığın oluştuğu biliniyor. Nitekim halkta genel bir kanaat oluştu, “Din ve Cumhuriyet Halk Partisi birbiriyle alakasız, yan yana gelemez iki şeydir” diye. Neticede CHP’nin başlangıçta dokuz olup sonradan altıya indirilen umdelerinin bir tanesi de laiklik oldu.

Doğru diyorsunuz ama laiklik resmen 1937 yılında kabul edildi. Biraz geç bir tarih değil mi?

Evet, bakıldığında öyle. Fakat resmileşme öncesinde takınılan tavır yine bu. Bir de CHP’nin laiklik yaklaşımı gerçekten Jakoben, dayatmacı bir yaklaşım. Fransız devriminin parti ve kadro üzerindeki etkisini buradan görmek mümkün. Laiklik, bu yaklaşımla birlikte tamamen din aleyhtarlığı olarak uygulandı. Klasik tanımıyla din-devlet ilişkilerinin ayrılmasından ibaret kalmadı, çok daha ötesine geçti. Daha sonra, 1960 ihtilali dâhil CHP ancak tepeden inmeci yöntemlerle iktidar denemelerine kalkışan bir parti hâline geldi.

70 yıldır tek başına iktidar olamamış bir parti ama bakıyorsunuz kendisini sandıkta ezen partilerin hiçbiri bugün mevcut değil. Demokrat Parti yok, Adalet Partisi yok. SHP’yi ezip geçen ANAP da yok. Tuhaf değil mi bu?

Haklısınız fakat şöyle de bir durum var. Doğrusunu söylemek icap ederse Deniz Baykal CHP’nin son genel başkanıdır.

Ne açıdan söylüyorsunuz bunu?

Çünkü Baykal, geleneksel Cumhuriyet Halk Partisi misyonunu temsil eden son isimdir diyebiliriz.

O zaman CHP açısından doğal bir finişten bahsedemeyiz. Neticede Baykal bir kaset komplosuyla görevini bıraktı, öyle değil mi?

Evet, kaset skandalından bugüne ortaya çıkan manzara CHP’nin sadece bir tabeladan ibaret kaldığını gösteriyor. Bu başka birşey. CHP’deki değişim süreci bunlar değil. 12 Eylül’de biliyorsunuz bütün partiler kapatıldı. Zamanın CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit BBC’ye verdiği bir demeçten dolayı tutuklandı ve Ankara’daki Ulucanlar Cezaevi’ne konuldu. İnternete girerseniz bir fotoğraf göreceksiniz. Ecevit’in mahkemede yargılandığı zamana ait bir fotoğraf. Ecevit sanık sandalyesinde oturmaktadır. Dinleyici sıralarında ise sadece Rahşan Hanım bulunmaktadır. Etrafta kimse yoktur. CHP kendi genel başkanını terk etmiştir.

Peki, bu neyin ifadesi?
Basbayağı terk ettiler işte, arkasında durmadılar.

‘PARTİ SİZİNDİR. BENİ ARTIK İLGİLENDİRMİYOR’

DSP’ye giden yol o gün mü başladı?

Bülent Bey’in de gönlünden CHP’nin silinmiş olduğunu söylemek lazım. Nitekim 12 Eylül’de yasaklanmış siyasi partilerin yeniden kurulmasına imkan veren anayasa değişikliği yapıldığı vakit CHP’nin son genel sekreteri Mustafa Üstündağ Milli Emlak ve Hazine’den CHP Genel Merkeziyle başkana yani Bülent Bey’e ait makam arabasının anahtarlarını alıp Ecevitlerin evine çıkageldi. Ben bunları, Zincirbozan isimli altı bölümlük televizyon dizisini kaleme alırken Bülent Bey ile görüşmek suretiyle bizzat şahsından duydum. Üstündağ gelip “Efendim anahtarları teslim aldım, artık partinin ismi de serbest, partinin mührü de bizde. Buyrun, aşağıda makam arabanız sizi bekliyor” deyince Bülent Bey’in cevabı şöyle olmuş: “Parti benim değildir. Parti sizindir. Beni artık ilgilendirmiyorsunuz.”

