“Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger İran’dan yeni dönmüş ve Şah ile yaptığı görüşmeyi bakanlığa sunmuştu. Şah, Kissinger’e bir avuç mollanın böyle organize ve etkili gösteriler düzenleyecek kapasitesi olmadığını, arkalarında muhakkak başka bir gücün olduğunu söylemiş. Şah’a göre bu güç CIA imiş. Kissinger’e CIA’nin niçin böyle bir şey yaptığını, neden ondan yüz çevirdiklerini sormuş. Daha sonra kendi kafasındaki muhtemel iki cevabı söylemiş. İlki, bazı askeri malzemeler ve demir-çelik tesisi kurma dahil Sovyetlerle girmiş olduğu ilişkinin Amerikalıları rahatsız etmesi, onu Sovyetlerle fazla samimi bulmaları. İkincisi, yüzyılın başındaki İngiliz-Rus planının bu defa ABD-Rus planı olarak yeniden işleme konması ve güney petrol alanları ABD’ye, kuzey Ruslara bırakılacak şekilde İran’ın iki nüfuz alanına bölünmesi.” (Eski ABD Dışişleri Bakanlığı İran Direktörü Henry Precht Röportajı / Middle East Journal Volume 58, No.1 2004 Kış Sayısı)
1 Şubat 1979 akşamı Air France uçağına binip Tahran’a doğru yola çıktığında Humeyni hala tedirgindi. “Anlatılmamış Hikaye” adlı kitabında Muhammed Hasaneyn Heykel’in tasviriyle: “Dosdoğru üst bölmeye, abdest aldığı yere giderek kendisiyle birlikte belki ölüme gidecek olanlara dua etti. Ortam oldukça gergindi. Ve tekrar abdest aldı.” Bir kahraman olarak 14 yıl sonra ülkesine geri dönmekte olan Humeyni niçin bu kadar tedirgindi?… Meydanları dolduran kalabalıklar bir işaretine bakıyordu belki. Ancak asker ondan yana değildi, üstelik çok güçlüydü. Kendisini ve devrimi her an ezip geçebilirdi. Birileri askeri ikna etmeliydi.
Devrim ne zaman başarıya ulaştı?
Şimdi gelin, zamanın İran Genelkurmay Başkanı Abbas Garabaği’nin döneme ilişkin hatıralarını yansıtan “İran Krizi Hakkında Gerçekler” adlı kitabından tarihi bir ana tanıklık edelim. İran komuta kademesi oturmuş, kendi aralarında bir durum değerlendirmesi yapmaktadır.
“General Ali Badrei (Muhafız Kuvvetleri Komutanı): Bu sabah CIA istasyon şefi bana geldi ve Humeyni ile temasa geçmemizi tavsiye etti. Kendisine herhangi bir cevap vermedim ve konuyu sizinle paylaşmak istedim.
General Moghadam (SAVAK şefi): Doğru. CIA bu görüşte.
General Rabii (Hava Kuvvetleri Komutanı): Aksine ben bugün ABD Hava Kuvvetleri ile görüştüm. Onlar Bahtiyar hükümetine destek vermemizi istiyorlar.
General Ali Badrei: Bence durum tam aksi yönde. ABD ordu temsilcileri de aynı CIA gibi Humeyni ile görüşmemizin daha doğru olacağını düşünüyorlar.
Amiral Habibullahi (Donanma Komutanı): Amerikan donanma temsilcileri Bahtiyar hükümetine destek verilmesini tavsiye ediyorlar.
General Hasan Tufanyan (Savaş Bakanı Yardımcısı): General Huyser her ikisiyle de görüşülmesinin iyi olacağını söylüyor.”
Bu anekdotu naklettikten sonra Garabaği şöyle bir gözlemde bulunuyor:
“O günlerdeki kaos, aramızdaki birlik, koordinasyon ve amaç eksikliği bana hep yıllar önce bir Türk generali dostumun şu sözünü hatırlatmaktadır. “Amerikalılarla müttefik olmanın en büyük zorluğu, ne zaman seni arkadan hançerleyeceklerini asla bilemeyecek olmandır.”
Sonuçta CIA’in telkinleri yerini bulacak ve asker tepkisiz kalmaya ikna edilecekti. Böylece Humeyni derin bir “oh” çekecek, devrimin önü açılmış olacaktı. Devrim kimilerinin sandığı gibi Humeyni’nin Paris’ten döndüğü 1 Şubat 1979 günü değil, aslında askerin tarafsızlığını ilan ettiği gün, 11 Şubat 1979’da başarıya ulaşacaktı.
BBC haberi İran’ı sarstı
İran asıllı Kambiz Fettahi’nin CIA tarafından ifşa edilen bazı belgelerin içeriğini 3 Temmuz 2016 günü BBC’de yayınlaması İran ve İrancı cephede büyük bir infiale neden oldu. Ruhani Lider Seyyid Ali Hamaney, haberi “Batı komplosu” olarak nitelerken İran Parlamento sözcüsü Ali Laricani de Humeyni’nin ölüm yıldönümünde “Amerika’ya karşı kararlı savaşında İmam Humeyni’nin samimiyetine şüphe düşürme kasıtlı” bir haber olarak tanımladı. Türkiye’de ise İran yanlısı bazı yayın organları, haberi gündemine taşıyan ve özellikle İsrail karşıtı tavırlarıyla bilinen Türk medyasını “Türkiye’de Türkçe yayın yapan İsrail yayın organları” olarak afişe etti.
