Solcular Filistin’e gerilla olmaya gitti

1960’lı yıllarda sömürgecilik karşıtı bağımsızlık mücadeleleri verilirken çözüm sosyalist ideolojilerde aranıyordu. Filistin’deki sol tandanslı hareketlerin İsrail karşısında verdiği bağımsızlık mücadelesi de dünyada bu antiemperyalist çerçevede destekleniyordu. Türkiye’den Filistin direnişine de her görüşten solcular gönüllü olarak gitti. Silah kullanma, bomba kullanma, yapma eğitimleri, gerilla eğitimleri aldılar. Amaçları Filistinliler gibi İsrail’le savaşmak değil, gerilla eğitimi alıp Türkiye’ye dönerek gerilla savaşını başlatmaktı.

“Biz solcular Filistin için ölürken, İslamcılar bize ‘terörist’ diyordu” Ülkemiz solcularının sık kullandığı argümanlardan birisi bu. Doğruluk payının olmadığı da söylenemez. Sol hareket 1960’lı yıllardan başlayarak Filistin davası ile ilgilenmiş, İsrail’in gerilla kamplarına yaptığı baskınlarda Türkiyeli solculardan da ölenler olmuştu. Bu ilgi Filistin davasında İslamcı hareketlerin öne çıkmasıyla maalesef köreldi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla da neredeyse yok derecesine indi.
Günümüzde zaman zaman bu geçmişi hatırlatan sol kesim “Filistin davasına en başta ve en çok kendilerinin destek verdiklerini, İslamcıların ise Filistin davasını hiç sahiplenmediklerini” anlatıyorlar ancak hangi saiklerle bu davaya destek verdiklerini ve hangi saiklerle vazgeçtiklerini pek dillendirmiyorlar. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da zaman zaman yaptığı açıklamalarla bu tarihi satın almak, faydalanmak istiyor ancak bu açıklamalar bugün Filistin hassasiyetlerinin çok sınırlı düzeyde kaldığını, Gazze’de ölen ya da yaralananların, bağımsızlık mücadelesi verenlerin dini bütün Müslümanlar olduğunda havaya bakıp ıslık çaldıklarını gizleyemiyor. Sol hareket 1960’larda Filistin’de ne görüyordu, şimdi niye göremiyor bir bakalım istedik.

DEVRİM BEKLENİYORDU

1960’lar tüm dünyada sol hareketlerin yükseldiği yıllardı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde sömürgecilik karşıtı bağımsızlık mücadeleleri veriliyor, çözüm ise sosyalist, Marksist ideolojilerde aranıyordu. Dünya ülkeleri ile paralel olarak Filistin ve Türkiye’de de sol hareketler 60’lardan itibaren yükselişe geçmiş, 70’lerde ise iyice alevlenmişti. Özellikle 27 Mayıs sonrası sol fraksiyonların bütün renkleri Türkiye’de temsil edilir hale gelmişti. Dünyadaki devrimci hareketler dikkatle takip ediliyor, çıkarılan bültenlerle herkesin haberdar olunması sağlanıyordu. Latin Amerika’daki bireysel kalkışmaları anlatan filmler seyrediliyor, devrimci mücadele edebi söylemlerle yüceltiliyor, devrimin çok yakında gerçekleşeceğine inanılıyordu. Filistin’deki sol tandanslı hareketlerin İsrail karşısında verdiği bağımsızlık mücadelesi de bu çerçevede destekleniyordu.