ECEVİT: CUMHURİYET HALK PARTİSİ DEĞİŞEMEZ, DEĞİŞTİRİR

Parti içinde mücadele verip İnönü’yü devirmiş bir isimden bahsediyoruz. Kolay bir karar olmasa gerek…

O zaman Bülent Bey’in bana söylediği bir söz var. “Cumhuriyet Halk Partisi değişemez, değiştirir.” Söylemek istediği, yani ben de yapamam. Parti bana hiçbir zaman ayak uyduramadı, hep ben partiye ayak uydurmak zorunda kaldım” demiştir.

Mâlum Özel Harp Dairesi geldi aklıma hemen.

Evet, öyle.

Demek ki sistem ona da kapalıydı.

Tabi, kapalı.

Nitekim suikast teşebbüsü de yapıldı.

Elbette. Baktı ki CHP ile olmuyor, olmayacak; gitti kendi kafasındaki partiyi, DSP’yi kurdu. Hanımıyla birlikte Hamzakoy’da kuruldu yeni parti. Aslında 12 Eylül’den önce bile kafasında böyle bir teşebbüs mevcuttu. Milliyet’in başındaki Abdi İpekçi’ye de söylemiş bunu zaten.

CHP DENİZ BAYKAL İLE NOKTALANDI

Derin CHP yahut ‘İyi saatte olsunlar’ demek ki onu da rahat bırakmadı.

Öyle. Bülent Bey samimi adamdı. Siyasetçi kimliğini bir kenara bırakarak söylüyorum bunu. Sonrasında mâlum CHP’nin başına Erdal İnönü gibi isimler geçti. Bütün o hengameler yaşandı. Neticede iş, Deniz Baykal’a intikal etti. Benim kanaatime göre Deniz Baykal ile de noktalandı. Kılıçdaroğlu ile başlayan süreçte, adı-tabelası aynı olsa da bildiğimiz CHP yok ortada, başka bir yapı mevcut.

Nedir o başka yapı? Neyin öncüsü, neyin habercisi?

Bu sadece iktidara oynayan bir parti. İktidara ne şekilde gelineceğinin, kimin getirdiğinin bir önemi yok. “Bizi iktidara kim taşıyabilir? Ekmelettin İhsanoğlu mu, o zaman gelsin” şeklinde bir zihniyet oluşmuş.

6 OK İNSANLARA İTİCİ GELİYOR

İdeolojik çizgiden oportünizme (fırsatçılığa) evrilmiş bir yapıyı kastediyorsunuz sanırım.

Tabi ki. Pragmatizm, oportünizm… “Bizimkilerden bir hayır yok, millet bunlara oy vermiyor. Altı ok insanlara itici geliyor, gördükleri vakit hoşlarına gitmiyor” anlayışı hâkim. Dolayısıyla bunu kıracak adamlara ihtiyaç var. “Kim bunu kırabilir” diye bakıldığında genelde muhafazakar, sağ cenahtan gelme, devşirilen isimler göze çarpıyor.

Burada bir samimiyetten bahsetmek mümkün değil o vakit.

Yok elbette. Bu tamamen bir iktidar arayışı. Bugün baktığımızda CHP’nin kavgası tamamen Erdoğan ile. Verdiği mücadele, Erdoğan’ı indirme mücadelesi. Onu kim indirebilir? Erdoğan’ın yanında, yöresinde bulunmuş daha sonra AK Parti’den kopmuş siyasilerden ikna edebildiklerini safına çekerek deniyor bunu.

Bu da Güneş Motel çağrışımı yaptı bende.

Deniyor, denemeye devam edecek. Bazılarını çekmeyi başardı bile.

İlkeler hak getire yani…

CHP aslen Türk Milliyetçisi bir parti olarak bilinir. Öyle bir damarı var. Şimdi bakıyorsunuz HDP ile kolkola bir görüntü verebiliyor. Milletvekilleri içerisinde hatta genel başkan seviyesinde “PYD terör örgütü değildir. Onlar kendi vatanlarını koruyorlar” şeklinde bir söylem söz konusu. Bu, bizim bildiğimiz CHP değil. Tabelası var, arkada Atatürk resmi var fakat zihniyet değişimi söz konusu.

1960 ihtilalinde de ‘İkinci Cumhuriyet’ söylemi var ama. 1961 anayasası neye karşı yapıldı, 1924 anayasasına karşı. Mustafa Kemal’in anayasası değil miydi, CHP niçin değiştirdi bunu? Nasıl bir Kemalizm bu?

