Orhan Pamuk’un en büyük talihsizliği, Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olmasına karşın genellikle edebiyat dışı (ve çoğunlukla gereksiz) tartışmaların odağında yer alması sanırım.
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığı 2006’da, bu ödülü hak edip etmediğinden çok, politik duruşunun bu ödülü almasında etkisi olup olmadığı konuşulmuştu uzun süre. Hâlbuki Orhan Pamuk, zaman zaman muhalif tavırlar takınsa da burjuva çevresinde yetişmiş bir yazar olarak “siyasi figür” olmanın çok uzağında biri.
Yazarın içinde yer aldığı en “edebi” tartışmalardan biriyse 2000’lerin başında yaşandı. Orhan Pamuk’u “popüler olmaya çalışmakla” suçlayan, ancak bu tavrı en çok sergileyen isimlerden biri olan Murat Bardakçı, oldukça zayıf delillere dayanarak Orhan Pamuk’un intihalci olduğunu iddia etmişti.
Nerden çıktı bu kadın?
Pamuk, bugünlerde yine tuhaf bir tartışmanın parçası durumunda. Yazarın bir önceki romanı Kafamda Bir Tuhaflık 2014’ün Aralık ayında yayınlanmıştı. Yeni romanı Kırmızı Saçlı Kadın ise Ocak 2016 itibarıyla, yani on dört aylık bir aranın ardından raflardaki yerini aldı. Ve daha roman hakkında tek bir inceleme bile yazılmamışken, “her sene bir roman çıkaran pazarlamacı” şeklinde ciddiyetsiz yorumlar yapıldı Pamuk hakkında.
Bu tarz yorumlardan biri de Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a aitti. Ahmet Hakan, 5 Şubat 2016 tarihli köşesinde “Orhan Pamuk gitgide kime benziyor” başlığıyla şunları yazdı:
“Daha bir önceki romanını sindirememiştik ki… Şimdi de yeni bir romanla çıktı karşımıza Orhan Pamuk… Yeni romanının adı: Kırmızı Saçlı Kadın.
Hem hiç durmadan ortamı romana boğması hem de son romanına verdiği bu isim nedeniyle… Orhan Pamuk… Gitgide daha çok bizim Kürşat Başar’a… Gitgide daha çok velut yazar Cezmi Ersöz’e… Ve kulakları çınlasın gitgide daha çok Tuna Kiremitçi kardeşimize… Benzemeye başladı.”
14 yılda 4 roman
Ahmet Hakan’ın en ufak bir hakkaniyet kırıntısı barındırmayan bu yorumundan sonra, Pamuk’un kaç yılda kaç roman yazdığına baktım. Sonuç, edebiyatla azıcık ilgili olanları şaşırtmayacak kadar açık: 34 yılda 10 roman. Yine Hakan’ın “Pamuk’un hiç durmadan ortamı romana boğması” ifadesine binaen son dört romanının yayınlanma tarihleri ise şunlar: Kar (2002), Masumiyet Müzesi (2008), Kafamda Bir Tuhaflık (2014), Kırmızı Saçlı Kadın (2016).
Orhan Pamuk özelinde karşılığı olmayan, “kısa aralıklarla eser üretmek yaratıcılığı öldürür mü” sorusunun cevabıysa ayrıca bir tartışma konusu. Edebiyat tarihi, sıkça eser vermesine rağmen çıtayı nadiren düşüren (yahut hiç düşürmeyen) yazarlarla dolu. Türk dilinin en büyük yazarlarından biri olan Refik Halid Karay’ın 18 romanı, bir o kadar hikâye, oyun, deneme kitabı ve bunların toplamı kadar gazete-dergi yazısı bulunuyor. Fransız edebiyatının dev ismi Balzac, öldüğünde tam 85 roman bıraktı geride (50 civarı roman da taslak halindeydi). Kemal Tahir, her biri birbirinden güzel 18 romanını toplam 21 yılda bitirdi. Korku-gerilim edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük ismi kabul edilen Stephen King, 60 civarı roman yazdı, yazmaya da devam ediyor.
Kağıtsız devirlerde yüzlerce kitap
Edebiyat dışı alanda da durum çok farklı değil. Rivayetler muhtelif olsa da İbn Sina’nın 200 civarı kitap yazdığı biliniyor. Muhyiddin İbn Arabi’nin sadece Fütuhat-ı Mekkiyye’si 8000 sayfa civarında. Üstelik kâğıdın ve mürekkebin zor bulunduğu zamanlarda elle yazılmış eserler bunlar.