VİETNAM’DA SIKILAN KURŞUN TÜRKİYE BAĞIMSIZLIĞI İÇİN

5 Ha­zi­ran 1967’de Arap-İsrail savaşı başladığında İs­tanbu­l’­da­ki dev­rim­ci genç­lik ör­güt­le­ri yayınladıkları bir bildiri ile Arap ül­ke­le­ri­ni des­tek­lediklerini, çün­kü bu sa­vaşın yok­sul Arap ül­ke­le­rinin sal­dır­gan İs­ra­il’­e kar­şı verdiği bir bağımsız­lık mücadelesi olduğunu ilan ettiler. 1968 yılına gelindiğinde ise Filistin kurtuluş örgütlerinin kamplarında gerilla eğitimi almak gibi bir eğilim ortaya çıkmaya başladı. O dönem Filistin’e kaçak yollardan girerek savaşmaya giden, 18 yaşındaki Abdülkadir Yaşargün ile 19 yaşındaki Mustafa Çelik, El Fetih saflarına katıldı. Mustafa Çelik, burada girdiği çatışmada hayatını kaybetti.
1969’da bölgeye giden isimler arasında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan da vardı. Türkiye’de aranıyorlardı. Kaçak yollarla Filistin’e gitmek için yola çıktıklarında Suriye’de gözaltına alındılar. On iki gün esir olarak tutulduktan sonra bölgede olma sebeplerini söylediler ve Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi tarafından gözaltından çıkarıldılar. Amman’daki Filistin kampında eğitim görüp döndüler. Amaçları burada gerilla eğitimi alıp, silahlı mücadeleyi Türkiye’ye taşımaktı. As­lan, “El-Fe­ti­h’­e ni­çin git­tim?” başlık­lı ya­zı­sında: “Bu­gün Or­ta­do­ğu’da Ame­ri­kan emperyalizmi­nin ile­ri ka­ra­ko­lu olan İs­ra­il’­e kar­şı Arap halk­la­rı an­ti­em­per­ya­list bir sa­vaş yü­rüt­mek­te­dir. Bu savaş As­ya’da, Af­ri­ka’da, La­tin Ame­ri­ka’da ve bü­tün dün­ya­da em­per­ya­liz­min bas­kı­sı al­tın­da ezi­len halk­la­rın yü­rüt­tü­ğü dev­rim­ci kav­ga­nın bir par­ça­sı­dır. Em­per­ya­liz­me kar­şı yü­rü­tü­len sa­vaş, bü­tün dün­ya halkla­rı­nın or­tak sa­va­şı­dır. Vi­et­na­m’­da, Or­ta­do­ğu’da, La­tin Ame­ri­ka’da em­per­ya­liz­me kar­şı sı­kı­lan her kurşun, ay­nı za­man­da Tür­ki­ye hal­kı­nın kur­tu­lu­şu için sıkıl­mak­ta­dır” diyordu.

AMAÇ TÜRKİYE’DE SİLAHLI MÜCADELEYDİ

Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Lübnan ve Suriye’deki kamplarına gerilla eğitimi almak için gitmek devrimci gençlik arasında yaygındı. Oktay Duman’ın Filistin’e giden solcu militanlarla görüşerek hazırladığı Devrimcilerin Filistin Günlüğü 2 (1976-1985) adlı kitabında Ortadoğu’ya giden militanların Türkiye’de silahlı mücadeleyi savunan sol örgüt üyeleri olduğu ifade ediliyor. Türkiye Komünist Partisi (Birlik) (TKP(B)), Türkiye Komünist Emek Partisi (TKEP), Kurtuluş, Acilciler, Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB), Dev-Sol gibi örgütlerin mensupları, Türkiye’deki faaliyetleri nedeniyle arandıkları ve bir sığınak bulmak istedikleri için, bir kısmı ise askeri eğitim alarak tekrar Türkiye’ye dönmek ve burada silahlı mücadele ile devrimi gerçekleştirmek için gidiyorlardı. Zamanla Filistin’e gerilla eğitimi görmek amacıyla yurtdışından, özellikle Almanya, İsviçre ve Fransa’dan uçakla bazı Türk öğrenciler de gelmeye başladı. Bunların amacı da askeri eğitimden sonra Türkiye’ye girerek mücadele etmekti. Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi de Türkiye devrimci gençliğiyle ilişki kurmak istiyordu.