Mustafa Kemal’in zaten Kemalizm diye bir derdi yok. Kendisi Kemalist filan da değil.

İNÖNÜ MUSTAFA KEMAL’E RAĞMEN TEZAHÜRAT YAPTIRDI

Peki, niçin peydahlandı bu iş, arkasında ne var?

Onuncu Yıl Nutku’nun sonunda anlatıyor: “Bütün bu söylediklerimin hakikat olduğu gün, senden ve medeni âlemden tek bir dileğim vardır. Beni hatırlayınız.” Bakın, bu cümleleri silmiştir. Kendisinin Kemalizm diye bir derdi olmamıştır. Kemalist diye geçinenler Şevket Süreyya ve Kadro dergisini çıkaranlar, öte yanda Peyami Safa gibiler. “Dur sana bir ideoloji yapalım” diyenler. Sonra Paşa bunların hepsini tasfiye etti zaten. Hiçbiriyle bir bağlantısı, ilişkisi yok. Sonradan onun adına İsmet Paşa bir denemenin içine girdi. Önce paralardan filan resmini kaldırdı. Baktı ki olmuyor, ters tepiyor geri dönüş yaptı. Hatta Atatürk’ün son demlerinde, 1938 yılının 23 Nisan töreninde ve yahut 30 Ağustos da olabilir. O zaman başbakan değil İsmet Paşa, görevden alınmış. Makamda Celal Bayar oturuyor. Ankara’da askeri geçit töreninde kendi lehine tezahürat yaptırdı. Düşünün, tribünde Atatürk oturuyorken oldu bu. Atatürk’e bile bayrak gösteren bir adam var ortada. Kemalizm böyle bir şeydir yani.

27 MAYIS FAŞİST BİR CUNTA

Arkasına sığınılan bir siper mi?

Bayrak gibi, flama gibi bir şey. 1960 darbesi aslında Türkiye’de tam bir faşist cunta darbesidir. Son hadisede bütün kavga Tayyip Erdoğan kavgasıdır. 15 Temmuz’da devirselerdi böyle bir sorun olmayacaktı. 17/25 Aralıkta devirselerdi yine böyle mesele çıkmayacaktı. Aslına bakarsanız CHP’nin AK Parti ile de bir sorunu yok. Çok rahat koalisyon bile yapabilir. Ama tek şartla: Yeter ki başında Erdoğan olmasın.

GÜL ADAY OLACAK

Son İstanbul seçimleriyle CHP havaya mı girdi, ne dersiniz?

Şöyle özetleyeyim. CHP bir kurgu yaptı. CHP-HDP-İYİ Parti-Saadet şeklinde bir kurgu. Buna millet ittifakı dedi. Bir oy aldı ve İstanbul’u, Ankara’yı ele geçirdi. Şu anki siyasetleri “Aman bu kurguyu bozmayalım” şeklinde. İyi de, bunu demekle iş olmuyor. Oradan biri çıkıyor laf ediyor, buradan biri çıkıyor konuşuyor. İstanbul Belediyesi’nde şu an muhtemelen Genel Sekreter Yardımcısı filan İYİ Parti’den birisidir. Başka türlüsü mümkün değil zaten. Madem ki bir birliktelik yaptın, iktidarı da paylaşmak durumundasın. Ama bu ne kadar sürdürülebilir?

HDP’liler çıkıyor başka türlü laflar ediyor. “Bizim sayemizde kazandınız” diyorlar. Zaman uzadıkça bu ittifakın gevşeyeceği görülüyor. 2023’e kadar kim öle, kim kala? Oysa 2023 için bir söz verildi. Cumhurbaşkanlığı sözü. Kim olacak bu? Abdullah Gül.

Bakma, geçen defa İYİ Parti yan çizince hesap şaştı. Yoksa geçen sefer bu iş oluyordu. Dikkat edersen iki aydır Türkiye bir erken seçim söylemiyle çalkalanıyor. Türkiye’ye bir erken doğum yaptırılabilir mi diye beklenti mevcut. Yeni partilerin kurulmaya çalışılmasını buradan okumak lazım. Hesap şu: Biri yüzde 6, diğeri yüzde 3 alsa toplamda yüzde 9 yapar. Nereden gidecek bu? Hesaba göre AK Parti’den. Hesaplar bunun üzerinde dönüyor.

Benzer konular