Çıraklık bile edemeyecek ‘usta’lar kapladı her yanı

Bir zamanlar bu topraklarda bugünün sahte ustalarının neden bu denli hoyrat olduklarını açıklayan o kadar çok güzellik vardı ki zaman içinde yok olup gitti çoğu. Nicedir yaptıkları işleri önemsemeyen esnaflık anlayışı da o kadim güzelliklerin unutulmasıyla başladı zaten. Bugün çıraklığı ve ustalığı öğrenip, anlamadan usta geçinenlerin elinde tarumar olmalarımız ondan.

Son zamanlarda işi esnaftan birilerine düşüp de aldığı hizmetten memnun olan kaç kişi var?

Kaç kişinin tesisatçıya, boyacıya, fayansçıya, elektrikçiye, bahçıvana, marangoza, demirciye yaptırdığı iş gerçekten içine siniyor?

Kaçımız yolumuzun düştüğü taksicinin, minibüsçünün, lokantacının, pazarcının işinden ve hizmetinden memnun kalıyoruz? Ya da el becerisi, maharet, ustalık gerektiren kaç işin eskilerde görmeye alışkın olduğumuz şekilde eli yüzü düzgün yapıldığına şahit oluyoruz?

Maalesef epey zamandır dikkatli bakanın da itinalı olanı görmeyi becerenin de gözünden ‘usta’ diye ortada dolaşanların çoğunun ihtimamsız, baştan savma, gelişigüzel iş yaptığı kaçmıyor.

Peki, evde, işyerinde, tarlada, inşaatta, pazarda işimizin düştüğü esnaf neden velinimetinin memnuniyetini kale almaz oldu? Ne oldu da işin yarım, kalitenin düşük, müşterinin mutsuz olması işlerimizi üstlenen bu insanların endişesi olmaktan çıktı?

Niçin ustalık gerektiren işler işinin ehli ustaların özeninden mahrum, çoğunlukla bizi hoşnut etmeyecek düzeyde eksik, güdük, yarım yamalak yapılır oldu?

Bu soruların cevabını bulmak için derin derin düşünmeye gerek yok.
Epey bir zamandır ustalık denen iş uzmanlığını ve intizamını öteleyen bir toplumda kaçınılmaz olanı yaşıyoruz çünkü.
Eline çekiç, anahtar, mala, makas, cetvel, kontrol kalemi, testere, tornavida alanın ustalığa yeteceğini düşünen bir toplumda başka ne olabilirdi ki?

Oysa çıraklıktan ustalığa giden yol derin bir kültüre sahipti. O kültür ki aynı zamanda o yola girenin beşerî ve ticari ahlakının artırılması göreviyle beslerdi kendisini.

Bir mevzuda, bir alanda, bir disiplinde sabırla pişmek, olgunlaşmak ve ustalaşmak aynı zamanda hayatın ilahi ahenge uygun muntazam ve hakiki yaşanmasının da yoluydu.

Oysa şimdi öyle mi?

Gösterişli kurslar bitirmenin, janjanlı işyerleri açmanın, aynalı sertifikaları duvarlara asmanın ustalık için kâfi olduğuna inanan o kadar çok insan var ki.

BU YOL UZUN VE MEŞAKKATLİ

Ustalığın uzun ve meşakkatli serüvenini göze almak yerine kısa bir süre çalışmak ya da bir iki kaptıkaçtı kurs tamamlamak usta ilan edilmeye yetiyor artık. Bir işin erbabı olmak isteyeni düzgün ve kaliteli iş yapabilme mevkiine ulaştıracak olan çıraklığın, kalfalığın, ustalığın, esnaflığın adeta ipi çekildi çünkü.

Hem de tarihin en kayda değer esnaflık kurumu olan Ahiliğin filizlendiği topraklarda yapıldı bu.

Her işimizde olduğu gibi Ahiliğin temellendirdiği usta-çırak ilişkisi de kısa yoldan köşe dönmeye kendini kaptıran aceleciliğe kurban edildi. Ustalığa giden yolun, bir imal dalında uzmanlaşmak, pişmek kadar insanı eğitmek anlamına geldiği atlandı. Her çırağın usta olma yolculuğunun aynı zamanda beşerî ve ticari iş ahlakı, kaliteli mal üretme sorumluluğu ve müşteri velinimeti açısından olgunlaşmak olduğu es geçildi.

En kötüsü de her işimizde olduğu gibi maalesef ustalıkta ve esnaflıkta da balık baştan koktu.

Eskinin her meslek erbabının kendi içinde denetimi sağlamak, iş ahlakı ve ürün kalitesi hususunda belli bir standardı tutturmak için kurduğu Ahilik Müessesesi, üye potansiyelini siyasi ranta nakletmeye heveslilerin kapıştığı hissiz örgütlere dönüştü.

Böylece ne usta kaldı ortada ne onları kontrol eden esnaf şeyhi, kethüdası, yiğitbaşısı, ehl-i hibre azaları ne de onların mesleklerine duydukları saygıları ve sevgileri…

Yolsuzluk yapan, işini suiistimal eden esnafın gözünün yaşına bakmayıp, ağır cezalar ödeten azimkâr bir esnaflık yaklaşımından, yarım yamalak yaptığı işin sorumluluğunu dahi üyesine ödetemeyen gevşek bir esnaf anlayışına eriştik. Sağlıklı bir esnaf-müşteri ilişkisini korumak için yanlış yapanı ıslah etmekten uzak göstermelik kuru bir kınamayla yetinir olduk.