39 TÜRKİYELİ SOLCU ÖLDÜ

1973 yılında Yom Kippur Savaşı başladığında Türkiye’den Lübnan’daki kamplarda eğitim gören 8 kişi, İsrail saldırısında yaşamını yitirdi. Bora Gözen, Kerim Öztürk, Cafer Topçu, Ahmet Özdemir, Yücel Özbek, Ali Kiraz, Şükrü Öktü ve Gürol İlban, Lübnan’daki Nahr el Bared kampının İsrail savaş gemilerince bombalanması sonucu öldü. Ali Ergün, Hüseyin Tüysüz ve Faik Bulut ise saldırıdan yaralı olarak, Cengiz Çandar ise yara almadan kurtuldu. Faik Bulut yakalanarak 7 yıl 2 ay İsrail zindanlarında tutuldu ve işkenceye maruz kaldı. 1982 yılında İsrail, Lübnan’a yerleşmiş olan FKÖ’yü oradan çıkarmak ve dağıtmak için Lübnan’ı ve başkenti Beyrut’u işgal etti. Burada Türkiyeli birçok sol örgüt mensubu Filistinlilerle birlikte savaştı. Bu savaşta yaklaşık 39 Türkiyelinin öldüğü düşünülüyor. Kamplarda eğitim görmek ve Filistin davasına destek vermek için gidenlerin sayısı bir iddiaya göre 3 bin civarındaydı.

EN ÇOK BİZ SAVUNDUK

91 yılında SSCB’nin çökmesiyle birlikte sol gruplar kendi içlerine döndüler. Sosyalist bloğun çöküşü Ortadoğu’daki devrimci hareketlerin de çöküşü olmuştu. Sovyetlerin çöküşüyle birlikte Filistin hareketindeki sol örgütlerin de güçsüzleşmesi, İslamcı grupların Filistin direnişinde ön saflara geçmesi Türk solunun Filistin ilgisini köreltti ve “En çok biz savunduk” sözleriyle anlatabilecekleri bir tarih anlatısına dönüştürdü. İslamcı ve solcu hareketleri takip eden yazar ve aktivist Hamza Türkmen ile Rıdvan Kaya’ya solcu hareketlerin Filistin ilgisini ve İslamcı hareketlerin nerede durduğunu sorduk.

Hamza Türkmen: Antisiyonist sol hareketler önemli ama marjinaldi

Kemalist, Batıcı, laik devrimler neticesinde Türkiye’deki dindar insanların İslam dünyası ile bağı kopmuştu. Ortak dil değişmiş, harf değişmiş, irtibatımız kalmamıştı. Türkiye’deki Müslümanların kendi varlıkları da bir nevi Filistin gibiydi. Baskılar ve yasaklar dolayısıyla kendi içlerine kapanarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı. O dönemde ise sol, ilerlemeci Kemalist söylem içinde serbestçe büyüdü. Biz görece özgürlük ortamını 1945’ten sonra gördük. Bu esnada genelkurmay kökenli Cevat Rıfat Atilhan’ın kitapları gündeme geldi. Masonluğu, Yahudiliği, Yahudi düşmanlığını anlatan kitaplardı bunlar. Bu kitaplar 50’li 60’lı yıllardaki dindar kesimin kafasında Siyonizm’den çok Yahudiliğe karşı fikir oluşturdu. Yahudilik ve Siyonizm’i ayırt etmeyen, Siyonistlerin her yaptığı şeyi Yahudiliğe bağlayan bir yaklaşımdı. Bizim kesimin zaten yazar çizeri çok sınırlıydı. Yahudilik ve Filistin’le ilgili bilgilerimiz buradan geldi. Bu da sadece Yahudi düşmanlığı temelinde bir İsrail algısı oluşturdu. Siyonizm ise ırkçılık, ulusçuluk yani dini ulusa dönüştürme projesiydi. Oysa bu projeyi anlamak yerine konuyu sadece Yahudi dini karşıtlığı bazında ele alan bir anlayış sarmıştı bizi. Her taşın altında Yahudi olduğunu anlatan rivayetler de buldular. 70’li yıllara girdiğimizde dünyayı Yahudiler idare ediyor diye düşünülüyordu. Ama daha sonraki iç tartışmalardan sonra Yeniden Milli Mücadele mecmuasında “Siyonizm emperyalizmin bir çeşididir” başlıklı bir başyazı ile işlenince, Siyonizm küresel kapitalizmin kullandığı bir versiyona indirilmiş oldu. Bu yazıdan sonra İslamcılar Siyonizmle, Kudüs’ün işgali, Filistin’in işgali meselesi ile yazılarıyla yeniden ciddi olarak ilgilendi.