Ancak tüm bu iyi örnekler (ve burada isimlerini anmadığımız kötü örnekler) şu soruya net bir cevap vermiyor: “Bir edebiyatçının eser verme sıklığıyla edebi kalitesi arasında bağ var mıdır; üretkenlik yaratıcılığı olumsuz etkiler mi?” Bu soruyu, yazın dünyasının içinde yer alan bazı arkadaşlarımıza da sorduk. Gelen cevaplar büyük oranda öyle olmadığı, bunun yazardan yazara, eserden esere değişeceği yönünde oldu.
Yazar, editör ve eleştirmenler dışında bir de “okur” cephesi var tabii. Her okur, sevdiği yazar sık sık kitap yayınlayıp kendisiyle buluşsun ister. Bu yönüyle edebiyat, âşıkların buluşmasına benziyor. Sanırım bu buluşmaya itiraz edecek çok kimse çıkmaz.
Yazar her an üretir
Abdullah Başaran (Akademisyen-Yazar)
Bu soruya genel bir cevap verebilmek güç. Zira konuştuğumuz bağlama ve edebiyatçıya, hatta eserlerin yayınlandığı mevsimlere göre dahi değişiklik gösterebilir. Hesse ya da Vonnegut örneğin, sürekli yazma alışkanlığı olan yazarlar. Her iki-üç yılda bir muhteşem eserler diziyorlar. Fakat aynı şeyi her yazar için söyleyemem. Ray Bradbury örneğin. Yazmış da yazmış. Ama geriye baktığınızda dolu dolu bir külliyattan çok, içerisinde bazı kitapların (bunların sayısı az değil) parıldadığı bir gökyüzü görürsünüz. Ancak yine de ben ketumluktan çok yazma/yayınlama alışkanlığına sahip olan yazarların daha yaratıcı olduğunu düşünüyorum. Nihayetinde bir roman yazarken aklına yeni bir fikir gelmiş ve içinde giderek büyümüş olabilir ki olur da böyle. Neden durdursun ki kendisini, eline mi yapışacak bu fikir? Bu yüzden, yazıya yaratıcılık idealizmi açısından bakmaktansa daha varoluşsal bakmaya çalışıyorum; yazar her an üretir, çünkü her an düşünce içerisindedir. Farkında olmasına da gerek yok. Aşırı farkındalık içerisinde, soruya mündemiç olan üreticiliğin yaratıcılığa olumsuz etkisinden bahsedebiliriz: Her fuara ya da her etkinliğe kitap yetiştirme mekanizmi örneğin. Bu edebi üreticilik midir, yoksa cümle kabzımallığı mı bilemiyorum.
İyiler kalır, kötüler unutulur
Ali Ayçil (Şair-Yazar)
Edebiyatta metinden bağımsız eleştiri yapmak mümkün değil. Bu yüzden, herhangi bir yazarın kitap yayınlama sıklığı eleştirinin öncelikleri arasında yer almaz. Hangi sıklıkta yayınlarsa yayınlasın, bir yazarın neyi yapıp neyi yapmadığına ancak eserine bakarak karar verilebiliriz. Uzun süre kendisinden bir kitap bekleyip hayal kırıklığına uğradığımız yazarlar da vardır, üst üste çıkardığı kitaplardan biri iyi öteki vasat olan yazarlar da. Bir de kabul edelim ya da etmeyelim, işin bir arz talep cephesi var. Bazı yazarlar, okurları tarafından “bir an önce yeni bir kitabı çıksın da okuyayım” diye beklenirler. Sıkça eser yayınlayanlar aslında okurunu bulmuş yazarlardır. Yine de okurun yazarı güncel tutmadaki etkisi, eserin kalıcılığının garantisi değildir. Sonunda iyi metinler kalır, kötü metinler unutulup gider.
İyi hikâye beklemez
Erkan Şimşek (Editör)
Bu sorunun kâğıt üstünde tek bir cevabı var ama dediğim gibi “kâğıt üstünde”. İlk elde üretkenlik yaratıcılığı olumsuz etkiler diyebiliriz. Ben edebiyatçı olsaydım benim üretkenliğim metin kalitemi etkilerdi. Bence bu durum yazardan yazara, dönemden döneme değişebilir. Eskilerin tabiriyle hem velûd hem de kaliteli yazar olmak mümkün. Dostoyevski, Peyami Safa, Kemal Tahir gibi yazarlık maceraları doğrudan maddî sıkıntılarıyla biçimlenmiş birçok yazar var. Orhan Pamuk gibi dinlenerek, ölçerek yazan, yılda 200 sayfa yazacağım şeklinde kalemini terbiye etmiş yazarlar da var. Hepsi de ayrı ayrı iyi yazardır benim için. Hele Kemal Tahir’in bir Mayk Hammer polisiye romanını New York haritası ve bir şişe viski eşliğinde akşamdan sabaha bitirebilmiş olmasını yok sayamam. Anlatılacak hikâyesi olan, dramatik çatıyı güçlü kuran kişi ister bir haftada tamamlasın romanını ister bir yılda. O metin güzel metindir.