ÖNÜNE GELEN ESNAF OLAMAZ

Alacağı ve satacağı eşyanın ederi defterinde önceden belli olan bir esnaflık varken, nicedir kafasına göre takılan ‘kaptı kaçtı’ esnaflığı keşfettik.

Her önüne gelenin usta veya esnaf olmasına izin vermeyen hakkaniyet ve liyakat sisteminden aklına esenin, üç-beş kuruşu denkleştirenin dükkân açıp, kendini usta ilan edebildiği yoz zamanlara geldik.

Ustalığa giden uzun yolların bu kadar kolaylaşmasından sonra işlerin yarım yapılması, kalitenin düşük olması, müşterinin memnuniyetsizliği kendisini usta ilan edenlerin kaygısı olmaktan çıktı tabiatıyla.

Dedik ya esnaf olmak isteyen kişinin belirli bir mesleğe girmesinin ancak çıraklık yoluyla olabildiği günleri kimse hatırlamıyor artık. Oysa o günlerde el becerisiyle sanatında mükemmel de olsa çıraklık yapmamış olanın usta olmasına asla izin verilmezdi.

O çırak ki ileride kalfa ve usta olduğu zaman ahlakını korusun diye özenle saygılı, sabırlı, terbiyeli, edepli, ahlaklı, tokgözlü, dindar yetiştirilirdi. İşin kolayına kaçmaması, işi yapabileceğinden daha düşük kaliteli yapmaması ya da işini hafife almaması için sıkı bir disiplin altında çalışırdı.

Öyle ki daha işin başında o sıkı disipline giremeyeceği veya meşakkatli yolu göze alamayacağı belli olan hiçbir çocuk mümkünü yok esnaf olma yolculuğuna çıkarılmazdı. Ortalık ustalığını, edebini, ahlakını bilmeyen yarım yamalak iş yapmayı kendine dert etmeyen esnaf görünümlü kişilerle dolmasın diyeydi bu.

PARAN VARSA ESNAFSIN

Sonra her sertifikayı cebine koyan, parasını denkleştiren öyle kafasına göre dükkân açamazdı bugünkü gibi. Yeni dükkân açmak hem esnaf örgütünün hem de yerel yönetimin kararına bağlıydı. Bir bölgede hangi branştan ne kadar dükkân gerektiği ihtiyaca göre belirlenir ve koşullar değişmedikçe o sayı artmazdı. Sayı, halkın gereksinimi kadar halihazırdaki esnafın geliri azalmasın, geçimi zorlaşmasın, kârı düşüp de kaliteyi bozma yanlışına düşmesin ve haksız rekabetten ahali zarara uğramasın diye de önemliydi çünkü.

MESLEKLER GİBİ ESNAF TEŞKİLATLARI DA ÖLDÜ

Öte yandan eskiden esnaf örgütü, kusurunu gördüğü dükkânı belirli bir süreyle kapatabilecek, çırak ve kalfanın kusurundan dolayı ustayı cezalandırabilecek kadar da etkiliydi. İşlerini ciddiye alırlardı. Eğer suç ağırsa, esnafın gözünün yaşına bakılmaz, olay kadıya havale edilir, gerekirse esnafa hapis cezası verilmesi sağlanırdı.

Peki şimdilerde böyle
hakkaniyetli bir mekanizma var mı ya da işliyor mu?

Elbette kalite çok önemliydi. Bugünkü gibi iş verdiğiniz kişilerin ‘ben yaptım oldu’ pervasızlığını kolay kolay hiçbir esnaf gösteremezdi. Zaten belirlenmiş kalite standartlarını yerine getirmeyen esnaf şiddetle cezalandırılır, direnirse örgütünden ihraç dahi edilirdi-ki bu o esnafın mesleğini bir daha icra edemeyeceği anlamına gelirdi.

Elbette işlerini iyi yapan ustaların zamanında esnaf örgütleri de sıkı denetim altındaydı. Tabiatıyla işin kalitesini kontrol etmedeki ciddiyeti de bu denetim sağlardı. Öyle ki esnaf yönetimi, üyesi bir esnafının yanlışını görmemezlikten gelmişse ya da bir kalite düşüklüğünü bilerek es geçmişse o yönetim görevden alınabilir hatta ağır cezalara çarptırılırdı. Esnaf örgütlerinin hem kendilerinin hem de üyelerinin sıkı denetime tabi tutulması kuşkusuz bugün özendiğimiz beşerî ve ticari ahlakın devamlılığını sağlıyordu çünkü.

Bir zamanlar bu topraklarda bugünün sahte ustalarının neden bu denli hoyrat olduklarını açıklayan o kadar çok güzellik vardı ki zaman içinde yok olup gitti çoğu. Nicedir yaptıkları işleri önemsemeyen esnaflık anlayışı da o kadim güzelliklerin unutulmasıyla başladı zaten.

Bugün çıraklığı ve ustalığı öğrenip, anlamadan usta geçinenlerin elinde tarumar olmalarımız ondan.

Benzer konular