AK Parti, kuruluşundan 14 ay sonra, 3 Kasım 2002’de yüzde 34,4 oy oranıyla ve 365 milletvekiliyle tek başına iktidara geldi. Hiç kimse böyle bir sonucu beklemiyordu. Anketler, en az 3 partinin TBMM’ye gireceğini ve bir koalisyonun kurulacağını öngörüyorlardı. DYP’nin kıl payı farkla baraj altı kalmasıyla Meclis’e sadece iki parti girebilmiş, AK Parti tek başına iktidar olmuş, CHP barajın altından gelerek Anamuhalefet ve tek muhalefet konumuna yükselmişti.
18 Kasım 2002’de ilk AK Parti Hükümeti kuruldu. Şaşkınlık hızla geride bırakılmış, büyük bir heyecanla organize olunmuş, genç, dinamik bir ekip derhal çalışmaya başlamıştı. Hükümetteki heyecan bütün ülkeyi etkisi altına almıştı. Yaşanılan sıkıntıların ardından Türkiye istikrara kavuşmuş, uzun aradan sonra güçlü, özgüvenli bir kadro kolları sıvamıştı.
ANADOLU İHTİLALİ
Kısa süre içinde Türkiye baştanbaşa şantiyeye dönüştü. Yollar yapılıyor, barajların, konutların, okulların, hastanelerin temelleri atılıyor, on yıllardır bitirilemeyen yatırımlar hızla bitiriliyordu. Yakın zamanda tarihinin en büyük kriziyle sarsılmış ekonomi baş döndürücü hızda iyileşiyor, faizler ve enflasyon düşüyor, büyüme artıyor, kamu yatırımlarıyla birlikte özel sektör yatırımları canlanıyor, iç ve dış ticaret katlanarak büyüyordu.
Fakirlikle birlikte yasaklar da tek tek kalkmaya başlamıştı. Ekonomisi büyürken Türkiye daha da özgürleşiyor, demokratik standartlarını her gün daha yükseğe taşıyordu. Avrupa Birliği Türkiye’nin hızına yetişemiyor, oyalama için mazeret bulmakta zorlanıyordu. Recep Tayyip Erdoğan ülke içindeki en küçük detayla ilgilenirken, aynı zamanda ülkeler arasında mekik dokuyor, yeni, aktif, barışçı bir dış politikayla Türkiye’nin yatırımlarını, ticaretini, bunlarla birlikte itibarını artırıyordu. Paradan 6 sıfır atılıyor, sağlık sistemi kökten değişiyor, en ücra yerlere eğitim ulaştırılıyor, devlet ile vatandaş yeniden kucaklaşıyordu.
Muhalifler AK Parti’nin tek başına iktidarı yürütemeyeceğini, iktidarda hızla yıpranacağını beklerken, AK Parti, 2004 yerel seçimlerinde oy oranını yüzde 40’a çıkarıyor, Türkiye genelinde yeni ve büyük bir başarıya imza atıyordu.
İktidarının 5. yılında, 2007’de, askerler AK Parti’ye bir muhtıra vermek istediler. Türkiye’de sivil siyasetin ordu karşısında ürkek olması bir teamül haline gelmişken, AK Parti, muhtıra girişimine çok sert tepki vererek farklılığını, kararlılığını ve cesaretini bir kez daha gösterdi. Ardından AK Parti grubunun Cumhurbaşkanı seçmesi engellenince, Tayyip Erdoğan meydan okumaya meydan okumayla karşılık vererek erken genel seçime gitti. AK Parti bu kez de seçmenin yüzde 47’sinin desteğini arkasına aldı.
YÜZDE 50 İLE YENİDEN
2009 yerel seçimleri küresel krizin gölgesinde yapıldı; AK Parti yine milletin büyük desteğine mazhar oldu. 2011 seçimlerinde, AK Parti yıpranmak bir yana, yüzde 50 oy oranıyla desteğini çok daha fazla artırmıştı.
Başta lider Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, AK Parti’nin tüm kadroları, ilk günkü heyecanla, dürüstlükle, ilk günkü dinamizmle Türkiye için eser ve hizmet üretmeye devam ediyorlardı. Ekonomi yıllık ortalama yüzde 5 büyüyor, kişi başı gelir 3 kat artıyor, ihracatta tarihi rekorlar kırılıyordu.
2013 yılına gelindiğinde Türkiye IMF’e olan bütün borçlarını kapatıyor, faizleri tarihinin en düşük seviyesine çekiyordu. AK Parti durdurulamıyordu, çünkü durmuyordu. 16 bin kilometre bölünmüş yol, 500 bin konut inşa edilmişti. Türkiye kendi savaş gemilerini, tanklarını, ağır ve hafif silahlarını üreten bir ülke konumuna yükselmişti. Devasa projeler bir bir tamamlanıyordu.