Sık yazmakkaliteyi düşürmez
Mustafa Demiray (Editör)
İlla “bir” cevap istenirse cevabım “hayır”. Ama bence -bir kusuruyla beraber- bu güzel sorunun tek cevabı yok, çünkü edebiyatçı nâm insanlar da monoton değil rengârenk. Kimisinin dağarcığında birkaç atımlık barut var, kimi tab’an her mevsim çiçek vermeye meyyal. O yüzden ilki güzel bir iki eserden sonra tıkanıyorken diğeri Şirket-i Hayriye vapuru gibi istim üzere işleyebiliyor, tekrara düşmeden. Gönül ve zihin zenginliği açısından eşit oldukları farz edilse bile edebiyatçıların emek sarf etme kapasiteleri ve tatmin eşikleri de önemli: Gençliğinde de orta yaşlarında da periyodik açıdan düzenli biçimde, daima temiz ve kaliteli eserler veren de var, periyotlara, takvimlere yetişme telaşıyla ince işçilikten taviz veren de. Elhasıl bir edebiyatçı kaliteyi düşürmeden de sık eser verebilir ve/veya kaliteli eser vermesini kalemini sıcak ve işlek tutmasına borçlu olabilir. Sorunuzun kusuru ile bağlayalım: Edebiyatçıların eserleri genelde “sadece onların” değildir. Yayınevi dışında kendi çevrelerinin ve okuyucularının, yayınevi içinde ise başta editör olmak üzere yayın ekibinin yazarın hem üretkenliği hem de eserinin edebî kalitesi üzerinde önemli katkısı vardır.
Aslolan yazarın niteliği
Tarık Tufan (Yazar)
Yaratıcılığın üretkenlikle mutlak bir bağlantısı olduğunu düşünmüyorum. Çok üreten kimi yazarların yaratıcılığının zayıfladığı söylenebilir ancak çok ürettiği halde yaratıcılığı hiç eksilmeyen, güçlü yazarlar var. Dolayısıyla üretkenlikle yaratıcılık arasındaki ilişki bizatihi yazarın niteliğiyle ilgilidir. Büyük yazarlar ellerini dokundukları her cümleye derin ve güçlü anlamlar katabiliyor. Uzun süre susuz kalmış ve sonunda berrak akan bir nehrin kenarına gelmiş gibi kana kana yazdıkları halde, eserlerinin her biri büyük yaratıcılık izleri taşıyor.
Şah temposu mühim!
Aykut Ertuğrul (Yazar)
Öncelikle bu tip soruların cevaplarının her yazar için farklı olduğunu düşündüğümü söylemekle başlayayım. Bu soru için söylersek, kimisinin yaratma cesareti/enerjisi yazdıkça artıyordur, başka birinin bekleyip, deyim yerindeyse demlendikçe. Yani bazıları yazmayıp bekledikçe şarj ediyordur kendisini, bazısı da ürettikçe… Şahsen cümlenin ikinci kısmındaki duruma daha yakın hissediyorum kendimi. Çok yazdığım zaman iyi şeyler de yazmaya başlıyorum. İlham, o parlama, iyi fikir (adına ne derseniz deyin), ürettikçe geliyor. Satrançta “şah temposu” diye bir tabir vardır. Oyunda bir taraf öyle bir tempoya girer ki rakibe kendi hamlelerini yapma fırsatı vermez, sürekli şah çekerek taşları istediği alana doğru çeker; ta ki mata ulaşana kadar. Yazı yazıyı, çalışmak iyi yazıyı çağırır derken biraz da bunu kastediyorum. Şah temposunu yani. Sürekli şah çekerek oyun kurmayı… Şöyle iyi planlanmış beş on hamlelik şah temposu, mattan bile tatmin edicidir. Zaten İlhami Çiçek’in de söylediği gibi “kesin mat yok, iyi oyun vardır sadece”.