ANTİEMPERYALİZM ADINA GİTTİLER

Bu esnada solun Dev Genç’ten gelen kolu antiemperyalizm adına, küresel kapitalizme karşıtlığı ve bir nevi bölgede jandarma karakolu olarak oluşturulan İsrail vakıasını biliyor ve ezilen Filistin halkıyla sosyalist bir jargonla ilgileniyorlardı. Filistin mücadelesinde de Türkiye’deki Müslümanların hali neyse Filistin’deki Müslümanların hali de oydu. Osmanlı sonrası dağılmış ümmet yapısı vardı. Herkes kendi derdine düşmüştü, gelecek tasarım bilinci yoktu. Dağınıklıkları nedeniyle zayıf haldeydiler. Kısmen ferdi direnişler oluyordu. En örgütlü direniş Cemal Nasır’ın da arka çıkması nedeniyle 1950’li 60’lı yıllarda sol içerikliydi. Kudüs ve Filistin Müftüsü Emin el-Hüseyn’in Siyonist çetelere karşı direnişi süreklilik kazanmamıştı.
Sol örgütler Komünist Blokların yardımıyla 1960’lı yıllarda tüm Afrika’da nasıl yayıldıysa Filistin’de de bu hava içinde yer aldılar. Filistin mücadelesinde birçok sol örgüt vardı. Rusçusu, Çincisi… TTürkiye’deki sol da o evrensellik adına, nasıl İspanya iç savaşındaki sol direnişe dünyanın birçok yerinden gönüllü sosyalistler gittiyse Türkiye’den Filistin direnişi için Lübnan’a da her görüşten solcular gönüllü olarak gitti. Onların özlemlerinde devrim gerilla faaliyetiyle olacaktı. Orada eğitim alıp silah kullanmasını, askeri tatbikatı, gerilla faaliyetini öğrenmiş olarak Türkiye’ye geri dönüp burada kalkışmaya başlayacaklardı. Onların Filistin davasına ilgileri hem kendileri pratik kazansın diye, hem de antiemperyalist jargon adınaydı. Kendi ideolojilerinin pragmatizmi içindi.

GERİLLA SAVAŞI BAŞLATACAKLARDI

Bir kısmı Lübnan’daki Bir kısmı Lübnan’daki eğitim kamplarına gitti. Silah kullanma, bomba kullanma, yapma eğitimleri, gerilla eğitimleri aldılar. Çünkü Filistinliler gerilla mücadelesi dışında kitlesel bir mücadele imkanına sahip değillerdi. Mecburen gerilla savaşı yapacaklardı. Dolayısıyla Lübnan’da çok değişik sol fraksiyonların bulunduğu Filistin kamplarında eğitim aldılar. Orada aldıkları gerilla eğitimi iltisakı nedeniyle Siyonistlerle çatışmaya girip veya kamplarda bombalanarak ölenler oldu Türkiyeli solculardan. Ama temel amaçları doğrudan Filistinliler gibi ölüm kalım mücadelesi vermek bağlamında İsrail’le savaşmak değil, orada gerilla eğitimi alıp Türkiye’ye dönerek gerilla savaşını başlatmaktı. Bu birikimden daha sonraki süreçte PKK yararlandı. Bu kamplarda eğitim alan Kürtçü Marksist hareketler bu birikimlerini PKK’ya yansıttılar. O dönem geçişler çok kolaydı, sınırdan atlayıp geçiyordunuz. İlla sınır kapısından geçmeniz gerekmiyordu. Orada ölenler, gidip geri dönenler oldu.