Türkiye’nin tüm kesimleri, tüm vatandaşları arasında kardeşlik hukuku büyüyor, diline, mezhebine, inancına, yaşam tarzına, etnik kökenine, diline bakılmaksızın her vatandaş devlet karşısında birinci sınıf muamele görüyordu. İnançların, yaşam tarzlarının, dillerin üzerindeki yasaklar, düşüncenin, ifadenin önündeki engeller tek tek kaldırılıyordu. Türkiye bölgesinde süper güce dönüşüyor, küresel ölçekte mazlumların, mağdurların yegâne savunucusu olarak kalpleri fethediyordu. Türkiye değişiyor, değişirken bölgesinin dinamiklerini değiştiriyordu.
Bir türlü durdurulamayan, dizginlenemeyen AK Parti, 2013 yılının Mayıs ayında en büyük, en çetin meydan okumayla karşı karşıya kaldı.
AK Parti’nin Türkiye’yi istikrarlı şekilde büyütmesi, bölgesinde etkin bir güç haline getirmesi, Türkiye’nin özellikle İslam coğrafyasında liderliğe yükselmesi, Filistin davasının Türkiye tarafından güçlü ve samimi şekilde savunulması bazıları için derhal durdurulması gereken bir tehditti.
Türkiye’deki istikrarı bozmak, ekonomiyi çökertmek, sokakları karıştırmak için kullanılacak en uygun enstrüman, yıllardır beslenen ve bu operasyon için hazırlanan FETÖ elebaşısı F. Gülen’di.
Gülen, devlet içindeki örgüt elemanlarını kullanmak suretiyle, Türkiye’nin sol ve Kemalist kesimlerini tahrik ederek ve yönlendirerek sokakları karıştırdı.
Gülen’in felç ettiği emniyet ve yargı gösterileri izliyor, hatta gösterilerin büyümesi için sol ve Kemalist kesimleri teşvik ediyorlardı.
Recep Tayyip Erdoğan en küçük taviz vermedi, geri adım atmadı. Yine millete gitti. 5 büyük ilde yapılan mitinglerde milyonlar toplandı ve gösterilere karşı ağırbaşlı ama kararlı bir tutum sergilediler. Operasyon bozulmuştu.
Yılın son günlerinde, 17 ve 25 Aralık’ta FETÖ bu kez bir yargı darbesine girişti. Orada da başaramadı.
Erdoğan ve AK Parti bu büyük saldırıları yine bertaraf etmişlerdi; nitekim 2014 yerel seçimlerinde millet AK Parti’nin arkasında durmuş, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise Recep Tayyip Erdoğan’ı ilk turda Cumhurbaşkanı seçmişti.
Ne var ki, Gezi kalkışması ve 17/25 yargı darbesi AK Parti’de yara açmıştı.
Recep Tayyip Erdoğan, Gezi kalkışması ve 17/25 Aralık Yargı darbesi sırasında ailesiyle birlikte yalnız, yapayalnız olduğunu bir kez daha görmüştü. Doğal olarak “sadakat” arayışı gündeminin ilk sırasına yerleşmişti.
Muhalif ve muarızların kural ve ahlak tanımayan saldırıları AK Parti kadrolarında, teşkilatlarında ve AK Parti seçmeninde dengeleri alt üst etmiş, sınırları zorlamıştı.
AK Parti, bir yandan, bugüne kadar hiç yaşamadığı iç tartışmaları yaşamaya, kırılmaya, bir yandan da içine kapanmaya başlamıştı.
AK Parti sandıkla, milletin oyuyla gelmişti; sandıkla, milletin oyuyla gitmiyor, gücünü muhafaza ediyordu. Her saldırıdan güçlenerek çıkıyordu. Artık geriye tek bir yöntem kalmıştı: Darbe yapmak…
15 Temmuz akşamı FETÖ’cü subaylar Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti Hükümeti’ne yönelik kanlı bir istila girişiminde bulundular. Bu saldırı da bertaraf edildi.
16 Temmuz sabahı bütün Türkiye yorgundu, 250 şehidine ağlıyor, 2 binden fazla yaralıya dua ediyordu; ama bir o kadar da coşkulu, muhteşem bir zafer kazanmış olmanın haklı gururu içindeydi.
15 Temmuz gecesi FETÖ eliyle girişilen ABD ve Avrupa destekli darbe girişimi püskürtülmüştü ama 16 Temmuz sabahı AK Parti tarihinin en büyük sınavıyla baş başa kalmıştı.
Erdoğan artık gücünün zirvesinde bir liderdi; AK Parti mutlak iktidar olmuştu. 15 Temmuz darbe girişimine karşı kazanılan zafer, vesayetin son kırıntılarını da ortadan kaldırmış, siyaseti, sandığı, seçilmişleri yegâne iktidar haline getirmişti.
Bu yeni durumu idare etmek elbette zor olacaktı.
Kibir, karşı karşıya kalınabilecek en büyük tehditti.