Peki ne söylüyordu Kambiz Fettahi’nin haberi?
Öncelikle ilk bölümde verdiğimiz hikayeyi detaylandırıyordu. Humeyni henüz Pariste iken, 27 Ocak 1979’da Jimmy Carter’e “İranlı generaller sizi dinler, İran halkı ise benim emirlerimi” diyerek askerin ABD tarafından pasifize edilmesini teklif ediyordu habere göre. Kendisini iktidara taşıyacak bu hamleye mukabil, İran’daki Amerikan menfaatlerini koruyacak ve ülkedeki kaosu bitirecekti. Ve böylece grevlerle felce uğrayan petrol akışı garantilenmiş olacaktı. Zaten daha önce bu konuda uzlaşılmıştı. Güney Afrika ve İsrail hariç, her talep edene makul bir fiyattan petrol sağlayacağına dair Humeyni’nin taahhüdü vardı.
Hem Kennedy hem Carter
BBC haberine göre, Humeyni’nin ABD ile ilk teması 1979 yılında olmamıştı. Tahran’da ev hapsinde tutulurken, 1963 yılında Kennedy’ye bir mesaj ileterek Şah yönetimine karşı kendisinden yardım talebinde bulunmuştu. Humeyni tam bir zamanlama dehasıydı. Zira o sıralar Sovyetler’in lideri Kruşçev İran’ı ziyaret etmek üzereydi. Herhalde ABD bir İran-Sovyetler yakınlaşmasına hiç de sıcak bakmayacaktı. Kennedy’e gönderdiği mesajın içeriğinde ise kendisinin İran’daki ABD menfaatlerine muhalif olmadığını ifade ediyor hatta ülkedeki Sovyet ve İngiliz nüfuzunu kırmak için ABD varlığının gereğine dikkat çekiyordu.
Gelelim Carter dönemine…. 1978 sonu itibariyle ABD yönetimi içerisinde Şah’ın artık miadının dolduğu tartışılmaya başlanmıştı. Dönemin Tahran Büyükelçisi William Sullivan, 9 Kasım 1978’de “Düşünülmeyeni düşünmek” ünvanlı uzun bir diplomatik telgrafı kaleme alıyordu. Sullivan, Şah ve üst düzey askeri erkanın İran dışına çıkarılmasını öneriyor, yeni dönemin Humeyni ve alt düzey askerler ile yapılacak bir anlaşma ile başlamasını öngörüyordu. Carter bu öneriye başlarda dirense bile sonradan ikna olmuştu.
Humeyni, 5 Ocak 1979 günü Paris’te kendisini ziyaret eden bir Amerikalıya şöyle diyordu: “Petrol konusunda endişeye mahal yok. ABD’ye petrol satmayacağımız asla doğru değil.” Ziyaretçisine bu diyaloğu Washington’a aktarmasını tembih etmeyi unutmamıştı.
Devrim, “puzzle”ın ilk parçası mı?
İran devriminden bu yana Ortadoğu coğrafyasında yaşanan değişimlere göz attığımızda ikide bir “deja vu” duygusuna kapılıyor oluşumuz tesadüf olarak nitelenemez. İran demişken, çok da uzağa bakmaya gerek yok. Hemen yanıbaşındaki Irak’ta yaşanan dönüşüm, Büyük Ortadoğu puzzle’ının devrimden sonraki ikinci büyük parçası olarak ne kadar da benzer bir hikayeyi barındırıyor. Saddam’ı silin, yerine Şah’ı koyun… İkisi de efendilerinin bir dediğini iki etmeyen Batı’nın has adamı … İkisi de bezgin yığınların kan ve teri üzerinde tunçtan bir heykel gibi yükselen mağrur diktatör… İkisi de seküler… Ve her ikisinin de yerine ikame edilen şey aynı: Mezhepçi zihniyet!…
Paradigma değişmek büyük hadiselere ihtiyaç duyar. Bütün taşları yerinden oynatacak büyük hadiselere… İran devrimi, Körfez savaşı ve Arap baharı bu anlamda birbirlerinin farklı tezahürlerde yansımalarıdır. Aynı karanlık mahfillerde düşünülüp planlanmış, aynı tezgahlarda dokunmuşlardır. Bütün paradigma değişimleri yakıt olarak bizim enerjimizi kullanmıştır ve hala kullanmaya devam etmektedir. Hassasiyetlerimiz, değerlerimize duyduğumuz bağlılık ve samimiyetimizdir onların tek yakıtı. Planlayıcılar, seküler ceberrutların nefes aldırmadığı yığınların İran devrimini “İslam devrimi” deyip bağrına basacağını çok iyi biliyorlardı. Özgürlüğe susamış bir coğrafyanın “Arap baharı” diye heyecana garkolacağını da… Samimi duyguların akl-ı selim ve ilm-i sahih ile terbiyesi bu kısır döngüyü kırmaya yetecektir.