ÇEVİRİLERDEN SONRA FİLİSTİN’İ FARK ETTİK

BBizlerin 1970’li yıllarda İslam dünyasıyla irtibatımız çeviri faaliyetleri ile başladı. Önem verdiğimiz kişilerin Filistin davasını analiz ettiğini gördük. Mesela Seyyid Kutub’un Filistin davası ile ilgili bir kitabı Türkçeye çevrildi. Bazı makaleler geldi. Dünyadan haberdar olunca, kendi inşamızı ve varoluşumuzu düşünmeye başlarken ümmet coğrafyasındaki kardeşlerimizi de ister istemez gündeme almaya başladık. Özellikle 70’li yılların ortalarıdır bu. Düşünce dergisi başattır bu konuda. Gölge dergisi, Yeni Ölçü dergisi, Talebe dergisi… bunlar yetmişli yılların ikinci yarısında çıkan dergilerdir. Bu dergilerle Müslümanlar ilk defa olarak Filistin mücadelesinde her şeyin altında Yahudi vardır anlayışıyla değil siyasi analiz içeren bir pozisyonla olaya bakmaya başladı. Daha sonra İslami duyarlılık ifade eden MSP kitlisi ve Akıncı hareketine hitap eden Şura, Tevhid, Hicret, İslami Hareket gibi kitle dergileri Filistin meselesini daha çok gündeme getirmeye başladı. 12 Eylül’e doğru İslami kesimde Filistin davası gündem olarak oturdu.

YÖNTEM TARTIŞMALARI UZUN SÜRDÜ

FFilistinli Müslümanlarda da dağılmışlık vardı. Ne yapılacağını bilmiyorlardı. Ümmet coğrafyası işgal edilmiş, ulus sınırlara ve toplumlara bölünmüştü. Osmanlı sonrasında ciddi bir mağlubiyet yaşanıyordu, dünyada ne olup bittiğini bilmiyorduk. Bu pozisyondaki Müslümanları yeniden uyandırmak bilinçlendirmek ve örgütlemek konusunda en önemli hamleyi İhvan-ı Müslimin yaptı. Bu hareketin yayıldığı alan Suriye, Tunus, Kuzey Afrika oldu. Kısmen de Filistin olmaya çalıştı. Ama Filistin’de yöntem bakımından “kıyam mı edilmeli, yoksa örgütlenip sonra mı ayaklanılmalı” tarzında yöntemsel tartışmalar yaşandı.
Bu tartışmalar 1970’li yıllara kadar sürdü. 70’li yıllarda Cihad hareketi kervan yolda düzülür diyerek birden eyleme başladı. İhvan kökenli Hamas ise “Sabredelim, örgütlü bir düşman var karşımızda. Kitle ile bütünleşelim. Belli bir seviyeye geldikten sonra direnişe başlayalım” diye düşünüyordu. O sırada sol örgütler gündeme geldi. Mesela Leyla Halid uçak kaçırdı. Halid kaç defa uçak kaçırdı ama hala yaşıyor, üstelik müebbet almıyor, serbest bırakılıyor. Bunu Müslümanlar yapsaydı asla öyle olmazdı. Sol kökenliler batılı paradigmaya bağlı olduğu için, Avrupa’ya ait bir düşünce sistemine bağlı oldukları için, İslam dünyasındaki tüm sol hareketler, Batılı güçler tarafından sevilmese de gözetliyorlar veya destekleniyordu.