Büyük bir suç örgütünün hukuk içinde, adaletle cezalandırılması büyük imtihan olacaktı.
DAĞDAN GELENLER BAĞA GİRDİ
15 Temmuz gecesine kadar bir ayağı trende, bir ayağı yerde olanlar, ilk badirede gemiden atlamak için can yeleğiyle dolaşanlar, zaferin getirdiği gücü görünce bütün gövdeleriyle sürece dalmışlardı.
15 Temmuz’da gece boyu saklananlar, kimin kazanacağına göre pozisyon almak üzere gelişmeleri uzaktan izleyenler, 16 Temmuz sabahının daha ilk saatlerinde meydanlara koşup, zaferin gerçek kahramanlarını arkalara itip, en önde ve en çok bağıranlar oldular. Dağdan gelenler artık bütün gövdeleriyle bağa giriyorlardı…
Millet, sokağa düşen devleti tutmuş, kaldırmış, yerine yerleştirmişti. Yeni sosyolojiyi anlamak ve idare etmek güç olacaktı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın “sadakat” arayışı doğal olarak artacaktı. Bu sadakat arayışını ranta çevirmek isteyen, “kraldan çok kralcı”, fırsatçı, kifayetsiz muhterisler lideri kuşatacaktı.
Zorunlu yeni ittifaklar, AK Parti’nin politikalarına, diline, söylemine etki edecekti.
Zafer ağırbaşlılık, vakar, adalet de getirebilir; kibir ise şımarıklık, sarhoşluk da getirebilirdi. AK Parti dengeyi bulmakta zorlanacaktı.
15 Temmuz’da darbeye karşı tartışmasız bir zafer kazanılmıştı; 16 Temmuz ise büyük kırılma tehdidiyle gelmişti…
BARAJ KAPAĞI ZORLANIRKEN…
AK Parti, 17 yıl boyunca kendisine alternatif çıkmasını önledi; çünkü başarılıydı, heyecanlı, dinamik, coşkulu, samimiydi. Karşısında hiçbir partinin, hiçbir alternatifin tutunma şansı yoktu.
Bugün AK Parti içinden çıkan gruplar yeni oluşumların peşinden koşuyorlar, zira boşluk görüyorlar. Önce 24 Haziran seçimleri, ardından 31 Mart’ta yerel seçim ve İstanbul’un tartışmalı seçimleri fırsatçıların iştahını kabartıyor.
AK Parti Türkiye’nin en iyi kadrolarına sahip. AK Parti, Türkiye’nin çözüm umudu. AK Parti, hem Türkiye’nin, hem de mazlum coğrafyaların yegâne umudu.
Ne var ki, önce Gezi, ardından 17/25 Aralık, en son da 15 Temmuz AK Parti tarafından püskürtüldüğü kadar hasara da yol açtı.
Barajın kapakları artık zorlanıyor. Ekonomide ağırlaşan şartlar, gruplaşmalar, çeteleşmeler, iddialar, kötü kokular, lüks, şatafat, liyakatsizlik, nepotizm ve daha birçok vaka barajın kapaklarında delikler açıyor ve mukavemeti zayıflatıyor.
AK Parti’nin merkez sağa evrilen dili, söylemi ve politikaları, hamasi ve milliyetçi yaklaşımları, ulusalcılığa, Kemalizm’e, müesses eski nizama göz kırpan tavırları endişeleri, kaygıları daha da artırıyor.
Barajın kapağındaki hasar görülmüyor, tedbir alınmıyor, AK Parti tarihinde ilk kez tehditlere karşı umursamaz, değişime karşı ilgisiz davranıyor.
Oysa baraj kapağı patladığında yeniden kapanmaz; sel, önüne ne çıkarsa yutar…
Gecikmenin getirdiği ağır hasara rağmen AK Parti toparlanabilir, toplayabilir ve hâlâ değişebilir.
AK Parti geçtiğimiz hafta, 18 Kasım’da iktidarda 17 yılını doldurdu, 18. yılına girdi. Daha nice yıllar iktidarda kalabilir. Daha nice yıllar, Türkiye için eser, hizmet üretebilir. AK Parti daha nice yıllar milletin teveccühüne mazhar olabilir.
Bunun yolu çok karmaşık değil: Baraj kapağındaki delikleri kararlılıkla kapatmak, öncelikli sorunları acilen ele almak, köklü bir değişime kapı aralamak.
AK Parti sadece bir siyasi parti değil. Geldiği nokta itibariyle tarihi sorumluluk taşıyan bir hareket AK Parti. Bu tarihi sorumluluk heba edilmesin diye, tam da bugün, daha çok konuşmak, hak söylemek, Hakkı tavsiye etmek de tarihî bir sorumluluk.
AK Parti daha nice yıllar iktidarda kalabilir; yeter ki her birimiz aynaya bakalım! Vesselam!