İSLAMCILAR GELİNCE SOL İLGİSİNİ YİTİRDİ

Solcular söylem itibariyle tarihlerine sahip çıkarlar. “Bak siz ilgilenmezken biz ilgileniyorduk” edebiyatıyla burada psikolojik üstünlük sağlamak isterler fakat neticede ilgileri iki nedenle ağır ağır erimeye başladı. Filistin halkı çoğunlukla Müslüman kökenli bir halktı. Oradaki antisiyonist sol hareketler önemliydi elbette ama marjinal kalıyordu. Müslüman kökenli hareketler yöntem tartışmalarını halledip bir olgunluk seviyesi yakaladıktan sonra Filistin mücadelesini ön safta yürütmeye başlayınca, inisiyatif ağır ağır İslamcıların eline geçti. İslamcıların eline geçtikçe sol konuya ilgisini yitirdi. Dava Filistin davasıydı ve Siyonizme karşı mücadele verilmesi gerekiyordu ama solcularda “Müslümanlar varsa biz yokuz” gibi bir psikoloji doğdu. Sol güçler Müslümanlara karşı kışkırtılıyordu. Bunu belki Batı yapıyordu, şu anda İsrail’in de yaptığını biliyoruz. Mesela Dahlan gibi FKÖ’den bir adam şu anda doğrudan Müslümanlara karşı operasyon yapıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nde değişik irtibatları, İsrail’le görüşmeleri var. Hepsi için söyleyemeyiz ama çok heterojen hale geldiler.
İkinci neden ise 1991’de SSCB dağılınca ilerlemeci tarih anlayışları tamamen yıkıldı. Büyük demoralize oldular. Çöküntü içine girdiler. Biz nasıl Cumhuriyet kurulduktan ve İstiklal Mahkemeleri zulmünden sonra kendi halimize düşmüş şekilde dünyayla ilgilenemiyorsak, SSCB yıkıldıktan sonra onlar da büyük bir moral bozukluğu içine girdiler ve ancak kendileri ile haşır neşir olmaya başladılar. Dünyayla ilişkileri büyük ölçüde düştü ve çok marjinal, sembolik hale geldi. Şu anda CHP, solun o 70’li yıllar başındaki Filistin davasıyla ilgilenme tarihini satın almak, kullanmak istiyor. Bazı sol gruplar da bir tarih ifade etmek için kullanıyor ama bu sürekliliği olmayan bir tarih. Sosyalist sol tamamen doktrinini, dünya görüşünü, onlar için diyalektik materyalizm ve tarihi materyalizm akaidlerini yitirdiler. Şu anda şaşkın haldeler. Kendileri ile uğraşmaktan, başka yerlere ciddi olarak bakma imkanına sahip değiller.

Solcuların hayal kırıklığı

-Solcuların Filistin ilgisi antiemperyalist bir bakış açısıyla gelişirken, bağımsızlık mücadelesi verenlerin dini bütün Müslüman olduklarını anlamalarıyla bu hassasiyet yitirildi. Filistin halkıyla dayanışma için Lübnan’a giden Dr. Cüneyt Kafkas, anılarını kaleme aldığı Filistin Günlüğü kitabında bu hayal kırıklığını şu ifadelerle anlatıyor: “Filistinliler deyince günlük basından edindiğimiz bilgilerin dışında fazla bir şey bilmiyorduk. Bu da tabii bizi amatör bir romantizmin sınırlarında tutuyordu. Çok iyi hatırlıyorum, 1976 iç savaşı döneminde, Tel-Al Zaatar katliamından sonra ODTÜ’de Filistinli bir folklor grubu gelip gösteri yapmıştı. Gösteri sonrası sohbetimiz sırasında folklorcuların çoğunun ‘dini bütün birer Müslüman’ olduğunu şaşkınlıkla görmüş, ‘hayal kırıklığına’ uğramıştık.”

Rıdvan Kaya: Silahlı mücadelenin alt yapısını kuracaklardı

Özellikle 60’lı yıllardan itibaren, sadece Filistin özelinde değil, dünya genelinde antiemperyalist kurtuluş savaşları dediğimiz bir akım söz konusuydu. Vietnam’daki direniş çok etkili oldu. İslam dünyasını da etkiledi. Sol da buradan beslendi. Cezayir direnişi ise Fransa’ya karşı 50’li yıllarda başladı, 60’ların ilk yarısında dünya gündemine geldi. Vietnam, Küba ve Afrika’daki antiemperyalist bağımsızlık mücadelelerinde sol hareketlerin aktif olması Türkiye solunu da etkiledi. Filistin’de bu dönemde sol hareketler, özellikle Fetih kuruldu. Türkiye’de de yaklaşık aynı zamanlarda öğrenci hareketleri, işçi hareketleri ve gençlik hareketleri gelişiyordu ve birbirini besleyen etkiler söz konusuydu. O dönemde gelişen muhalif akımlar içinde öğrenci ve işçi hareketi içinde, özellikle öğrenciler ve gençlik hareketi noktasında daha belirgin bir sol yönelim vardı. Bunların arasında bir grup da (Dev Genç ve daha sonra ayrışanlar) devrim yolunda silahlı mücadeleyi kendilerine hedef olarak seçtiler.
Silahlı mücadele için bir alt yapı gerekiyordu. Hem emperyalizmin doğrudan karakolu olarak görülen İsrail’e karşı ortaya çıkan Filistin davasına duyulan sempati hem de bu alanı kendi istekleri ve programları açısından bir zemin olarak kullanma saikiyle Filistinli örgütlerle temasa geçildi. Silahlı mücadeleye zaten bir yönelim ve alt yapısını kurma ile ilgili bir çaba vardı. Aynı zamanda da 12 Mart koşullarıyla, Türkiye’de siyasi anlamda muhalif kesimleri Türkiye dışına süren süpüren bir süreç de vardı. İkisi çakıştı. Özellikle Demokratik Cephe daha uluslararası katılıma açıktı. Sadece Türkiye değil Japonya’dan Afrika’daki hareketlere, Avrupalı solculara kadar çok çeşitli unsurlara kapılarını açmıştı. Türkiye’de de bir takım sol örgütler buna yakın duruyorlar. O döneme baktığımızda hem Türkiye’de hem dünyada yükselen bir sol hareket var. Filistin davasının sadece solcular tarafından değil, bütün dünyada antiemperyalistler tarafından, sömürgecilere karşı çıkan hareketler tarafından sahiplenilen bir hareket olarak öne çıktığını görüyoruz. Burada da sol hareket Filistin davasıyla hem duygusal hem de örgütsel ilişki kuruyor.

SAKLANMAK İÇİN LÜBNAN’A GİTTİLER

Sahayı bilen biri olarak, gerilla kamplarına gidenlerin sayısı telaffuz edilen 3 bin rakamının çok abartılı olduğunu düşünüyorum. Bu konuyla alakalı Faik Bulut’un kitabı vardır. Demokratik Cephe üzerinden Lübnan’a kaçmış, orada da yakalanıp 7 yıl kadar İsrail cezaevinde kalmıştı. Türkiye’de ilk DHKPC örgütünün Filistin’le ilgili çalışmaları vardı. 12 Mart döneminde kimisi eğitim almak adına kimisi de ülkede yaşadığı sıkıntılardan dolayı saklanmak adına Lübnan’a gittiler. Filistin topraklarını biliyorsunuz, zaten gitme imkanı yok. Lübnan’a gittiler. O dönem Lübnan’da gerek Filistin Kurtuluş Örgütü gerekse onun içindeki Halk Cephesi ve Demokratik Cepheciler de Lübnan’daki kamplardaydı. Bu kamplardan zaman zaman işgal altındaki topraklara sızma çabaları vardı. İsrail de buna karşı bombardıman yapıyordu. Ölenler de burada öldü.

DİRENİŞ İSLAMİ RENGE BÜRÜNÜNCE DESTEK AZALDI

1980’li yıllarda ise Türkiye’de sol hareketin zayıflamasına bağlı olarak, diğer konularda olduğu gibi Filistin hareketine, direnişine verilen desteğin azaldığını görüyoruz. 80’li yıllardan itibaren Filistin’deki direnişin İslami bir renge bürünmesiyle birlikte -solun bazı unsurları yine genel hatlarıyla destek verdiklerini ifade etse de Filistin yanlısı ve İsrail karşıtı bir pozisyonda olduklarını belirtse de- ilgi azaldı. Bugün de bazı yerde açıklama düzeyinde ya da çok sınırlı eylemler düzeyinde destek veriliyor. Genel anlamda Filistin hareketi, Filistin içinde olduğu gibi, dünyada da İslami hareketlerin sahiplendiği ve taşıdığı bir bayrağa dönüşüyor. Genel hatlarıyla bugün de baktığımızda hem dünya solunda hem Türkiye solundaki hareketlerin bir kısmının Filistin’deki direnişe destek vermeye devam ettiğini görüyoruz. Ama bu 70’li yıllardaki sahiplenme düzeyinin çok çok gerisinde çünkü sol hareketin dünya ve Türkiye ölçeğinde gerilemesi ve Filistin’deki direnişin giderek daha İslami bir biçime bürünmesi, Hamas gibi İslami örgütlerin öne çıkması etkili oldu. Bunu çok kolay itiraf etmezler ama bu da doğal bir şey.

Türkiye’de silahlı mücadele başlatacaktık

Gazeteci Cengiz Çandar 21 Şubat 1973 gecesi Lübnan’daki kampta baskına uğrayanlardan biriydi. Çandar daha sonra hatıralarını yazdığı kitabında Filistin kamplarındayken partiden kopuş yaşadığını anlatmış, kitabıyla ilgili yaptığım röportajda bu konuyu kendisine sormuştum:

Filistin kamplarındayken partiden bir kopuş yaşamışsınız. O dönemde ne gibi iç hesaplaşmalar yaşadınız?

O sırada biz Türkiye’deki sol gençlik hareketinden gelen unsurlardık. Marksist ideolojiye bağlı ya da kendini öyle zanneden bir grup. Hizipleşmeler, kopuşlar, parçalanmalar zaten başlamıştı. 12 Mart geldiğinde Türkiye’deki bütün sol hareket yer altına çekildi, biz de çekildik. Bir grup arkadaşla Filistin’e gittiğimizde ve oradaki tecrübeyi yaşamaya başladığımızda bizim hareketin çok yapay, zayıf olduğunu, iddialarıyla örtüşmediğini gördük.

Hangi yönüyle yapay buluyordunuz?

Türkiye’de silahlı mücadeleyi başlatıp, Amerikan emperyalizmini yenecek, uzun süreli halk savaşı başlatılacak, köylüler örgütlenecek, işçi sınıfı mücadele verecek, Vietnam’da Çin’de olduğu türden bir gelişmeyle iktidara el koyulacak, Amerika’yla onun ortağı kapitalist rejim, kırsal alanlardaki feodal rejim yıkılacak, yerine sosyalist düzen kurulacak… Kim yapacak bunları? Biz. Biz kimiz? Şunlar, şunlar… Sonra biz Filistin hareketinde silahlı mücadelenin içindeyiz. Hareketin örgütlenme yapısını gördük. En önemlisi Filistin halkı var. Örgüt halkın evlatları, halkın kendisi orada. Devrimci ve Müslüman. Kendimize baktığımızda iddialarımızla örtüşen bir halimiz yoktu. Bunu dile getirirseniz örgüt yönetimi o tartışmayı yok edip size etiketler yapıştırmaya başlıyor. Stalinist bir sistemle çalışan teşkilatın insanları heder etmekten başka bir sonuca ulaşmayacağını gördük. Ayrıca başta şu anda Ergenekon’dan tutuklu olan örgütün lideri olmak üzere, içinde ciddi ahlaki sorunlar vardı.

Benzer konular